Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2010 - Tüm iyi dilekler için...

Zaman akıp gidiyor ve bizler dur diyemiyoruz. Aynı doğum günlerini olduğu gibi akıp giden zamanı gösterdiği için yılbaşlarını da sevmiyorum.Geçen sene Ankara’nın o soğuk havasında geçen o güzelim gece daha dündü sanki. Tüm durduramadığımız zamana rağmen güzel dilekleri çağırmak adına iyi bir vakit. Başta sağlığın, tüm iyilik ve güzelliklerin peşimizden ayrılmadığı, mutluluğu aramak yerine mutluğun bizi bulduğu bir zaman dileğimle… Tüm güzellikler bizimle olsun. Senenin son gününde İstanbul tepelerinin üstünde güzel bir manzara...

Dönüş yolu

Lefkoşa - KKTC İstanbul - Türkiye* * İniş sırasında ışıkları kapatmayarak şu güzelim manzarayı fotoğraflamama mani olan pilotu esefle kınıyorum... :)

Kıbrıs ellerinde

Senin dilinde konuşulsa, insanları senin milletinden de olsa başka memlekette olmak zor. Kıbrıs topraklarındayım iki gündür. Her şey bir garip geliyor. Direksiyonlar sağda, trafik sağda, insanlarla sağda –ne onlar beni ne ben onları anlıyorum-, sokaklar bomboş (İstanbul’a göre değil gerçekten bomboş). Hatta otel bile bomboş. Gerçi bu akşam otelin neden –daha doğrusu neresinin- boş olduğunu anladım. Tüm millet kumarhanede yatıp kalkıyor sanırım. İğne atsan yere düşmeyecek. Sadece bir göz atmak için girdim ve girdiğim gibi de çıktım. Terasta ki yemek katında sadece iki - üç kişi vardı. Kafeteryaya indim sadece bir kişi var o da bilgisayar önünde internette.  Dedim çıkıp biraz dolaşayım. İnanın İstiklal caddesinin arka sokaklarında kimselerin olmadığı sokaklarda dolaşıyormuş gibi hissettim kendimi. Neyse uzun lafın kısası insanın memleketi gibisi yok… Bülbül altın kafeste ama ille de vatanım diyor yani…

Hayatımın rengi

Sonbaharda kaybolması gibi Yaprakların renginin Hayatımın rengi de kayboluyor yavaş yavaş Oysaki ne güz ne de kış mevsim Dalların yapraksız çıplaklıkları gibi Eksiltiyor hayatımın yok diyen yanı Yok, olmadı ki hiç zaten Çam iğneleri gibi kalıcı Bazı hatıralarım Hayatımın sertliğinde kastına batan Oysaki rengi yeşil en azından Çam ağaçlarının Yılbaşında kesip saklamak için belkide Yok, daha çok ertesi sabah ısınmak için Kapkara bir dumanın sarması gibi şehri Kış, güz olması gibi mevsimin Kararıyor git gide hayatımın rengi Oysaki renklendirme çabasıydı tüm anlamı Hayatımın eksik yanları Yan gelip yatmaya alışmış yorgunsuz Yok, daha çok tembelsiz Hiç anlamadığım modern sanat gibi Karga burga hayatın dışı Hayatımın şekilsiz yanı Şekillerin şekilci tasası Hayatımın boşluğu Boşluğun şekilsizliği Yok yok, daha çok şekilsizliğimin yalnızlığı Bulanık görüşün yüzülür hali Halin kovalanmış isteksizliği Hayatımın rengi Renksiz, kargacık, burgacık Yalnızlığım Da

Bulmaca; Resimdeki özürlüyü bulun..!

Yer: Istanbul metrosu Taksim istasyonu özürlü asansörü önü. Zaman: Dün akşam saatleri Not: Bu resim çekildikten sonra farkeden 3-4 kişi "Aaa resmimizi çekiyorlar, hadi el sallayalım" diye aralarında şakalaşıyorlardı.

İnanç

İnanç, tüm körlüğüne rağmen güneşin varlığını gösteren kanıtları anlayabilmektir.

Yabancı

Köyün girişinde durmuş suyun başında oturan yaşlı adama bakıyordu. Dayanamayıp yüzü o topraklarda yaşadığını kanıtlarcasına derin çizgi ve çatlaklarla dolu olan adama yaklaştı. Şehirden getirdiği kuru mizah anlayışıyla "Kredi kartı geçiyor mu amca?" diye sordu, bir sohbet başlatabilmek amacıyla. Yüzündeki sertlik bir anda ürkütücü gelen yaşlı adam gülümseyerek cevap verdi; "Güzel kız bu hangi diziden?" O ana kadar nerede olduğunu anlamamışçasına bakan kız bir anda irkildi ve geri çekildi. Yakıştırılan bu dizi karakteri maskesi onu rahatsız etmiş, bugüne kadar eleştirdiği o karakterlerden birine benzetilmek incitmişti. Sonra kendiside bunun iyi bir yöntem olmadığına hak verip tekrar denemek istedi. Ancak çeşme başındaki sandalye boştu. Nasıl olurdu; daha şimdi buradaydı ve "ince esprisine" sağlam bir cevap almıştı o adamdan. Yine başladığı yere mi dönüyordu? Her şeyden kaçmasına neden olan o sinsi, kaba, kabul edilemez illet yeniden mi sarmıştı etrafın

İşine geldiği yerden bakmak

Yarın Kurban bayramı. Haftalarca öncesinden yine başladı insanlar katliam, hayvanlara işkence ediliyor. Etler uygunsuz koşullarda kesiliyor. Din böyle bir şeyi emretmez, yapmayalım. Bir kötülemedir gidiyor. Bu bayramların hiç mi iyi bir yanı yok? Bayram denince akla ilk gelen şey tatil olmak zorunda mı? Malum bizde birçok şeyin anlamını değiştirip, içini boşaltıp sadece şekle indirgeme hastalığı var. Eleştiride de had, sınır tanımamayı da ekleyin bunun üstüne. Bayramların esas manasından, hikmetinden çok yine o bunu yaptı bu bunu söyledi diye tartışıyorlar. Televizyonlar, gazeteler, radyolar ve hatta günlükçüler şekle takılıp avazı çıktığı kadar bağırıyor. İnsanlar bazen kendilerine gösterileni görmezden geliyor (Bunu anlayan anlar.) Hep kötüye yoruyor hep kötüden bekliyorlar. Tam aksi olması gerekirken birinin dindar olması ona kötü gözle bakılması için yeterli oluyor (Bu şekilde, mahalle baskısı diye bağıranlar esas mahalle baskını kendilerinin yaptığın pekâlâ farkındalar. Ama kend

Eski mesleğe dönüş

Benim için uzunca sayılacak bir dönem ara verdiğim mesleğime geri döndüm bugün itibariyle. Enformasyonla başlayıp, iktisat ve sonra bilgisayar mühendisliğine uzanan ömür boyu öğrencilik mesleğine sosyoloji ile devam ediyorum. Dün kura çekip farklı bir bölüm belirlemiştim. ÖSYM sistemine benzediği ve çıkan bölümün fakültesi olmadığı için vazgeçtim. (Belki birazda işin şansa kalması hoşuma gitmediği için.) Bu bölümden sonraysa yarım kalan yüksek lisansı tamamlarım belki. Tabii dört sene sonra...

Severdim senden önce

Severdim senden önce kuşları İlk onlar selamlardı sabahı Gece biter güzel bir gün başlardı Sabahın habercisiydi kuş cıvıltıları Severdim senden önce sabahları Sabahın ilk ışıklarını Gece biter güzel bir gün başlardı Güneşti sabahın en güzel yanı Severdim senden önce gündüzleri Yazları birde uzundu günleri Yaşanırdı dolu dolu Aydınlıktı her gecenin sabahı Severdim senden önce birçok şeyi Ama gece olmalıydı rengi hayatımın Yüzünü göremesem de rüyada gibi Tesellisi beraber uyanmaktı gecenin sabahı Severdim senden önce hemen her şeyi Gün geceye karıştı gece de güne Daha bir sever oldum gün batımını Bitti bu gece de yüzünde sabah ışıkları En güzeli seninle olmaktı gecenin Bu yüzden zordu sabahın ilk ışıkları Ayrılığı çağıran kuş cıvıltıları Kuşları uyandıran gün ışığı

Açlar Ordusu

If you agree that this situation is unacceptable, make your voice heard by signing on to the 'I AGREE' petition below. (Sesinizi duyurmak için buna katıldığınızı belirtmeniz yeterli... Neyin kabul edilemez ve neye katılacağınızı sayfaya girdiğinizde anlayacaksınız. Ana sayfadaki video da oldukça açıklayıcı olmakla birlikte Türkçe detaylar için Sabah gazetesinden Erdal Şafak'ın yazısı na da göz atabilirsiniz.)

Yer Açmak

Yaşam bir yapboz gibi ve biz de bu yapının şekli, renkleri ve yerleri birbirinden farklı parçalarıyız. Aynı çok parçalı yapbozlarda olduğu gibi hayatta da bazı parçalar olmamaları gerektiği yerlere oturabiliyorlar. Kendi yerlerinde olmayan küçücük parçalar bile resmin tamamının doğru şekilde oluşmasını engelleyebiliyor. Sorun yanlış parçanın etrafındaki doğru yerleşebilecek diğer parçaların yerlerini de işgal etmesi ile daha da içinden çıkılmaz bir durum alabiliyor.
Ağacın dalları ne kadar yüksekteyse kökleri de o kadar derine ve karanlığa gömülmüş demektir.

Yalnız ve güzel ülkemin yalnızlaştırılan yalnız ve güzel insanı...

Şimdilerde O’nu hatırlıyorum diyenlerin en çok unuttuğu ve aramadığı bugüne rağmen O da bir insandı, örnek bir insan. Yalnız ve güzel ülkemin yalnızlaştırılan yalnız ve güzel insanı… "Bazen hiç umulmadık adamdan, ben pek çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir kanaati değersiz görmemek lâzımdır. Neticede, kendi fikrimi uygulayacak bile olsam, herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım." "Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır, kendini büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin."( 1908 ) Mustafa Kemal Atatürk

Tüyap Kitap Fuarı

Fuarların son günü veya hafta sonu fuarlara gitmeme kuralımı bir kere daha bozup dün kitap fuarına gittim. Bütün öğretmenler sanki o günü bekliyorlarmış gibi öğrencileriyle oradaydılar. Bunun yanında tüm kitap evleri birer ikişer yazarlarının imza günlerini de ayarlamışlar. Eğer yazarlardan imza almayı ve resim çektirmeyi seviyorsanız, eminim bugün de aynı olacaktır. Yalnız bir yazardan imza alırken ne yazmamı istersiniz diye sorarsa ona “Dürüstçe şu an aklınızdan geçen ilk kelime veya cümle, lütfen.” karşılığını vererek, mümkün olduğunca uzaktan seyretmeyi deneyin. Emin olun eğlenceli oluyor. Bu arada fuarın çeşitli yerlerine aradığınız yayın evi, kitap veya yazarı bulmanıza yardımcı olacak ve arama yapabildiğiniz ekranlar koymuşlar. Bunlar olmadan orada aradığınız şeyi bulmanız oldukça zor. Ben kendi adıma aradıklarımın yarısını bulamadım. Ama diğer yarısı da benim için yeterli oldu. Fuarın bugün son günü, öğretmen-öğrenci ve emeklilere ücretsiz giriş imkânı sunuyorlar. Kendi araba

Hayat

Hayat bir fırtına Her an kopmayı bekleyen Bir pamuk ipliği ya da Tutunduğunuz, uçurumun kenarında Hayat bir muamma Herkesin farklı yorumladığı Bir zevk yumağı belkide Yaşayıp durulacak sadece

10 Kasım

Yine ilginç bir inatlaşma ve söz dalaşı var ortada. İktidar demokratik [s]açılım meclise açılımını (Nihayetinde herkesten sonra) 10 Kasımda gerçekleştirmek üzere karar çıkarttı meclisten. Çıkarttı çıkarmasına da yine bir ton gereksiz tartışmaya neden oldu. Zaten [s]açılım denilen şeyin uygulanış şekline karşıyım. O yüzden ne tartışılacağı veya açıklanacağı çokta umurumda değil aslında. Ancak bunu yapmak için öyle bir günü seçtiler ki; resmen kışkırtma. CHP ve MHP’den tepki gelmeyeceğini düşünmüş olmaları mümkün değil. Bunun büyük tartışma yaratacağını mutlaka bekliyorlardır. Ancak hepimiz bir şeyi atlıyoruz. Aynı şekilde basın ve muhalefet de bunu yapıyor (Ben bilerek yaptıklarını düşünüyorum.) Ne zaman “önemli” bir şeyler konuşulacak olsa içerikten ziyade şeklinde takılıp kalıyoruz. Önceki sene Başbakan yurt dışı gezisine giderken hava alanında bir laf attı ortaya “Siz Atatürk’ün resimlerini para ve resmi dairelerden kaldırttınız.” diye. Başbakan yurt dışından dönene kadar bunla y

Gündem

Uzun zamandır ülke gündemini takip etmiyorum. Daha doğrusu eskiden takip ettiğim gibi etmiyorum. Artık sadece gülmek ve eğlenmek için günlük olayları izliyor veya okuyorum. Geçen hafta, ay hatta yıl ne konuşuyorsak şimdi de aynısını konuşuyoruz. Arada sadece küçük farklar var. Kuş gribi değil de domuz gribi konuşuyoruz mesela. Yine birileri darbe ve ortalığı karıştırma girişimlerinde bulunuyor bir taraftan. Diğer taraftan yine terör konuşuyoruz. Ama farklı bir açıdan; Bu sefer teröristlerin kendilerinin kabul etmedikleri –başka bir ülke kurmak için uğrunda savaştıkları- ülkeye geri dönüşleri var gündemimizde. Aslında yukarıdaki konuların hemen hepsi ile ilgili bir komplo teorisi bulunabilir ya da üretilebilir. Ama ben işin biraz daha eğlenceli kısmından bakmaya çalışıyorum. Mesela A Gribi –namı değer domuz gribi- mevzusu. Artık o kadar saçma salak bir hala aldı ki konu kimse bir şey anlamaz oldu. En son bu sabah haberlerde yine bir uzman; tüm dünyada bildiğimiz sayının aslında 80 –

Günün şehri; Rize

Sabah gazetesinin internet sayfasında günün şehri Rize olarak seçilmiş bugün. Buyrunuz doya doya... Sabah - Günün şehri;RİZE Ayrıca benim kameramdan; Rize: Yakınlardan Manzaralar

Yalan

Gerçeğin çarpıtılmış halidir suskunluk Yalan söylememenin yalanı olduğu gibi sessizliğin. Nasıl yalansa gölgenin varlığı, Güneşin eksikliğide yalandır gölgelerin olmadığı yerde. Yalandır suskunluğun diğer adı. Yalancının öteki yüzü sessizliğin. Beni soruyorlardı bana, kendi cevapları için Sessiz kalıyordum onların yalan övgülerine Bir yalancı gibi; sessiz ve suskun.

Açık Mektup

Belediye, hükümet, devlet, cumhurbaşkanlığı ve bilumum devlet makamlarına açık mektubumdur. Şimdiye kadar tek bir yasadışı iş yapmadığım için; mahkemeye sadece bir kere şahitlik yapmak dışında - o da yapamadan dönerek- yolum düşmediği için; hiç bir kamu arazisine gece kondu - akşam kalktı yapmadığım için; 3 kat verilen yere 35 kat otel-ev (rezildans diyorlar kendi dillerinde) yapmadığım için; devletin bankalarından aldığım kredi ile devletin mallarını satın alıp, satın aldığım şirketin ya da her ne ise onun kârıyla krediyi geri ödemediğim için; vergi cezaları alıp onları ödemeden sıyırmadığım için; adam yaralamadığım veya öldürmediğim için ve bunlar gibi hiçbir işi yapmadığım için gösteri yapma ihtiyacı duymadığım ve de bu ihtiyacı duymadığım için de polise, askere veya sivil vatandaşa da taş atmadığım için; bunları yapanlara topluma uyum, mağduriyetlerinin giderilmesi v.b. adı altında yapılan yardımların, tanınan ayrıcalıkların v.b. iki katını talep ediyorum. Örnek vermek ger

Tiyatro sezonu

Sonunda tiyatro sezonunu biraz gecikmeli de olsa açtım. Pazar günü "Çıkmaz Sokak" adlı yazarı Türk, yönetmeni Türk, oyuncuları Türk ama içindeki karakterlerin yabancı olduğu... Konunun tanıdık ama oyunculuklarla bir o kadar yabancılaştığı bir oyunla sezonu açtım. Oyunun ikinci perdesinin başında elektrik kesildi. Etrafımdaki yorumları duymanızı isterdim. 10 – 15 dakikadan fazla ne jeneratör devreye girdi ne de her hangi bir duyuru yapıldı. Bir süreden sonra oyuna ara verildiği ve 5-10 dakika içinde yeniden başlayacağı söylendi. Seyircilerin bir kısmı çıkmıştı ki elektrik kesintisi giderildi ve oyun o an yeniden başladı. Kısacası kötü bir sezon başlangıcı yaptım. Oyunu da pek beğenmedim. Nasip, kısmet, hayırlısı…

Bütünün Bir Parçası

Doğa ve yaşam bir tekrarlar ve aynılar bütünüdür. Bu birçok kişinin bildiğini düşündüğü ama yanlış bildiği “Kaos” teoreminde bile kendini gösterir. Yeterince izlenebilen ve hakkında yeterli bilgiye sahip olunan her şeyin aslında bir düzen içinde hareket ettiğini görebilirsiniz. Örneğin düzensiz olarak damladığını düşündüğümüz bir musluk bile yeterli süre izlenirse belirli bir seriyi takip ettiği ve kendi içinde bir düzene sahip olduğunu gösterir. Doğada bunun gibi birçok örnek mevcuttur. Yandaki resimde gördüğünüz bitkinin kendini sürekli tekrarlayarak büyümesi gibi birbirinden bağımsız olduğunu düşündüğümüz birçok olayda birbiri ile bağlantılıdır.

Göçebe

"Ruhunuz aslında sandığınız kadar masum değilse, hatta bir istilacıysa, ne yapardınız?" Bu soru bir özet olmakdan çok içine çekip daha fazla sorular oluşturacak bir giriş. Uzunca bir süredir adetim olduğunun aksine ikiden fazla kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum. Ama sanırım en çok Göçebe (Stephenie Meyer - Epsilon Yayınları) beni kendine çekti ki ilk olarak o bitti. Bitti ve bitirdikten sonra etrafımdaki herkese tavsiye ettiğim bir kitap haline geldi. Aslında bir seri ile tutulmuş yazarların birçoğunda sonradan ilk seri kitaplarda olduğu kadar başarılı olamama gibi bir durum söz konusudur. Ancak Göçebe benim açımdan bu kanıyı yıkan kitaplardan biriydi.

Yakınlardan manzaralar (Rize)

Ben susuyorum resimler konuşsun...

Gitmek isteyenlere

Git Gitmek istediğinde Gel denmesini beklemeden Yakınlara yollar çizmek için Git Düzeltilecek kırgınlıklar olduğunda Özur dilenmesini beklemeden Yakınlarda dostlar bulmak için Git Dostlar uzaklarda olduğunda Sorgulanmayı beklemeden Yakınların acılarını silmek için Git En yitik parçlarını bulduğunda Aynada ki kırgın yüzü beklemeden Yakınlarda kendini bütün kılabilmek için Git Tüm yollar yakınlara çıkmasada Uzakları yakın kılabilmek Yakınlarda kalabilmek için Git Ama dön sonunda mutlaka Aynadaki mutlu yüzünü görebilmek Yakınlarını mesafelere rağmen sevebilmek için

Yakınlara yol...

Başlangıçlar için vedalar yaşar insanoğlu. Bu hep böyle olmuştur. Bir şeyi bitirmeden diğerine başladığınızda eksik kalır hep bazı şeyler ya da eskisinden anılar, hatıralar taşır sürekli. Fazlalıkları olur yeni başlangıçların hep, kurtulmak istenilen. İşte, İstanbul öyle bir şehirdir ki, belirsiz aralıklarla yeniden başlamak gerekir onu sevmeye. Ama bu öyle bir başlangıçtır ki, bir gidişle başlamalıdır. Ne çok uzun ne de çok kısa ayrılıklar barındırmalıdır içinde. Dönüşünüzde daha bir tutku, bir aşk ve coşkulu bir sevda olmalıdır. İstanbul öyle bir aşıktır ki, dışarı iter kimi zaman sevdiklerini. Mesafeler koyar araya, özlem serpiştirir zamana. İstanbul öyle bir şehirdir ki, yalnız seni dışlar tüm sevdiklerin içindeyken. Gidersin sen bu sevda şehri seni istemediğinde. Boynun bükük, üzgün, yorgun ve hatta kızgınsındır. Lanetler yağdırırsın, dönüp bakmak istemezsin arkana... Gidersin sadece, uzaklara gidersin... İstanbul öyle bir aşıktır ki, sen onu tutamazsın ellerinle, göremezsin gözle

Sıkıldım

Eylül'ün sekizine dair yazmak istemedim ve yazmadım. Herkesin sıradan düşüncesine karşı belirli tarihler bende hüznü çağrıştırır. Dünün özel tarihi üzerineyse, hayatımın dördüncü on yıllık döneminin ilk günü de olması üstüne yazmak istedim. Ama ona da iş güçten fırsat bulamadım. Üstüne de İstanbul'da oluşan o sel ve akıl almaz bir şekilde ölen onlarca insan haberleri iyice allak bullak etti beni. Bir de memleketim için de görülmemiş boyutta yağış alacağı uyarısı gelince meteorolojiden; zaten gitmek istiyordum ama şimdi burada geçirdiğim günler iyice uzamaya başladı. İyice sıkıldım kısacası…

Sessiz Çıngırak

Durması gerekirken koştu akıl Eşikte beklemesi gerekenken Ayağı takılıp sendeleyendi akıl Aşk düşmesin diye desteklerken Ve aşk, kilitli kapının sessiz çıngırağı Kilitli kapıya doğru koştu akıl Eşikte beklemesi gerekirken Çarptığında kapıya kırılandı gurur Kaybolan geleceğin acısıyla Ve aşk, kilitli kapının sessiz çıngırağı Ayakta olması gerekendi adam Dizlerinin üstündeyken düşünen Akıldı kapıyı bulması gereken Gerektiğinde beklemesini bilen Ve aşk, kilitli kapının sessiz çıngırağı Çılgınca koşmuştu akıl Sevdasını bulmak hevesiyle Nefisçe yönetilendi akıl Sırası geldiğinde susması gereken Ve aşk, kilitli kapının sessiz çıngırağı

Geçmiş özlemiyle yanıp tutuşulan modern Ramazan’lar

Ne kadar doğrudur tam olarak bilmiyorum. Ancak böyle bir anlayışı günümüzdeki Müslümanlar ile kıyasladığımda çok doğru ve O'na yakışır geliyor. O ki teravih namazlarını camii yerine evinde kılan peygamber; camide kılarımda ümmetime görev olarak kalır diye korkan peygamber. İbadetlerinde yalnızlığı tercih eden de O, en ufak canlıya eziyet etmekten imtina eden de... Bir de günümüz Müslümanlarına bakin. İbadetin en üste çıkması gereken aylarda herkes ayrı bir gezi merakında. Hadi Eyüp Sultan'a gidelim diye evden çıkılıp, oraya kadar gitmişken bir Feshane’ye de uğrayalım ile biten geceler. (Bu ibadete giderken yolda, trafikte harcanan uzunca saatler.) Sözde ibadet yapmaya gidip sıkışan trafiğin için de onca insanin ahını alan Müslümanlar. Bir insana zarar vermeniz için illa ki onu beddua seviyesinde kızdırmanız gerekmez. İstemeden buğz etse bile yeter. O'nun ümmetinin bunlardan ölesiye korkması lazım. Şimdi diyeceksiniz ki bu da nereden çıktı. Önceki akşam ofisten evime ner

Bir hiç uğruna

Ölebilmeli bazen insan Bir hiç uğruna Ya da sevebilmeli Öylesine bazı şeyleri Bazen vatan olmalı bu hiçlik Bazen de bir sevgili Ama istemeli bunu yürekten Hissetmeli iliklerinde Ölmeyi istemeli bazen Bir kadın uğruna Ana bazen adı yar bazen Yaşamayı istemeli insan Boşlukta olduğunda bile Yaşamalı doyasıya Bulunacak hiçliklerin uğruna Yaşlanmayı göze alabilmeli bazen Her şeye rağmen Vatan için bazen Ya da bir sevgili Bir kadın uğruna Ana bazen adı yar bazen

Başrol

Çok uzun zaman önce bir teklif geldi: Kendi hayatının başrolünü oynamak isteyip istemediğini soran. “Acılar içinde kıvranmayacaksam, çok sevilip çok seveceksem, mutlu bir yaşantı olacaksa neden olmasın?” diye yanıtladı ve sessizliği sorusuna olumlu bir yanıt olarak aldı. Rolüne ağlamayla başladığı ilk gün, "ilerideki mutlu anları daha da mutlu göstermek için" diye düşünüp üzerinde durmadı. Sahneler birbirini kovalıyor, set sürekli değişiyordu. Senaryo bazen aylık, bazen haftalık, günlük ve hatta dakikalık, anlık veriliyordu, çoğunlukla bırakın yardımcı oyuncuları başrolü oynayan kendisi bile sahnenin sonunu kestiremiyordu. Bu yüzden senaryo ilerleyipte, bir yanlışlık olduğunu sezmeye başladığında artık çok geçti. En başta öne sürdüğü koşular gerçekleşmiyordu. Ne çok seviliyordu, ne de gerçekten sevecek birini bulabilmişti. Mutluluksa reklam filmlerinde dişlerini gösteren birkaç kişinin oynadığı bir roldü sadece ve konuşulması bile yasaktı. Aklına yapacak hiçbir şey

Masum bir dünya!

Dünyanın sandığınız kadar masum olmadığını anladığınızda, başkalarını eleştirmeye başlamadan önce, bu hale gelmesine ne kadar katkınız olduğuna bir bakmayı deneyin.

Ramazan ve Hurafeler

Bir oruç ayı daha başladı, ibadet ve huşu içinde bir ay! Dürüst olduğu kadar yardımsever de olan televizyon ve gazetelerimiz hemen yayına başladılar. Dün akşam haberlerinin tamamında “oruç baba” toprağından canlı yayın vardı. Canlı yayınlamayan var mıydı? Bilmiyorum. Dürüst olmak gerekirse en büyük dört kanaldan sonra vazgeçtim. Bugün aynı gruplara ait gazetelerin tamamında da aynı yönde haberler vardı. Artık ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece bizim dinimiz bu değil. Bu yanlış yönlendirmelere kanmamayı ne zaman öğreneceğiz çok merak ediyorum. Aynı kurumlar bahar aylarında kiliselere gidip mum yaktırıyor bu millete, özellikle adalar da. İplikler açıp dilekler diliyor benim masum ve cahil halkım. Aynı kanal ve gazeteler yılbaşlarında noel heyecanı pompalıyor bu millete… Mezarlara çul çaput bağlıyor, dilekler diliyoruz. Unutmadan bir de kutsal emanetlerimiz var. Malum hepsi cennetten geldi! Tamam, bir dine mensupsanız veya yakınsanız o dinin peygamberine olan inanç ve sevginiz çok yüksek o

Tuval

Siyah bir tuvalin üstünde O an vurulan fırça darbeleri hayat Yazılırın renginde yaşanmışlıklar Yaşanmışların acısındaki renkler Gerçeğin ve acının rengi Kan kırmızısı çizgiler Kara hayat tuvalinin üstünde Karadan kara yalnızlıklar Umudun ve mutluluğun rengi Kar gibi bembeyaz bulutlar Geleceğin parlaklığında Kardan da beyaz umutlar Özlem ve hasretin rengi Masmavi denizler Siyah bir tuvalin üstünde Koyu mavi fırtınalar Evet, her birimiz birer ressam Kimi yetenekli ama karamsar Kimi yeteneksiz ama umutlu Ve siyah bir tuval hayat Gökkuşağının rengi hayallerim Hayallerimin rengi yazdıklarım Beyaz ile siyahın dansı yaşadıklarım Siyah bir tuvalin üstünde hayatım,        yaşamımsa onu renklendirme çabası

Okumak güzel şey...

Kelimelerin arasında kendinizi bulmak ve hatta kimi zaman kaybetmek... Anneniz, babanız veya sevgiliniz okuduğunuz kitabın yaprakları arasındadır, eski rafları karıştırır bulduğunuz kitapların yapraklarını silkelersiniz. İçinden sevdiklerinizin dökülmesini beklersiniz. Çoğu zaman da eskilere ait eşyalar sizi daha da eskiye götürür. (Kimi zaman bir otobüs bileti kimi zaman sararmaya yüz tutmuş bir fotoğraf olur bu.) Birçok kişi koca bir kitabın iki saatlik bir filmde anlatılabileceğini düşünür. O filmler ancak size birer özet geçebilir ya da en iyimser görüşle senarist ve yönetmeninin hayal gücünü yansıtır. Ayrıca kitapları sadece filmlerle kıyaslamak da yanlış olur. Öyle kitaplar vardır ki hiçbir zaman hiçbir yapımcı o kitabı bir filme uyarlayamaz - uyarlamak istemez. Konumuza dönecek olursak; kitap okumak film izlemek gibi değildir. Kahramanlarını siz çizersiniz kafanızda, mekânların tamamı sizin hayal gücünüze bağlıdır. Kafanızdaki her sahnede ya kahramanın kendisi olur ya da arka

12 Ağustos

Buraya not düşülecek kadar önemli bir gün mü bugün? Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum! Ancak hayatımdaki önemli günlerden biri olduğu kesin. Evet, bugün 12 Ağustos ve üzgürlüğümü kaybetmemin üstünden tam 365 gün, geri kazanmamın üstündense tam 208 gün geçti... Geçen sene Temmuz-Ağustos gibi Türkiye'deki gidip gördüğüm-kaldığım illeri sayarak askerliğimin oralardan birine çıkmaması için dua ediyordum. (Bu listede 38 il vardı ve özellikle iki il istemediklerim listesinin başındaydı; 1. Kütahya, 2. Ankara.) İstemediğim illeri sayıyor olmama rağmen İstanbul da beni istemiyordu sanki. Çok sevdiğim bu şehir sanki beni dışlıyordu ve buradan kaçıp gittiğim sürece nereye ve nasıl gittiğimin bir önemi olmadan kurtulacakmışım gibi hissediyordum. Şehirden, iş hayatımdan hemen her şeyden sıkılmış, bunalmıştım. Askerlik bile bir kaçış noktası olarak gözükmeye başlamıştı. Sonra ne mi oldu? Ankara’da, istemediğim iller listesinin 2. sırasındaki şehirde buldum kendimi. 12 Ağustos günü saat 5'te

Farklı bakıp, farkı görebilmek...

Yıkık – dökük, çökmüş insanlara bir de, sizin arayıp durduğunuz hazinelere bir zaman sahip olduklarını ve onları kaybettikleri için o halde olabileceklerini düşünerek bakın.

Yazabilmek

Seni yazabilmek Tanıdıkça, sana dokundukça Güçleşen bir olgu gibi Sana dair yazabilmek Harfleri eksik bir alfabe, Heceleri kayıp kelimelerle Zaman kipi olmayan cümleler gibi Sana dair yazabilmek Sözcüklerin yetersizliğinde Her sıfatının havada donması gibi Sen olmadan Sana dair yazabilmek Yaşayabilmek hatıralara rağmen Adını anamadan Tek harf olamadan ölmek gibi Sana dair yazabilmek Kelimelerin yalancı kardeşliği Dostların sahte gülüşleri İsteksiz yaşamanın ıstırabı gibi Sana dair yazabilmek Güneşin soğukluğu Karın sıcaklığı Bir yanardağın buzlu tepesi gibi Sana dair yazabilmek Affı olmayacak günahlar içinde Meleklerin acımasız kâtipliğiyle Sen olmazsın ötesinde diye ölümden bile korkarak yaşamak gibi Sana dair yazabilmek

Duyguların kardeşliği

Bütün düşüncelerimiz ve duygularımız, duyularımız kardeş aslında. Mesala sevgi ile nefret, görmek ve duymak...Habil ile Kabil gibi kardeşlikleri bazılarının; kalbim deli gibi severken beynim nefret edebiliyor, bir sesi duymak için deli olurken aynı sesin yansımasından kaçabiliyor insan. Duygular ve düşünceler arasında çok ince bir çizgi var, iki tarafıda keskin bir bıçağın yüzleri gibi. Bazen hangisini hissediyor hangisini düşünüyorsunuz rahatlıkla birbirine karışıtırabiliyorsunuz. Bir şeyi yapmanızı beyniniz mi kalbiniz mi istiyor? Bunu anlamak bazen çok karmaşıklaşabiliyor. Buna birde hayali danışmalarımız katılıyor; sol tarafdaki mızraklı danışman bir yöne çekiyor kararlarımızı, diğer tarafımızdaki kanatlı olan diğer bir yöne . İşte gelgitlerde böyle zamanlara rastlıyor sanırım. Daha kötü durumlarda ortaya çıkabiliyor bazen. Beyin ve kalp ortak bir noktada buluşuyor. Ve felaket geliyorum diyor. En kısa yoldan kaçmak lazım. Her yerde sinyaller karşımıza çıkmaya başlıyor. Ama beyin ka

Bir'de

Tüm sır Bir'de saklı Bir'den kayboldu Sende Bir'de bulmalısın beni Benim seni bulduğum gibi Sende gördüm Bir'i Bir de buldum seni Sende bulmalısın beni Benim seni bulduğum gibi

İyilerin siyah giydiği bir dünyada beyaz giyen bir siyah!

Çok uzunca bir zamandır kullandığım ve dile getirdiğim bir cümle:" İyilerin siyah giydiği bir dünyada beyaz giyen bir siyah! "Aslında bu benim son zamanlardaki ruh halimi anlatmak için kullandığım bir tanımlamaydı. Sanırım O’na da uyuyor bu tanım. Ama farklı bir şekilde... Malum pop müziğin bence de tartışmasız kralı olan Michael Jackson dünya sahnesinden çekildi ve son günlerde Michael Jackson ile ilgili o kadar doğru-yanlış haber çıktı ki ölümünden sonra bile rahat edemedi sanırım. Sonuçta her şey dönüp dolaşıp maddiyata saplanıyor nede olsa. Albümleri yeniden liste başı oluyor, şarkıları müzik listelerinde -hem de birçok ülkede- yeniden bir numaraya oturuyor. Tabii dolayısıylada bu yeni gelir kapısını canlı tutmak için bir ton haber servis ediliyor. Geçenlerde okuduğum bu haberlerden biri de; Jackson'ın Müslüman olduğu ve bu yüzden de ailesinin isteğiyle Müslüman adetlerine göre defnedileceği yönündeydi. Ne dersiniz üzerindeki doğal siyah giysiden kurtulmak için hem se

Gecenin üçü

Gecenin üçü İstanbullu uyuyor Yıldızlı göğün altında Bir ben ayakta Bir de O belki Gecenin üçü İstanbul ayakta Yıldızlı gece selam durmakta Bir ben ah içinde Bir de O belki Gecenin üçü İstanbul çığlık çığlığa Yıldızların yansımasında Ben O’nu görürken O’da beni görmekte belki * Benimle aynı İstanbul gecesinde yıldızları seyreden herkese...

Benim Ben

Sessizliğin sesi, Karanlığın aydınlığı, Yalnızlık bozucusu Vicdanının gözüyüm ben. Arkada bırakılmışların acısı, Unutulmuşların hafızası, Yalnız çoğunluğun arasında Toplu vicdanın sağ koluyum ben. Ciğerlerine dolan hava, Gözlerindeki yaş, Sevdanın içinde Acının ta kendisiyim ben. Kayıpların içinde bulunan, Bulunmuşların arasında unutulan, Yalancıların içinde Doğruyu bağıranım ben. Kendini saklayan, Buradayım diye susan, Kendini anlatamayan Sadece benim ben.

Sesli ve Sessiz Harfler

Tek tek harfler var tüm alfabelerde. Okunuşları, yazılışları farklı. Kimi zaman yanındaki harfe bağlı olarak sesi farklı, kimi zaman kattığı anlam. Bazen tek olarak anlam ifade eden bazen hiç bir anlam taşımayan. Ama sonuçta her birinin kendi kişiliği olan. Kimi zaman okunuşları farklılaştırıyor, kendinden geçiriyor insanı kimi zaman kişiliklerini zorluyor. Türkiye'mizde de böyle; sesli ve sessiz harflerden oluşuyor alfabemiz. Alfabeyi bu iki grup olarak ele aldığınızda birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını görüyorsunuz hemen. Bir yönüyle baktığınızda; sesli harfler kendi başlarına varlıklarını sürdürebilirken, sessizler seslilere her zaman ihtiyaç duyuyorlar. Ancak diğer açıdan sesli harflerin durumu hep sabit, değişime kapalılar. Evet, onlarsız olmuyor diğer harfler. Sessizlerin bireysel varlıkları bile sorgulanabilir böyle bakıldığında. Ama hiç yalnız olmayan da sessizler, yalnız olmak istediklerinde bile. Okunuşlarını, seslerini istedikleri zaman değiştirebiliyorlar; bugü

İstanbul hep güzel

Sabahın saat 6'sı... Caner'le yeni çıkmışız bir müşteriden. Hava o kadar kapalı ki biraz içim sıkılmadı desem yalan olur. Ama İstanbul işte, her haliyle güzel... Bizi taklit edercesine bir gözünü açarak uyanıyor, biz birazdan gidip sıcak yataklarımızda uyukuya dalacakken. Sabahın saat 6'sı, elimizde yeni demlenmiş sıcacık çaylarımız oturuyoruz güzel İstanbul'umun eşsiz boğaz manzarasına karşı...

Geçmişe dönüş

Evet, geçmişe dönüş ama tahmin ettiğinizden de eskiye... Belki iki ayağımızın üstüne yeni kalktığımız dönemlerden bahsediyorum. Hayır, bebeklik dönemimizden de bahsetmiyorum. Bir kaç milyon yıl öncesini döşünün… Malum yaz geldi ve yine havalar ısındı. Homosapiens ("akıllı adamlar" veya "bilen adamlar") yine kendini attı her bulduğu yeşil alana. Kah otoban kenarındaki çim alan, kah ormanlarının derinlikleri (İşi çiftçilik olduğu için kırsal alanlarda dolaşanları ayrı tutuyorum.) Tabii bu sezonun açılması ile birlikte son birkaç yılımızın yaz kâbusu da geri döndü; keneler. Birçok yerde kene ile ilgili uyarılar var. Korunmak için neler yapılması gerektiği, beyaz ve vücudu kapatan kıyafetler tercih edin gibi öneriler ortalıkta dolaşıyor. Ancak benim en hoşuma giden öneri insanların kendi vücutlarını araştırma önerisi. Uzmanlar; insanların kendi vücutlarını araştırmalarını öneriyor. Ayrıca vücutlarının göremedikleri yerlerini ve yaşlılar ile çocuklar gibi kendi vücutlar

Çocukluğum

Gökkuşağından kaydıraklarımız vardı çocukluğumuzda Alabildiğine yakın dostluklarımız sokaklarda Birinin eli kanadığında edindiğimiz kan kardeşlerimiz Kavga ettiğimizde bizi barıştıracak annelerimiz vardı Anlaşmazlıkları çözümleyecek maçlarımız vardı birde Sabahtan akşama peşinde koştuğumuz plastik toplarımızla Kırabileceğimiz oyuncaklarımız, paylaşabilecek misketlerimiz Toprağa öylesine uzanabilecek kıyafetlerimiz vardı Okuldan kaçtığımızda gideceğimiz sahalarımız Sahalarımızda kırabileceğimiz potalarımız vardı Kırdığımızda bize kızan, ama yinede onaran yöneticilerimiz Sıcakcık ilişkilerimiz vardı mahallelerde Birinin burnu kanasa birlik olacak komşuluklarımız Kimsenin aç yatmadığı akşamlarımızda Suyu bol çorbalarımız vardı sofralarımızda Bolca vaktimiz vardı dostlarımızla konuşacak Dostlarımızın bize yardım edecek güçleri Paranın değerini ölçemedik hiç borç isteyerek Borç isteyecek duruma düşürecek dostlarmız olmadı Sahi bir de mahalle bakkalımız vardı köşe başında Aldıklarımızı defte

İnsan insanın kurdudur*

İlk cinayetten beri bu böyle... Kabil Habil'i öldürdüğünden beri yani... Ama o günden bugüne çok şey değişti. Bir grup insan diğer bir grup insanın köyünü, evini, mahremini basıp katliyamı bile aşan işler yapabiliyor artık. Bunda kadın, erkek veya çocuk ayrımı yapmadığı gibi daha gün yüzü görmemiş annesinin rahmindeki bebekler bile öldürülebiliyor. Üstüne üstlük bir de bunları yapanların içinde de çocuklar var (Ne kadar çocuk denebilirse artık.) Din, ulus savaşları gördük, okuduk. Terör, töre cinayetlerine de alıştık, alıştırıldık artık. Namus cinayetleri ise zaten sıradan. Peki bunu hangi kefeye koyacağız. Allah'ım nasıl bir ülke, nasıl bir topluluk olduk! Şaşkınlık, şaşmışlık, şaşırmışlık... Sapkınlık, sapıklık ne ararsan etrafımızı sarmış durumda. Tahammülsüzlük en üst seviyede herkeste... Bunların ışığında bir kez daha geçmişin güzel sözleri geleceğimizi yansıtıyor sanki: İnsan insanın kurdudur.* *Thomas Hobbes

“Herkes ötekidir ve hiç kimse kendisi değildir.*”

Bir cümle, bazen bir yerlerde okuduğunuz, bazen birinin söylediği, bir filmde duyduğunuz ya da birinin gözünüzün içine sokarcasına haykırdığı, bir konu hakkındaki tüm düşüncelerinizi aktarabilir. Öyle bir hisse kapılırsınız ki sanki ömrünüz boyunca düşünseniz, araştırsanız ve didinseniz görüşlerinizi, düşüncelerinizi bu kadar güzel, net ve öz olarak anlatamayacakmışsınız gibi gelir. Geçenlerde bir arkadaşla, hiç kimsenin etrafındakilere karşı dürüst ya da gerçekçi olmadığından konuşuyorduk. O gün bunu anlatmakta oldukça zorluk çekmiştim. Şimdi düşüncelerimi bu konuya bu kadar yoğunlaştırmışken bile zorlanıyorum. Yanlış anlaşılmaması için hemen belirteyim bu dürüstlük ya da gerçekçilik hayatın geneline karşı bir şey değil. İnsanların ikili ilişkilerinde kendilerine ve dışarıdakilere karşı olan dürüstlük ve gerçekçilikten bahsediyorum. Geçmişi doğal olarak bilemiyoruz ama bugün kimse karşısındakini gördüğü gibi kabul edip o şekilde yaklaşmıyor ve yargılamıyor. Kendi duyularımızla öğrendi

Ders

Tarafını belli etmek gerekir bazen. Bu seçimlerde son seçimden farklı hareket ederek AK Partiye oy vermedim, İstanbul BB'de. Ancak bu çok kötü çalıştıklarına veya yeni gelecek olanlar onlardan daha iyi olacağı için değildi. Birincisi, oy verdiğim aday tam bu şehre göre biriydi. İkincisi, AK Parti aşırı güçlendiği için iş yapmayı bırakıp öncekiler gibi hareket etmeye başlamıştı. Şimdi sonuçlar kesinleşmeden şunu söylemek istiyorum ki; Umarım yinede AK Parti kazanır, sonuçta benim oy verdiğim aday kazanamıyor. Umarım bu onlara çok önemli bir mesaj olur ve çalışmaya başlarlar yeniden. İstanbul ve Türkiye genelinden gelen mesajlardan gerekli dersler alınır ve artık hantal bir devlet partisi olmakdan, dinamik bir halk partisi olmaya geri dönerler. Bu seçimler de bizler için bir umut olur... Seçim sonuçları üzerine de birşeyler yazmak var aklımda, ama bunun için kesin sonuçları bekleyeceğim. 

Mutluluk

"Nedir mutluluk?" diye sordum. Aynada bana bakan kendime. Kopya çekmek için döndüm baktım resmine. Gözlerin söyledi cevabı: İşte burada diye... (Ç'nin izni ile...Ç'ye)

Renk Cümbüşü

Eski resimleri kurcalarken gördüğüm bir resim yukarıdaki. Övünerek söylüyorum ki, burası benim Rize'deki evimin arka bahçesi. Dandik bir filmli kamerayla çekildiğini ve buna rağmen bu renkleri buraya taşıyabildiği özellikle belirteyim. Seyrine doyum olmaz bir cümbüş... Vaktiniz olduğunda ilkbahar, yaz veya sonbahar fark etmez mutlaka gidin ve yerinde görün bu renk cümbüşünü, temiz havasını, çılgın dalgalarını... :)

Evdeki mutluluk

Oradan buradan konuştuğumuz bir kahvaltılı sohbetinin sonlarına doğru konu bir şekilde evdeki mutluluğa gelmişti. Değerli bir abimiz o anda; ‘Evdeki mutluluk, buradan gittiğinizde eşiniz veya annenize daha doğrusu evinizde sizi bekleyen kişiye “Orada kahvaltı yaptık. Ama sen olmayınca pek bir şey anlamadım.” Diyerek, bir kahvaltı da onlarla yapmak istemeniz veya yapmanızdır.’ demişti. Bu güzel anlatım bir anda aklıma geldi. Bende hem buraya bir not düşeyim hem de paylaşmış olayım dedim. Her yerdeki mutluluklarınız gibi evlerimizdeki mutluluklarımızda eksik olmasın.