Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kapanış

Dostum, Takvim 31 Aralık 2011 gösteriyor. Maya uygarlığının geride bıraktığı takvimlerin bittiği, falcı ve kahin tayfasının felaketler ve kıyamet yılı olarak gösterdiği 2012'ye sadece saatler kaldı. Belki 1 Ocak günü sonu gelecek bu dünyanın belki 31 Aralıkta! Aradaki farkı anlayamayanların endişeleri bunlar. Bir gün, bir saat, bir dakika ya da bir an sonrasının garantisi mi var ki, 2012 de olacakları düşünüyor olalım. Aldığımız nefesi verebileceğimizin garantisi yok! O yüzden daha o nefesi alırken, alabildiğimize şükretmek dururken düşünülenlere, yazılıp - konuşulanlara bak. (Gerçi bu dünyadan elini eteğini çekmek anlamı da taşıyor ya, bunu yapanlar da var, bu benim anlatmak istediğim şey değil.)

Soykırım, terör, kanun ve namus

Dün Türkiye'nin Irak sınırında 35 kişinin yanlışlıkla vurulduğu haberleri ortalığı ayağa kaldırdı. Askerler terörist sandıkları köylüleri sınırda görmüş, ateş açmış ve sonra F-16 uçakları ile bombalamışlardı. Haberler (neredeyse tüm televizyon, gazete ve internet siteleri) bunu böyle veriyorlardı. Sonra biraz daha detay gelmeye başladı; vurulanlar gerçekten de terörist değildiler, sınırdan kaçak sigara geçirmeye çalışan kaçakçı "köylüler"di ve onların vurulmaları yanlışlıkla olmuştu. Şimdi bana "faşist" diyecek herkese önerim silahlı korumalar tarafından korunan ve izinsiz geçilmesi yasak olan bir bölgeye girmeyi denemeleri ve dur ihtarına da aldırış etmemeleri. Şimdi bu yanlışlıkla vuruldu denilen "köylüler" ne yapıyorlardı vurulduklarında: Sınırdan izinsiz geçiyorlardı. Kaçak mal getiriyorlardı (kaçakçılık yapıyorlardı). Bu işleri organize bir şekilde yapıyorlardı (Bildiğimiz en az 36 kişi) Dur ihtarına ve uyarı ateşine uymamışlardı.

Ünlü mü olmak istiyorsun?

Hemen cevabı vereyim; kendini ya ergenekon'a bağla ya da R.Tayyip Erdoğan'a hakaret et olsun bitsin. Daha güzeli cemaat diye bir eleştiri nesnesi bul, eleştiriyorum diye yücelt göklere çıkart o kadar. Din ya da inanca hakaret etmeyi, dalga geçmeyi de tercih edebilirsin. Eleştirinin sınırları yoktur. Yanlış gördüğünü gördüğün ve anladığın şekliyle söyleyebilir, çizebilirsin. Yorum senindir. Kendini nasıl ifade ediyor olursan ol fark etmez. Olayları terörize etmeden, kargaşaya sebep olmadan ya da bir başkasına zarar vermeden yapılan eleştirinin ne şeklinin ne de içeriğinin bir önemi yoktur. Bir bireyi -makamının hiçbir önemi yok- ya da görüşünü eleştiriyorsan sınır sensindir. Ancak bir topluluk ve topluluğun saygı, sevgi duyduğu daha da önemlisi inancı haline getirdiği bir şeyi eleştirmek tamamen farklı bir olgudur.

Susmak

Birçok şeye susuyorum uzun zamandır. Birinin yaptıklarına, birinin söylediklerine, bir diğerinin varlığına... Görmüyor, duymuyor ya da bilmiyorum. Şimdi görmediklerimi yarın hatırlayacak değilim. Şimdi duymadıklarımı yarın konuşacak değilim. Şimdi bilmediklerimi yarın öğrenecek değilim. Ama birşey var ki mutlaka görmeli, duymalı, bilmeli; öküz ölürse ortaklık bozulur! Yapılanlar umursanmaz, söylenenler unutulur. Görülmemiş şey hatırlanmaz. Daha önce dinlemediğin bir şarkının melodisi de olmaz hatırası da. Bilmediğim bir konuda konuşacak kadar ahmak da değilim. Ama... Ben gerçekten dışarıdan göründüğüm kadar saf, salak ya da aptal mıyım? Eğer öyleyse sorun yok! Ama yok değilse beni tutan tek şey "öküz". Bu böyle bilinmeli...

Görelilik: Zaman, mekan ve Sen

Görelilik kuramı bir yönüyle der ki; konumları farklı gözlemciler aynı olayın zaman ve oluş şeklini farklı algılarlar. Bu algı ve zaman yanılgısı dışarıdan bakan bir başkası için ayrı bir zorluk çıkartır. Çünkü o da ayrı bir konumdan ve ilk olaydan tamamen bağımsız bir başka olayı gözlemlemekte ve yorumlamaya çalışmaktadır. Her birimizin yaşadığı hayat ve süresi görelilik gereğince özneldir. Yani dünyada genel yanlışlar değil bireysel doğrular hüküm sürer. Bu bilgiye vakıf olunmasına rağmen başkasını yargılamak yanlıştır. Ama işin ilginç yanı bu sonuca ulaşan kişi de hatalıdır. O halde dünya yanlışlar üzerine kuruludur. Bireysel doğruların yerine de genel yanlışlar vardır ve tüm yaşamımızı doğrularımız değil yanlışlarımız yönlendirir.

Bayram

İki şeyi çok severim. Biri, eski -yaşlı değil- "insanlarla" muhabbet etmek. Diğeri İstanbul'da yaşamak.  İstanbullu olmanın bir numaralı kuralı İstanbul'un tüm olanaklarına aşkla bağlı olmak ama o olanakları kullanmaya, gezmeye geldiğinde hep bahaneler bulmaktır. Yani biz İstanbul'da yapabileceklerimizi yapabilme ihtimalimizi severiz. Teşekkürler ki, Tûba sayesinde bu bayram uzun zamandır yapmadığım birçok şeyi yaptım, görmediğim birçok yeri gördüm. İstanbul da yaşama ihtimalini bırakıp, yaşadım. Bu bayram uzun zamandan sonra "eski insan" muhabbeti ve İstanbul gezisine doyduğum bir bayram oldu. Bu bayram uzun zamandan sonra bayram gibi bir bayram oldu. Ek: Dün  Lüküs Hayat 'da 4 saat geçirdik ama eski tadı yoktu. Yine de Zihni Göktay büyük usta.

Radikal değişim

Yok öyle sandığın gibi saç uzatarak olmuyor radikal değişimler. O kavram iki şekilde de uzatmayı içeriyor; biri zaman biri mekan olarak. O yüzden radikal bir değişiklik istiyorsan sana lazım olan kafanı kazımaya yetecek olan bir jilettir. Kesip atmaktır yani kökünden...

Nerede yanlış yapıyoruz?

Dostum, Bu işte bir yanlışlık var. Olması gerekenler ile olanlar arasında sıkışmış kalmış durumdayız. Daha doğrusu oradan hiç çıkamadık. Hep bilinen doğrulara sahip olduk. Ancak yine de yapılması gerekeni yaptığımızı iddia ettik. Uzak geçmiş hakkında bir fikrim olması pek mümkün değil. Hatta yakın geçmişi de çok iyi bildiğimi iddia etmiyorum. Tarihin yazılı hale gelmesinden önce olaylar nasıldı? Belki hiç bir zaman net olarak bilemeyeceğiz. Bildiklerimiz tahminlerden ve mitlerden öteye gidemeyecek. Ancak bazı çıkarımlar için günümüz tarihi bile yeterli.

Toplumsal Hazırlık!

Son günlerde hararetle tartışılan bir konu var. Devlet ile PKK arasında yapılan görüşmeler. Ben ne görüşmelerin içeriğini, ne nerede yapıldığını ne de sonuçları eleştirecek ya da değerlendirecek kapasitede bilgiye sahip değilim (Konuşmanın tüm içeriğini hem dinledim hem de okudum.) Bu açıdan devlet adamları uygun görmüş görüşmüşlerdir, siyasi otorite de bunun arkasında durmuştur. Beğenir ya da beğenmezsiniz, ki ben beğenmeyenlerin tarafındayım. Siz bir yandan terörün siyasi ayağı olanlara " Gelin sizi muhatap alalım " diyeceksiniz, " terörü ret edin, lanetleyin " diye açık çağrılarda bulunacaksınız. Sonra da gidip kendiniz silahlı kanat ile görüşeceksiniz. Neyse bunlar da önemli değil.

Taşınmak

Taşınmak; bir pazar sabahı sessiz, kimseyi rahatsız etmeden bir hayatı geride bırakarak. Kendi cebindekini çalan bir hırsız gibi... Yaşanmış onlarca senenin öyle çokta büyük sayılamayacak bir kamyona sığmasına şaşırmak gibi bir terkediş. Taşınmak: Başka bir yere gitmek, göç etmek. Taşınmak zordur her zaman. Zordur da... Bir evden diğerine taşınmak değildir zor olan. Daha çok bir sokaktan ya da mahalleden göçmektir zorluk. İnsanın doğup büyüdüğü evi, sokağı, mahalleyi ya da semti terk etmesi... Taşınmak büyümektir bir de.Çünkü yaşının kaç olduğuna bakılmaksızın insan ancak taşındığında tam olarak terk eder çocukluğunu. Çocukluğunun anılarıyla birlikte silinir insanın yüzündeki hınzır gülümsemelerin son kırıntısı, hüznün bir sarılmayla geçeceği umudu. Taşınmak bir çocuğu cami avlusuna ya da karakol önüne terk etmektir. Çocuğun tüm geri gelirler umuduna rağmen hem de... Hele bir de benimki gibi bir semtte, benim sokağım gibi bir sokakta geçtiyse çocukluğunuz çok daha da zor. Çünkü b

Sosyoloji Tarihi*

"...insan zihninin boş bir sayfaya benzediğini ve elde edilen bilgi ve duyguların deneyimin ürünü olduğunu ileri süren John Locke..." "...doğru olan değil, gerçek olan aranır..." "Biyolojik organizmalar gibi toplum da kendini oluşturan parçalara indirgenemeyecek karmaşık bir birimdir, bu nedenle de bireysel unsurlar bütünle olan ilişkileri çerçevesinde analiz edilmelidir." "...toplumun içinde bulunduğu aşamaya uyarlanmış herhangi bir din biçimi olmadığı takdirde toplumun bölüneceğini ve şiddetin yaygınlaşacağını ileri sürmüştür." "... dini, insanları ve toplumu bir arada tutacak bir toplumsal bağ, bir araç olarak görmüştür." "Biyolojik organizmada parçalar bütünün yararına var olur, toplumda ise aksine bütün, parçaların yararına var olur. Spencer buna dayanarak bireylerin haklarının devlet yararına bile olsa çiğnenemeyeceğini ileri sürer." "Spencer'a göre toplumda hayatta kalmak için yeterince

Birikim

Sana nice kelimeler birikti Yanımda Gelip bir türlü almadığın Sonra sorular biriktirdim Sağdan soldan Gelmediğin için cevapsız kalan Sana kendimi biriktirdim Tüm zaman ve mekanlarda Sessiz kaldığım sorularda İçten olmayan gülüşlerimde Ağladığım yalnızlıklarında Sana en çok seni biriktirdim aslında Gelsen anlatırken sustaramayacağın Cümlelerimde Yanımda İçimde Dışımda Biriktim sana...

Bir kez daha 151° den 182° ye

Yüzümü 151° den 182° ye çevirdim… Bir kez daha... Geçen sene de aynı tarihe rastlamıştı gidişim. Bu kez bayrama çok daha yakın oldu. Aile, memleket, bayram, izin, dinlenmek... Hepsi bir arada diye düşünerek yola çıkmıştım. Sırf devletimin planlama, yönetim zafiyeti, iş bilmemezlik ve denetim eksiklikleri yüzünden saatlerimi yolda harcayarak başladı iznim. Ama uzun uzun yazmaya gerek yok. Sadece şu örnek bile yeter; geçen seneki sel daha doğrusu toprak kayması felaketleriyle ilgili neredeyse "planlı" hiçbir şey yapılmamış bu bile yeter. Bir yere iki çivi çakmışlar bırakmışlar, bir yeri biraz kazmışlar, toplu konutlar yapmışlar ama içleri dökülüyor. İş makineleri yatıyor. Vatandaşın arazisine bir ton para ödenip daha da saçma işler yapılıyor. Kendini mühendis sananlar çizimler yapıyor. Ben daha bölgeye adımımı atar atmaz yanlışlığını görebiliyorum. Sürekli sözde planlar yapılıp çiziliyor. Bitmiyor... Bitmez... Geçen sene Başbakana "Bakmayın burada şimdi harıl harıl ç

Beyoğlu - Yaşam tarzıma dokunma!

Yaşam tarzıma dokunma! Ben istediğim yerde istediğim şeyi yaparım! Tütün yasağı beni ırgalamaz! En alasından kapalı mekanda da sigara içerim! Masamı kaldırırsan da sokakta içki içerim! Yere tükürmek yasak! Ama olsun ben magandanın önde gideniyim! Onu yaparım!.. Bırak tükürmeyi hatta kusarım!.. Otobüste biriyle kavga edipte altta kalınca çıngar çıkartır, işi kıyafetime bağlamaya çalışır, karakol, adli tıp savcılık gezerim! Yasa, kanun, kural ve nizam namına ne uygulanırsa karşı çıkar, kendimi anarşist yerine koyar sonra da teröristlere kızarım! Sana ne! Beni alır bir takım "demokrasi", "özgürlük" yanlısı gazete ve televizyonlarım manşetlere, ana haber bültenlerine taşır. Gururlanırım! Kullanıldığım hissi aklımın ucundan geçmez! Her çıkan sosyal ağ illetine üye olur, oralarda gruplar kurar, isyan edilebilecek haber kollarım! Takma isimler altında birinin sevdiğine diğerinin saygı duyduğuna söverim! Hatta başkalarının da sövm

Tevbe Sûresi 6. Ayet

"Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir."

Birbirine Dokunmak

Ana renklerin birbirine karışması ya da ışığın yönü, şiddeti veya rengin uygulandığı zeminin malzemesi gibi birçok unsurun birleşmesiyle çeşitli renkler ve bu renklerin tonlarını elde ederiz. İnsanlarda da bu olgu böyledir. İnsanın kumaşı, yetiştiği ortam, hayatı boyunca üzerine yapışan kirler, arınma çabaları ve karşısına çıkan diğer renkler hepsi insanın rengini etkiler. Yani insanlar genetik kodlarının eşsizliğinin yanında dış çevrenin de etkisiyle farklı renk ve tonlara kavuşurlar. Mavi sarı ile birleştiğinde farklı bir renge, kırmızı ile birleştiğinde farklı bir renge dönüşür. Çocukluğumuzda kullandığımız sulu boyalar gibi insanların renklerinin birbirini etkilemesi de biraz kontrolsüzdür. Ancak doğru oranda su, ve doğru renkler ile istediğiniz sonucu elde edersiniz. Ama acemi biri için bu biraz da şansa bakar. Bazen rastgele karıştırdığınız renklerden ortaya harika bir sonuç çıkar. Bazense hüsran... Yukarıdaki gibi insanların etkileşimleri de karşılıklıdır. Biri bir başk

DÜNYADA 1.000.000.000 İNSAN AÇ VE BEN BUNA ÖFKELİYİM

Geçen sene Erdal Şafak'ın yazısını okuduktan sonra görmüş ve yine burada yazmıştım. Ne değişti? Hiçbir şey... Yine Erdal Şafak ne demiş ? " Bugün size dizilerimizden, özel haberlerimizden, yeni projelerimizden söz etmek isterdim ama bu adaletsiz, duygusuz, merhametsiz, etik dışı, tüm kitaplı dinlerin öğretilerine kulaklarını kapamış küresel düzen, insanda ne moral bırakıyor, ne de umut. İyisi mi, siz borsalardaki aldım-sattım haykırışlarına kulaklarınızı kapatıp, Afrikalı açların çığlıklarına yüreğinizi açın. Hiç değilse bir çocuğu siz doyurun, bir annenin kurumuş dudaklarına suyu siz götürün. " DÜNYADA 1.000.000.000 İNSAN AÇ VE BEN BUNA BİRAZ ÖFKELİ AMA DAHA ÇOK ÜZGÜNÜM . Ben geçen sene imzaladığımdan bu yana sadece 3.383.908 kişi bunun farkına varmış. Dünya Bankası verilerine göre Dünyada yaşayan 6.775.235.700 kişiden sadece 3.383.908 kişisi... Evet evet!.. Kızgın olmaktan çok üzgünüm. Hem de herkes için ama en çok da kendim

Hedef 27: Benlikten hiçliğe bir yolculuk

Dostum, Bir dur ve dinle bak sana ne anlatacağım. Bundan seneler önce kendime bir hedef belirlemiştim: Bu dünyadaki 27. yılımda yaptığım işin -ne olursa olsun- en iyilerinden biri olacak ve kendimi herkese tanıtacaktım. Herkes ben den ve arkamda bıraktığım işlerin büyüklüğü, kalitesi ve güzelliğinden bahsedecekti. Ben i bilecekti. Bu uğurda dur durak bilmeden çalıştım. Hem de senelerce... Sonra birden bir şeyleri olduğundan daha farklı anlamaya/anlamlandırmaya başladım. Hedefimin yanlışlığının farkına vardım. Kısaca "bilinmek istemek" olarak anlatabileceğim yılların hedefi -belki de ulaşmak üzereyken- birden çıktı hayatımdan. Günlerce uykusuz çalışmalar, günün saatlerine saatler eklemeler, yapılan her işin altına atılan işten büyük imzalar ve en sonunda kimsenin duymadığı sessiz çığlıklar a dönüşen bir hayat. Şimdilerde birazdan ölecekmiş gibi yaşayıp, hiç ölmeyecekmiş gibi yazıyorum. Kendi kendimi anlatmak için saçma çabalar içine giriyorum. Bu hedefle, günümüz olaylarıy

Oruç

"Halka az çok iyilik yapan bir insan, dünyaya tapıp bütün yıl oruç tutan kimseden iyidir. Oruç tutmak bir fakire kuşluk ekmeği verebilen insana layıktır. Öğle yemeğini akşama saklayıp yedikten sonra bunu hiç de ibadetten sayma."* *Sa'dî-i Şîrâzî'nin Bostan'ından.

Tarihin yazılışı

Dostum, Özel hayatımda öyle çok da sana anlatılacak -bırakılacak- olaylar yok bugünlerde. Ama bilmen gereken bir şey var. O da tarihin nasıl yazıldığı ve nasıl okunması gerektiği. Geçmişte yani 20. yüzyıldan önce tarih güçlüler ya da galipler tarafından yazılıyordu. Ancak günümüz dünyasında bu kavram biraz değişti. Evet, uzun dönemli tarih yine güçlüler tarafından yazılıyor ve dönüp bakıldığında sanki onlar haklıymış gibi gözükecek. Ancak artık yaşam o kadar hızlandı ki dünün olayı bile artık tarih niteliği taşıyor. O yüzden dün olmuş bir olayda isteyen istediği kadar kendi tarihini diretse de gerçekleri görmen, okuman çok zor değil. Uzun dönemli olanlarda da değişik kaynaklardan doğruya ulaşmak mümkün ve biliyorum ki sen bunları araştıracak  ve bulacaksındır. Hiç değilse kendi akıl yürütmelerin ile tutarsızlıkları görecek ve gerçeği bilmesen de hislerinin seni doğruya ulaştırmasını sağlayacaksındır. Sadece bizim çağımızın da hastalığı olan yakın geçmişi hemen unutup,

Nisâ Sûresi 94. Ayet

Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Faklı bir dil farklı bir kültür demektir ve farklılıklar güzeldir.

Son zamanlarda yine öğrenme merakım nüksetti. Çok uzunca bir zamandır erteleyip durduğum bir işe giriştim. Ya bu sene ya asla diyerek. Daha emekleme aşamasındayım. Ama bu sefer kararlıyım. Faklı bir dil farklı bir kültür demektir ve farklılıklar güzeldir.  Şimdi farklı dillerden bahsedeceğim sana. Yazıyı aşağıdaki türküyü dinleyerek oku olur mu? Geçtiğimiz senelerde yerel dil kursları üzerindeki yasak kalkınca epey bir süre Lazca ya da Hemşince kursu veren yerler aramıştım ve bulamayınca da baya bir üzülmüştüm. İkisi de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan diller. Ben ne Laz'ım ne de Hemşin'liyim . Ancak ikisinin de yaşam coğrafyası benim memleketim ve ikisini de hem öğrenmek hem de yaşatmak isterdim. Şu an çocuğum olmasa da yeğenlerime öğreterek. Tek bir cümleyi onlar da belki kendi nesillerinde sürdürerek o dil ölse bile bir zamanlar yaşamıştı diyebilirlerdi.  Çünkü dil kültürdür ve çok dillilik çok kültürlü olmak demektir ve çok kültürlülük güzeldir.  Kurs bu

Hayal Meyal*

"Okul bittikten sonra koşarak eve dönüp, ekmek arası bir şeyler atıştırıp sonra da işe koşturan çocuklar var ya... İşte onlar, sevgilileri olduğunda el ele tutuşamazlar. O çocuklar sevgilileriyle yan yana fotoğraf çektiremezler. Sevgililerine doğum gününde çiçek alamazlar. O çocuklar, sevgililerinin saçlarını okşayıp, ellerini boyunlarından dolayamazlar. Onlar her fotoğrafta kırık çıkarlar çünkü. Başka yere bakarlar. Yarım çıkarlar çekilen toplu fotoğraflarda. Görmezden gelinmek biraz da böyle bir şey olsa gerek... İstanbul, sonbaharda saçlarını arkadan topluyor. Nasıl da yakışıyor, görmelisin. Ben bir cesaret arıyorum. Ben bir cesaret arıyorum. Ben bir cesaret arıyorum. Ben seni arıyorum." * Tarık Tufan'ın aynı isimli kitabından, "Aşık olmak bir yüze aşina olmaktır." diyen kitap.

Hakkımı helal etmiyorum sana!

Yine yeniden başladı bir takım "şeref düşkünleri".  Yine onlarca CAN gitti bu ülkenin bağrından. Onlarcası o canları yüreğine gömdü. Yürekleri onlarca canla daha da ağırlaştı. O canların üzerine atılan her toprak ile biraz daha karardı gönülleri... Yine bazı "şeref düşkünleri" çıkıp açıklamalar yaptı. Yine yeniden, tekrar ve tekrar... Aklımdaki soruları kendi kendime sorup cevaplarını hiçbir yerde bulamıyorum. Cevaplarını kendimin bile kestiremediğim soruları da ortaya saçmayı saçma buluyorum. Biri dışında... Bir gazete giden CAN ları haritaya yerleştirmiş "Yurdun dört köşesi" diye manşet atmıştı. Kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısı... Nasıl bir  Kürt  hakkı, doğu coğrafyası savunucusu böyle bir şeyi yapabilir?  Hangi hakkın savunucusu bir can karşılığında arar HAK 'kı? İyi, kötü bildiklerimizin ötesinde bir yer var! UYAN! Uyan zira tek mahkeme burada değil! Uyan bu gaflet uyk

Bab-I Esrar - Ahmet Ümit

"Her gün bir yerden göçmek ne iyi  Her gün bir yere konmak ne güzel  Bulanmadan donmadan akmak ne hoş  Dünle beraber gitti cancağızım  Ne kadar söz varsa düne ait  Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. ... Benimsemedim. Çünkü ben basit bir yaşama inanırım. Dünya görüşüm de, ahlakım da son derece basittir. Ayrıcalık istemeden, iktidar olmadan, en doğru benim düşüncemdir demeden yaşamak * . Yeryüzünün annemiz olduğuna inanırım, toprağın, suyun, gökyüzünün bütün canlılara ait olduğunu düşünürüm. Tıpkı toprak gibi, su gibi, gökyüzü gibi bilginin de hepimize ait olduğuna inanırım. Birilerinin öğrendiklerini sır adı altında kendilerine saklamasını ayrıcalık sayarım, bunu kabul edemem. Birilerinin nefislerini terbiye adı altında, yaşamı küçümsemelerini kabul edemem. ...

Zulmü Alkışlayamam

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!... -Boğamazsın ki! -Hiçolmazsa yanımdan kovarım. Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu? Mehmet Akif Ersoy

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Şu günlerde kendimi yaramaz çocuklar gibi hissediyorum!

Barış Ağabey'i hatırlar mısın? Hani şu bizim Barış canım, Barış Manço. Ne kadar belli değil mi? O ve onun gibileri unuttuğumuz. Bir konudan şikayetçi olduğunda bile hicvetmeyi o kadar iyi becerirdi ki; ne ses tonunda ne de kelimelerinde kabalığın zerresi olmazdı. İşte bende bugünlerde Barış Ağabey'in Cacık şarkısında anlattığı gibi hissediyorum kendimi. Bugünlerde elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocuklar gibiyim. Etrafımı kırıp dökmek, naralar atmak, tepinmek istiyorum.Yoksa rahatlamayacak bu bünye. İçimdekileri kelimelere, cümlelere ve hatta kitaplara dökmek istiyorum. Ama yok! Yok bende o kabiliyet. O kadar kızıyorum ki bugünlerde ülkemde, etrafımda, etrafımızda olanlar dururken burada yaptıklarımıza; sabrı öğrenmeye çalışırken taşma noktasına getirilmelerime. Kendimi anlatamamamı da ekledik mi üstüne tadından yenmiyor. Hep bir tahakküm, hep bir toz duman. Hep ters köşeler, hep aynayı başkasına çevirmeler. Bir de kendine tut şu aynayı ne olur! En rahat olması ge

Tevafuk

Bu kelimenin anlamını daha yeni yeni öğreniyorum. Bu akşam uyuya kaldığım bir vakitte, tam vaktinde biri yanlışlıkla beni aradı. (21:03) Tevafuk denen şey bu olsa gerek!

Empati

Dostum, Uzun zamandır yazamamıştım sana. Yine hayat monotonlaştı. Yine gereksiz bir ton dünya koşturmacası arasında zaman akıp gitti. Bugün ve önceki gün öyle iki olay yaşadım ki sana da anlatmak istedim. Önceki gün yeğenimi görmeğe gittim. Tam yeğenimi kucağıma alacaktım ki birden ağlamaya başladı. Sonra aldığımda susar deyip yine de aldım ve daha da iç çekerek ağlamaya başladı. Bir haftadır görmediğim için beni yabancılamış, bizimkiler öyle dedi. Ablamın kucağında ona bakıp gülüyor bana bakıp dudaklarını sarkıtıyordu. Bu içimde öyle yer etti anlatamam! Bugün ise başka benzer bir olayı daha yaşadım. Empatinin beni götürdüğü yerde üşüdüm, karanlıkta kaldım. Sonra gelecek adına korktum. Gündüz düşlerim adına korktum. İkimiz adına korktum. O empati duygusundan kaçmak istedim. Biliyorsun ben çok duygusal bir adam değilim. Ama gördüklerim ve yaşadıklarımın düşündürdükleri gerçekten üzücü ve korkutucuydu. Çocuklarını kaybetmiş ve yıllar sonra bulmuş anne babalar geldi aklıma... Korktu

Canım Ülkem

20 Şubat 2010 'da yine aynı başlıkla bir günlük tutmuşum. ve sonlara doğru demişim ki; "Bırakın bu ülkeyi de insanlar biraz soluk alsınlar." ve en sonunda eklemişim "Bu "halinden şaşmışların" hepsine aynı duayı salık veriyorum; Allah’ım bana kaldıramayacağım güç, mevki ve parayı yükleme…" Şimdi yine aynı durumla karşı karşıyayız. Cumhuriyet ve demokrasi tarihimizin hatta bırakın bizi kıta Avrupa'sı ve Amerikanın bile uzun zamandır göremediği bir katılım (%87,17) ve temsil oranıyla (%95,46) bir meclis oluşmuşken hem de. Bazı millet vekili seçilenler meclise giremiyorlarmış. Hadi şu küçük grubu anlıyorum perşembe gelsin diye çarşambayı yaşıyorlar.Adamların amaçları belli, destekçileri, destekledikleri belli. Peki, ülkenin ana muhalefet partisine ne oldu da bu ortamı daha da derinleştirecek adımlar attı? Hatta onun küçük sürümü olan parti neden böyle bir şey yaptı? Şimdi "küçük" grup "Ya hep ya hiç!" deyip meclise gitmeme kararı

Başlangıç (Inception)

Başlangıç'ı dün bir kez daha seyrettim. İlk seyrettiğimde arkadaşlarla dürtmeler ve katmanlar konusunda bir tutarsızlık olduğunu konuşmuştuk.Sırf bunu bir kez daha anlamak için seyretmek istemiştim. Ama olmadı. Olmadı çünkü filme o kadar kaptırdım ki kendimi dürtmelerin ve katmanların sayısını boş verdim. Filmde kimyager ararlarken geçen bir sahne var. Kimyager mahsen gibi bir yerde uyuyan ve kurgusal rüyalar gören bir grup insanı gösteriyor ve ardından şöyle bir diyalog geçiyor: -Bunu neden yapıyorlar? -Siz söyleyin Bay Cobb. -Bir süre sonra ancak bu şekilde rüya görebiliyorsunuz.   ... -Her gün uyumak için buraya mı geliyorlar? -Hayır. -Uyanmak için geliyorlar. Rüyaları artık onların gerçekliği oldu. Tersini söyleyebilir misiniz? Evet, bazı insanların rüyaları gerçeklikleri haline gelebiliyor. Peki, ya benim gibi -ya da yukarıdaki sahnede olanlar gibi- rüya göremeyenlerin gerçekliği nedir? Sahi ne kadar özledim rüya görmeyi ya da gördüğüm rüyaları hatırlamayı!

Çiçek'i de everdik

Ve evet, Han'ın yanına bir Hanım ekledik. Çiçek 'imizi de evlendirdik dün. Allah, sağlık ve mutluluk dolu bir hayat versin.

Son kararım

Son bir kaç aydır etrafımdaki hemen herkese Ak Parti’ye oy vermeyeceğimi söyleyip duruyordum. Nedenim mi? Partinin çok güçlenmiş olması ve bu seçimlerde %50’yi geçeceğini düşünmemdi. (Hala öyle düşünüyorum.) Elde ettikleri güç ile kontrolü kaybedeceklerini ve mazlumluktan/mağdurluktan mağrurluğa döneceklerini düşünüyordum.(Bu hala ihtimal dahilinde.) Kendimi ve benim gibi olanları bir denge unsuru olarak görme yanılgısı vardır bende. Yapmak istemediğim bir şeyi sırf denge bozulmasın diye yapabilir ya da denge sağlansın diye yapmak istediğim bir şeyden vazgeçebilirim. İşte sırf bu yüzden AK Parti’ye oy vermemeyi düşünüyordum. Hatta oy vereceğim kişiyi de bulmuştum; Sırrı Süreyya Önder. Ancak kendisinin sanatçı ve aydın kişiliğine hala saygı duymakla birlikte onca olayda tek bir tepki göstermediği gibi arada akil adam rolü ile memleketimin baş belası olan probleme sunacağı bir çözümü olduğu algısını kaybettim. Umarım yine de kendisini mecliste görürüz. Benim onu ilk tanıdığım karakteri,

Ne ararsın

Ağrın göğsünde değil başındaysa Ne ararsın kapımda Derdin gümüş ile altın gibi erimek değilse Ne ararsın kabımda Aklın önünde koşuyorsa kalbinden Ne ararsın soluğumda Mantığın öldürüyorsa duygularını Ne ararsın benim köprümde Git be hey dost aradıkların değil bende Dertlerinin başlangıcıyım ben, çözümü değil aslında

Ayak oyunları (Farklı bakış)

Bir süre önce ünlü bir iş adamının adı öyle olaylarla anılmaya başlandı ki birçok kişi buna şaşırmış numarası yaptı. Siyaseti dizayn ettiğinden tutunda, varlığında hala şüphe olan terör örgütünün en tepe ismi olduğuna kadar birçok söylenti çıktı. Ama bu söylentiler sabun köpüğü gibi bir anda yok olup gitti. Sonra başka başka haberler yayınlandı. Aynı iş adamımız geçen gün bir siyasi partinin seçimlerden birinci çıkacağıyla ilgili bir öngörü de bulunmuş ve bu da bir köşe yazarı tarafından yazılıp, tartışma konusu haline getirilmişti. Başbakan'da yapılan bu "muz orta"ya öyle bir kafa çaktı ki; at kaçtı heybe düştü! Ülkenin başbakanı bir anda iş adamlarını tehdit eden bir despota dönüştü. (Despot olduğunu düşünmesem de ortalara çok iyi vurduğu aşikar.) Sonra aynı iş adamımız "o bir öngörü değil, bir arkadaş sohbetindeki iddia konusuydu." türünde açıklamalarla kendini savunmaya geçti. Daha doğrusu kaldırdığı toz dumanın ardında sahneden çekilip tartışmayı izlemeye

Öğrencilik mesleği

Bu hafta sonu itibariyle o kadar yorulduğumu hissettim ki önümüzdeki sene mola verebilir hatta  öğrencilik mesleği mden emekliliğimi bile isteyebilirim. Sınavlarda ders sayısına göre değişmekle birlikte 40 - 50 dakika civarında vakit harcayan ve genelde sınav salonundan ilk çıkmaya alışmış olan ben ancak sınıfın yarısı çıktıktan sonra soruları bitirebiliyor ve sınavdan çıkabiliyorsam bir sorun var demektir. Galiba yaşlanıyorum artık! Bilmem kaçıncı kez aldığım, her seferinde de aynı hataya düştüğüm şu ders yine ter köşe yaptı ya en çok ona sinir oldum!

İnternetime dokunma eylemleri!

Aşağıda ilginç bir yazı okuyacaksınız! İlginç olacak çünkü özgürlük isteyenlere karşı çıkan bir yazı olacak bu. Ben özgürlük istemediğim için değil. Ama şu ortamda yeri ve zamanı olmadıgını düşündüğüm için! Neden zamanı değil kısmını önceki yazılara göz atarak anlayabilirsin. Bu coğrafya ama öyle ama böyle yeniden yapılandırılıyor. Sınırlar yeniden çizilmese bile istenilmeyen yöneticiler "sivil" devrimlerle yerlerini başkalarına bırakıyorlar! Halkların başına demokrasiden yapılma metal "özgürlükler" yağıyor. Devrimler için internette birleşti daha fazla özgürlük isteyenler ilk önce. Sonra meydanlarda buluşmaya başladılar. Önceleri hepsi silahsızdı. Ne polis ne de asker müdahale ediyordu. Sonra aralarında yöneticilerin böyle gönderilemeyeceğini savunanlar çıktı. Önceleri bunlar da sivil önerilerde bulunuyorlardı. Ama topluluklar "aptaldır" ve hafızaları da yoktur. Aralarından bazıları devleti temsil ettiğini düşündükleri görevlilere karşı sözlü tacizde bu

Sabır

Öğrenmeye çalışıyorum yeni olmayan ama yenilikler taşıyan bu kavramı. Kafamda dönüp dolaşan düşünceler bir şekle bürünemiyor. Sonra birden biri geçip karşıma açıklamaya başlıyor. Düşünüyorum! Kötülüğe, kötülere, bela ve musibetlere ya da aklınıza gelebilecek her türlü sarsıcı olaya karşı sabır telkin edildi benliğime. Bundan sonra da edilecek. Biliyorum. Hatta ben de kendi kendime aynı telkinlerde bulunacağım. Ama bunları zaten biliyorum. Sabrın bu şeklini birçok kişi de zaten biliyor. O halde benim şekillenmemiş düşüncelerimin aslı ne? Mutluluk ve güzellikler karşısında sabır göstermek de değil! Onu da biliyorum. Uygulayamasam dahi çok uzun zaman önce bu da öğretildi. Yeni öğrenmeye çalıştığım ve düşüncelerimde şekillendirmeye çalıştığım şey; haklılığında ve doğruluğunda sabır göstermek. Düşüncelerimde olgunluğa erişmek. Bildiğinde dahi hatta bildiğinde daha da çok susmak. Bildiğine sabretmek yani. Ben "oldum" saflığı hoş gelir insana. O yüzden ben "oldum" yerin

Duvar (Jean-Paul Sartre)

"Bir suç, onu işleyenin yaşamını ikiye böler. İnsanın geri dönmeyi istediği zamanlar vardır mutlaka, ama orada, sizin ardınızda, yolunuzu keser bu parıldayan maden." "Ben var değilim. Gözlerini kapatıyor, kendini salıveriyordu: Varlık bir yanılsamadır, madem ki varolmadığımı biliyorum, kulaklarımı tıkamaktan, hiçbir şey düşünmemekten başka yapacak bir şeyim yok ve ben hiçleşmeliyim." "Onur ve mutluluk, uyumlu, ne hoş." "Sıradan insanlar benim onlardan olduğumu sanıyorlar. Ama ben onların arasında bir saat bile yaşayamam."

Asal sayi

Dostum, Ben tam bir asal sayı gibiyim. Gerçi tam olmayan bir asal sayı ne demek onu da bilmiyorum ya neyse! Beni bölebilen bir kendim varım bir de bir. Hem biliyor musun; asal sayılar kümesinin elemanlarının bu iki özellik dışında pekte ortak yanları yok.  Bilmiyorum. Bunu anlatmak biraz zor. Ama şu anlatılmaz ve de paylaşılmaz yalnızlığımın en önemli sebebi bu. Ben bir yönden bakıldığında bir kümeye, diğer yönden bakıldığında bir başka kümeye ait gibi gözüküyorum. Ancak ait olduğum asal sayılar kümesinin ortak özellikleri dahi beni bir kümenin elemanı olmaktan alıkoyuyor. Bir eleman olmaktan çok bir alt küme olup çıkıveriyorum. Hani kullanılır ya; "nev'i şahsına münhasır" tam ben oluyorum işte o. Kümeyi genişletemiyorum bir türlü. Tüm kesişim, birleşim, kapsam ve kapsar işlemlerinin sonucu boş küme oluyor. (Buradan, tanıma göre boş küme olduğum sonucunu da çıkartabilirsin. Ancak bunu yapmayacağını umudediyorum.) Pay/payda olayında asal sayılar için ortak bir çarpan

Ne sizi siz yapar?

Birileri sürekli sizi tanımak için çabalıyorsa yalanlarınızın sayısı doğrularınızdan fazladır ve aldanmayın, sizi siz yapan şey doğrularınız değil, yalanlarınızdır!

Su damlasi

Her şeyden önce bir su damlasıydım ben Kora düştüm, kayboldum sandılar Oysa bir damla yandım, göğe çıktım ben Bulut oldum, düştüm sandılar gökyüzünden Toprağa kavuştum, öz oldum, çiçek oldum ben Koparttılar beni kururum sandılar Oysa bir sevgilinin elinde aşka can oldum ben Kurudum bir kitabın arasında, unutuldum sandılar Eski bir hatıraya hayat oldum ben Hatıralara bakan gözlerde bir damla oldum sonra Kora düştüm, yeniden kayboldum sandılar Oysa her şeyden önce bir su damlasıydım ben

Geceye ve güne dair

Otur uzun uzun yaz bugüne dair. Ne anlatabilirsin ki... Anlatsan da ne hissettirebilirsin ki... Geceye, yıldızlara, doğacak güneşe, bulutların arasında kaybolmuş aya dair yaz. Bugün yağmayan yağmura, yardımın onuruna ve kutsallığına dair yaz. Yorgunluktan, araya serpiştirilmiş kaçamaklarla dinlenmekten bahset. Çok okuduğundan az yazdığından bahset. Bugün, bu gece, dost isimlerin kilitlerin içindeki tıkırtısından, belki hiç gidilmeyecek hoş davetlerin gelecekteki öğretisinden bahset insanlara. Ama uzun uzun yazma olur mu? Mutluluklar abim, mutluluklar. Benim bencil benliğime dokunduğun için dahi olsa mutluluklar.

Tarla Kuşuydu Juliet

Uzunca bir aradan sonra yine tiyatro sahnelerindeydim dün akşam.  Üçüncü sefer şansımı denediğim Tarla Kuşuydu Juliet oyununu seyretmek için Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne gittim. Ama ne gidiş? Saat 20:30'da başlayacak oyun için Saat 20:05'te yola çıktık. Tabii ki geç kaldık. Önce park yeri bulamadık. Sonra da geçtiğimiz sene açılan kompleksin otoparkının devreye alındığını öğrendik. (Internette aramış ama bir haber bulamamıştım.) Biraz ümitsizce şansımızı deneyelim dedik ve...  Otoparktan asansörle yukarı çıktığımızda oyun başlamıştı. Daha önce def'aten tiyatro kapısından çevrilmiş olan ben "Bu da mı gol değil?" diyerek yürürken. Yetkililerden biri "Oyuna mı geldiniz? diye sordu ve bizi direk içeri aldı. Elde bilet yok, bir şey yok. "Siz ilk perdeyi arkalardan izleyin, arada biletinizi alır ve yerinize geçersiniz." dediler. (Umarım bu işin "cılkı" çıkmaz. Perde açıldıktan sonra içeriye izleyici almamak iyi bir şey. Tüm kaçırdı

Rüya !

İki gündür dönüp duruyorum yatağımda. Ne uyku ne de dinlenebilmek mümkün. Gecenin bir vakti uyanıp oturuyorum öylece. Aşırı yorgun, yoğun ya da stresli olduğum dönemlerde böyle olurum genelde. Bu gece de aynıydı. Yine sağa sola dönüşler arasında küçük "sızma" dinlenceleri yaşadım. Bu "sızma" bölümlerinden birinde de çok ilginç gelen bir rüya gördüm. Çok fazla televizyon seyretmekten olacak, rüyamda iki kişi çöl gibi bir yerde bulundukları yeri kazıyorlardı. Ben gidip "Burada ne arıyorsunuz?" diye sorduğumda, "Petrol." cevabını alıyor ve "Bu zamanda çölde petrolü kim ne yapsın? Bakın şurayı kazında su çıksın." diyordum. Gidip sonra ellerimle kazıp suyu buluyordum. Ne zaman ben çekilsem ve diğer iki kişi yeniden kazmaya başlasa su kayboluyor ve ben yeniden ellerimle kazmaya başlayıncaya kadar çıkmıyordu. Bu bir kaç kez böyle tekrar etti. Sonra bir "sızma" harekatı daha başarısız oldu ve uyandım. Hep söylediğim gibi çok uzun za

Eğri beden

Biri de dik görse şu bedenimi Baksa ve anlasa Baksa ve görse eğri bedenin arkasını Biri de anlasa neden bu hayat böyle diye Baksa ve kadeh kaldırsa İçinde biraz su olsa Biri de anlasa şu çektiklerini Baksa ve uzaklaşsa O eğri bedenin altındaki dik duruşa baksa Baksa ve kadeh kaldırsa Kadehin içinde benden bir parça olsa

Vatan haini

Çok uzun yazmaya gerek yok! Libya'nın bombalandığı şu dakikalarda yöneticisi; gaddar, acımasız ve hatta şerefsiz bile olsa kendi ülkesini karıştıran kişi vatan hainidir.

Libya, "medeniyet" ve canım Ülkem

Çadırıyla gezen bir bedeviyi savunacak değilim. Halkına veya başka milletlere eziyet eden bir yöneticiyi de savunacak değilim. Ve fakat bu, bir ülkeye askeri operasyonu onaylayacağım anlamı da taşımaz. Dostum, bugün "medeniyet" denilen tek dişli canavar bir kez daha harekete geçti. Savaş uçaklarıyla bir ülkenin geleceğini bombalıyorlar. Halkın yarısı, diğer yarısına saldırıyor ve "devlet" de ama öyle ama böyle bu saldırıları durdurmaya çalışıyorsa bunu çözmenin yolu kendine yakın gördüğünün önünü açmak, silahlı operasyon yapmak ve kendine yakın gördüğüne silah sağlamak değildir. Başkentinde çadır kurdurduğun "bedeviyi" artık işine gelmediği için halk ve insanlık düşmanı ilan edemezsin. Daha BM'den onay çıkmadan uçaklarını havalandıran canilerle birlikte olmak ve yaptıklarını onaylamak "merhamet" olarak nitelenemez. Oradakilerin ağzından düşürmediği Allah da bunun hesabını soracaktır. Başındaki "bedevinin" yaptığı salaklık ve sana

18 Mart 2011 Cuma Hutbesi'nin Japonya ile ilgili bölümü

Muhterem Müslümanlar! Bildiğiniz gibi geçen hafta, öteden beri sıcak ve dostane ilişkiler içerisinde bulunduğumuz Japonya’da büyük bir tabii felaket yaşandı. Bu felaketin etkileri maalesef halen devam etmektedir. Alınan bütün tedbirlere rağmen yüzlerce insan hayatını kaybetti, binlerce insan ise yaralandı. İnsanlar, nice mağduriyet ve mahrumiyetler yaşadı. İnsanlık ailesi adına hakikaten acı, üzücü, düşündürücü, ibret ve ders verici nice tablolara hep birlikte tanık olduk. Tabii afetler karşısında insanın ne derece çaresiz kaldığına tüm dünya şahit oldu. Şüphesiz Yüce Kitabımıza göre insanoğlu dünya hayatında, sıkıntı, bela, musibet ve felaketlere maruz kalabilir. Bu olaylar hangi coğrafyada vuku bulursa bulsun ders çıkarıp tedbir almak, hem dini hem de insanî bir görevdir. Diğer taraftan felaketlerin açtığı yaraların tamiri de ancak insanlığın el birliği ile mümkündür. Bu itibarla hangi dine, hangi etnik kökene, hangi coğrafyaya ait olursa olsun tüm insanlığı ortak bir aile gibi g

Trombosit nasil alinir?

Şu garip hayatımda bir şeyi daha öğrendim bugün. Bir yakınımın acil trombosite ihtiyacı oldu. Hani şu kandaki pıhtılaşmayı sağlayan şey. Hafta sonu ben teklif etmiştim ancak kan grubum uymadı. Sonra her şeyime koşturan abimi aradım. Olur dedi bir çırpıda. Ama aciliyet durumu ortadan kalktı. Bugun yeniden ihtiyaç doğdu ve atladık gittik hastaneye. Önce kan tahlilleri, kan sayımı daha doğrusu kandaki trombosit sayımı falan yapıldı. Testler için bir saat kadar bekledikten sonra uygun olduğuna karar verildi (biraz da donör olacak abimin ısrarıyla) ve işlem için ortaya öyle bir set çıktı ki benim gözüm korktu. Bir sürü iğne, tüp ve cihaz. Bir koldan alınan kanın diğer bir koldan verilmeden önce bir cihazdan geçirilip içinden trombosit ve plazma çekilmesi ile işlem gerçekleşiyor. Normalde yarım saat gibi bir süre alan işlem için abimin kan değerleri iyi olduğu ve iki üniteyi bir seferde aldıkları için bir buçuk saat gibi bir süre makineye bağlı kaldı. Allah Sinan Abi'den razı olsun.

Yıkım

Ah, ne kadar rahat izliyorum! Kurulmuşum koltuğuma hayret nidaları ve Allah'ım sen koru yakarışları içinde... Ama rahat! Binlerce cana rağmen hemde! Binlercesi de tehlike altında olmasına rağmen... Dün başka bir şey ararken karşıma çıkan bir videoda gördüğüm bir cümle var; "...kelime-i tevhidin ilk kısmı yeterlidir, merhamet göstermek için." Yani merhamet için "Allah'tan başka ilah yoktur." demesi yeterlidir birinin demeye getiriyor. Videoyu hazırlayanlar kızmışlar buna, köpürmüşler. Dinsizlik ve din düşmanlığıyla falan suçlamışlar söyleyen -yazan- kişiyi. "Peygambere inanmayana merhamet ne demek!" demeye getirmişler. Oysa çok önemli bir şey gözden kaçıyor. Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi ve hatta ateist olmanın birinci koşulu insan olmak. "Bana" göre de insan olmanın en önde gelen koşullarından biride merhametli olmak. Merhamet! Kime karşı ve nasıl? TDK merhamet kelimesi için diyor ki; Bir kimse nin veya bir başka canlı nın karşılaştı

Asi Melekler (Angelology) - Danielle Trussoni

"Beautiful music plays, but not everyone with ears can hear it." Bir yerlerinde bu cümle geçen bir kitap bitirdim biraz önce. Altı çizilemeyen cümleler içeren kitaplar biraz sıkıcı gelmeye başladı bana. Hele bir de kitap dört yüz sayfanın üzerindeyse... Neyse meleklerin asilerine ilginç bir bakış açısı var kitabın. Başlangıcı çok iyi, akıcı. Boş vakit doldurmak için iyi, bir şeylere vakit bulmaya çalışıyorsan kötü bir kitap. Kitap bir anda, sanki serinin yeni kitaplarına açık kapı bırakmak için dengesizleşip, pat diye bitiyor. Devamının geleceği çok belli. (Bu her şeyin dizi mantığında yayınlanması modası sıkmaya başladı.) Not: Kitaplara biraz mola bir süreliğine. Vakit sosyoloji ders vakti...

Tercih

Hangisi daha iyi? Birini tanımaya çalışarak sevmek mi? Birini sevdiğiniz için tanımaya çalışmak mı? Birini olduğu kişi olduğu için sevmek mi? Birini gelecekte olabileceği kişi için sevmek mi? Ya da... Birini, sizi dönüştüreceği kişi için sevmek mi? Birini, sizinle olacağı kişi olduğu için sevmek mi? Ya da... Birinin yukarıdakilerden birini seçip sizi sevmesi mi? Hangisi daha kötü?

Yalnızlık

Anlaşılmadığızı düşündüğünüz için susmayı tercih etmeye başladıysanız yalnızlığın ne olduğunu öğrenmeye başlamışsınız demektir.

Savaş

Tüm zırhımı donanmış çıkmıştım yola Belimde silahların dünden unutulmuş itikadı Yalan olmuş solgun yüzlerin kara tahtı Bakınıp durdum, ah yaşamın o iki yüzü İki seçenek önünde; yaşamak ve ölmek Bembeyaz bir savaş elbisesi içinde

Bir hayalim var!

Dostum, benim bir hayalim var! Hayalleri yerine daha çok gerçekçi beklentileri olan benim de bir hayalim var. Düşünebiliyor musun? Daha doğrusu iki hayalim var. Biri diğerinin önünde engel olan iki hayal. Bir tercih yapılması gereken hayaller. Dostum, ne saçma değil mi? Aynı anda birden fazla hayalim olamayacakmış gibi yaşıyor olmam. Aslında ben de böyle öğretilmedim. Hayal kırıklıklarından sonra olmuş bir şey de değil bu. Tıpkı gece rüyalarımın beni terk etmesi gibi terk etti hayallerim de beni. Neden sonra, ne zaman? Hiç bilmiyorum. Ama bir süre önce yeniden belirdiler. Dostum, bu iki hayalden birini bazı kişiler biliyor. Öyle bir oda var ki hayalimde; üç duvarı rafları okuduğum ve okumak istediğim kitaplarla dolu olan kitaplıklarla döşeli, ortasında bir ateş ocağı - şömine denen burjuva olayından bahsetmiyorum, icabında üzerinde tahta şişlere geçirilmiş et ya da mısır közleyebileceğim bir ocaktan bahsediyorum -, bir berjer koltuk ve önünde de bir puf olacak tabii - evet, burjuva

Nisa suresi 75. ayet

"Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, "Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?"

Nereden baksan tutarsızlık!

Dostum, şu benim için değişmez bir olgudur; Ölümün ardından konuşmam, konuşanı da sevmem. Örnek bir olay oldu geçtiğimiz gün. Hemen her zaman yaptıkları gibi bazıları yine son günlerde yılların yaşlanmışlığına vurarak medeniyet yanılsamasını insanlara yutturmaya çalışıyorlar. Bazıları geçmişten dem vurarak bir tek kişinin* yaptığının yanlışlığından dem vuruyorlar. Hatta bunu çoğunluk yapıyor. Ama bizim geçmişimiz bu kadar sığ değil ki... Ben yine ölenin arkasından konuşmayacağım. Ancak arkasından konuşanların arkasından konuşacağım. Buraya pek uymasa da bir söz var ya "Kraldan daha çok kralcı olmak". Arkadan konuşanlar ölene bir çift kanat ve başına da bir hare eklediler. Sonra biri de çıktı dedi ki; "Bu ne mahalle baskısıdır!" ve vurun abalıya olayı başladı yeniden. Dostum, bizim bu dönemde övgümüzün de sövgümüzün de haddi yok. Yapmaya çalışırken yıkıyoruz hep birlikte. Oysa bıraksak öleni ve gitse... Sadece gitse, gitse ve artık kendi hesabıyla kendi başına