Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Seneyi devriye

Bırakalım eleştirmeyi... En azından olumlu yanlarına gönderme yapalım. Tabi bizim adetimiz olmadığını vurgulamaktan da geri durmayalım. Ama muhasebe yapılması adına bile güzel bir vesile yılbaşları. Düşünsenize ömrünü hesapsız geçirenler dahi bir senelik bir geriye dönük hesap yapıyorlar. Hoş bunu kendi adlarına yapmıyorlar ama onu da görürüz inşallah. Güzel şeylere vesile olacak şey de güzeldir! Niyetler amellere göredir diye boş yere söylemiyorlar. Geçen sene yanlışlıkla bu seneyi kapatmışım. Bugünleri o günden görmüş olmalıyım! Bir kısmında şöyle demişim: "Mevlânâ Hâzretlerine kulak verelim; "Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır." Daha sarı benizli, daha uyanık vakitler... "Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır. Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Allah'a perdedir, geleceğin de. Her ikisini de ateşe vur. Bu i

Not

...sonra herkes tartışmaya başladı. Birbirlerini suçladılar. Arkadan konuştular. Oysa tercihimin sebebi işte tam da bu birliktelikti. Bu beni dışlayan, ötekileştiren, yok sayan birliktelik. Şimdi ve gelecekte dahi giden suçlanır. Benden sonra da bu değişmeyecek. Sanki bir şeyleri değiştirmek için vardıkta değiştiremeden yok olduk!

Bekle

Hoyratça tüketmemek lazım kelimeleri Baba dediğin adam, baban olmalı Baba gibi olur bazı adamlar Ama, gibi olur, baba değil Anne dediğin annenden başkası değil Çünkü azı çoğu olmaz anneliğin Annelik bir kelimeden çok daha fazlası Evlat demeye yelteneceksen birine Anne, baba olmayı göze almış olmak lazım Yanılma zor iştir kelimelere hakkını teslim etmek Sevdiğinden başkasına sevgili dememeli ya insan Sevgili bilmeli sevildiğini, kelimelere ihtiyaç duymadan Canım dediğinde birine canın ne olduğunu bilmelisin Hayatım dediğinin, hayatından sensiz çıkması ihtimal dışıdır Bunu da bilmelisin, bilmediğini konuşmamalısın Susmayı da bilmeli bazen insan Çocukluk ne güzel Bir, iki, üç, tıp...

Mağdur Edebiyatı

Dostum, Biliyorum siyaset yazmayacağım dedim. Ama dayanamıyorum... Ülke menfaati yani senin - benim menfaatim, geleceğimiz söz konusu olduğunda susamıyorum. Defalarca yazdım, söyledim. Bugün iktidar olanların en önemli argümanı mağduriyet. Hangi seçime girerlerse girsinler mağdur olarak girmeyi başardılar. Hatta belki de kendilerini gerçeğin çok ötesinde mağdur göstermeyi başardılar. Algı yönetimini iyi biliyorlar! Ama kimin sayesinde? Paranoyak hareket ediyorum artık! Ama şu son yolsuzluk olayları da iktidarın algı yönetimi için kullandığı bir fırsata dönüşüyor. Neden mi? İktidar ne kadar hata yapıyorsa muhalefet de üste çıkmak için elinden geleni yapıyor da ondan. Bir yolsuzluk davasında hepimize verilen zarar, iktidarın da yönlendirmesiyle, tüm ülkeyi kaos ortamına sürükleyecek şekle dönüşüyor ve tüm kurumlar sarsılıyor. Bu tirenin arkasına muhalefet de takılıyor. Ekonomi yerle bir... Siyaset zaten çirkin... Ülkede "tü kaka" edilmemiş ne kurum ne de isim kalmadı!

İsimsiz Kahramanlar Ülkesi

Dostum, yine sana yazmak istedim. Bugünlerin benzerleri dün yaşandı, bugün yaşanıyor ve yarın da büyük bir ihtimalle yaşanacak! Yapamıyoruz! Olmuyor! Mutlaka bir isme, önde yürüyecek birine ihtiyaç duyuyoruz. Öyle ki bu ismin sahibi bazen okyanuslar ötesinde ve hatta geri dönmeyecek bir gemi nin yolcu listesinde bile olabiliyor! Ak Parti Erdoğan'sız düşünülemiyor. Ülke batar hafazanallah! Ana muhalefetimiz şimdilerde Kılıçdaroğlu olmadan asla modunda. Cemaatler ise her daim bir "efendi"ye muhtaç! Ülkenin iplerini elinde bulundurduğu iddiasındaki kuklacılar dahi görünür olabilmek için kendileri ile yarışıyorlar. İsimsiz kahramanlar edebiyatı ise her daim en iyi satış yapan hikaye oluyor. Oysa sokaktaki kestanecinin bile hayali isim yapmak. Alanında tanınmak! İnternet suçları üzerinde uzmanlaşmış "anonymous" diye bir gurup var. Onlar dahi isim getirecek eylemler yaparak adlarına yakışmayacak şekilde kendilerini duyurmaya çalışıyorlar. Etr

İstikrar

Bağzıları için gün... Sabah: Parti de cemaat de iyi! Adalete güven esas! Öğlene doğru: Cemaat iyi, parti kötü! Adalet bağımsızdır dokunulamaz, sadece az biraz cemaatin kontrolündedir! Öğlen: Parti iyi, cemaat kötü! Adalet bağımsızdır dokunulamaz, sadece az biraz hükumet etkisi vardır! İkindi: Parti de cemaat de kötü! Adalet bağımsız olmalıdır ancak bir taraftan cemaat diğer taraftan parti kontrolündedir! Akşam: Ülkede muhalefet yok! Yeni slogan: Tam bağımsız, tarafsız yargı! İstikbal yeni dosya ve kasetlerdedir! Yatsı: Parti de cemaat de muhalefet de yargı da kötü! Ülkede tek güvenilir kurum var; sarsılmaz Türk Ordusu! Ertesi sabah: Yaşasın tam bağımsız, demokratik Türkiye! İmza: ABD Büyük elçisi! Günün sonunda tüm Türk kurumları kötüdür! Yüce ve dokunulmaz dershaneler dahi!.. ...ve elimizde kalan "nur" topu gibi yeni bir krizdir! İşte istikrar da buradadır! Her ne olursa olsun ülkenin içini de dışını da -benim gibi cahil birinin bile görebildi

Kirli Gündem

Yolda yürürken dahi başımı kitabımdan kaldırmak istemiyorum artık. Bu nedenle yerlere döşenmiş sarı "kör" kılavuzlarını kullanabilmek adına izin isteyeceğim yetkili merciyi arıyorum! Elimdeki bastonla olmasa da kitapların kılavuzluğunda dolaşmak istiyorum dış dünyada... Kapalı gözlerle okuyabileceğimi bilsem bazen hiç açmayayım gözlerimi diyen düşüncelere kapılıyorum. Haber sunucuları, siyaset ya da spor yorumcuları, hatta siyasetçi ve sporcular konuştukları yerlerde ellerinde kitaplarla çıksalar kürsüye ne güzel olur. Mesela bir teknik direktör hakemin kötü yönettiğini, rakibin kırıcı ve sert oynadığını düşündüğü bir maçtan sonra çıksa basın toplantısında Don Kişot okusa! Gurup toplantısında çıkıp konuşacak bir genel başkanın elinde Mesnevi ya da Yunus Külliyatı olsa çok şey kaybeder miyiz gerçekten? Tamam kitap okutma fikri biraz uçuk gelmiş olabilir. Şiir okutalım o zaman. Yok o da mı olmaz? Şarkı, türkü söyletelim! Altından geçilmediği sürece söğüt dalına yuva yapmı

... buz gibi soğurum sizden!

Hatırlatmayın... Bir de mezarlığa yazmışlar "Her canlı ölümü tadacak"mış! Birde bunun nefis'li olanı varmış! "Her nefs ölümü tadacak"mış! Kaldırın oradan o "yazıyı"... Ne çirkin "cümle" o!.. Boğazın dibinden tünel geçirilmiş, gökdelenlerin yakında birbirini deleceği bir Türkiye'de ve yüzyılda hala nelerden bahsediyorsunuz! Ne çirkin! Adamlar bırak dünyayı, denizin dibine kazık çaktılar! Ben neden göçecekmişim! Estetik ameliyatı var. Yaşlanmayı gizleyen, geciktiren kremleri var. Hiç olmadı badana boya malzemeleri var! Gencecik adamların, kadınların ağzında ne çirkin bir kelime ölüm! Hiç yakıştıramıyorum! Hatırlatmayın!.. İstemiyorum!.. Unutmadan bugün de 17 Aralık! Düğün günü, hani beyazlar içinde adamlar kendi etraflarında dönüp dans ediyorlar. İşte o gün! Ne eğlence ama ya!.. Kafa bi dünya olur inan ki!.. Gerçi o soyunur gibi dansları ve kafalarındaki külahları falan hiç anlamıyorum! Ama olsun eğlenceli!.. O "uzun ka

Destek

Herkes hayatı boyunca yalnızca bir tek yanlışa karşı çıksa ve bir tek doğruyu desteklese yer küremizde hiç yanlış kalmaz, doğrularda paylaşılamazdı!

İnsan ilişkileri

Sevginizi de düşmanlığınızı da göstermekte aceleci ve uç davranmayın, zira insanoğlu büyüklüğü ve yapısı farklı aynalar gibidir ve bu aynalardan yansıyacak olanlar beklentilerinizle uyuşmayabilir.

Çalışma Hayatı (6 Aralık 2013 Cuma Hutbesi)

Değerli müminler! Toplum içinde yaşamanın insana yüklediği bazı hak ve sorumluklar vardır. Haklara saygı göstermek her insanın asli görevidir. Haklar içinde önemli bir yeri olan emeğe saygı da İslam’ın üzerinde önemle durduğu hususlardandır. Yüce Allah, emeği bir hak olarak kabul etmiş, emeğin hem maddi hem de manevi karşılığının olduğunu birçok ayette beyan etmiştir. Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de: “ İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir ” [1]  buyuruyor. Bu ayetlerle, Mevla’mız gerek dünyada, gerekse ahirette bedeni ve fikri hiçbir emeğin karşılıksız kalmayacağını vurgulamaktadır. Bir kutsi hadiste ise, Allah Teâlâ kıyamet gününde kendisine verdiği sözü tutmayanın, çalıştırdığı işçiye emeğinin karşılığını vermeyenin hasmı [2] olacağını ifade etmektedir. Sevgili kardeşlerim! Ahlaki değerlerle bezenmiş müteşebbis çalıştırdığı işçinin ücretinin insani ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzeyde olmasına özen göstermeli, fırsatçılıktan kaçınmal

Yanlış

Bir şeyi eleştirdiğinizde en sert tepki verenlere iyi bakın zira eleştirdiğiniz şeyin gerçekten kusurlu olduğunu en iyi onlar bilirler ve bir şekilde o yanlışın içindedirler.

Mahalle baskısı (Kıldan tüyden meseleler...)

Dostum, Son zamanlarda o kadar baskı altındaydım ki sorma gitsin. Vakti zamanında başörtülüler bile benim kadar baskı görmemişlerdir! Olmadığında kendimi çıplak hissettiğim sakalımdan bahsediyorum. Sakalıma olan bu takıntıyı anlamakta da gerçekten zorluk çekiyorum. Öyle bir mahalle baskısı vardı ki üzerimde artık kusacağım. Uzunca bir süredir "Ne zaman keseceksin?" sorusunun bir sürü türevi ile karşılaşıyordum. İşi şakaya vurup "Dur! Seni de listeye yazıyorum." diyordum. Geçen gün birine "Seninle dokuz yüz bilmem kaç oldu" dedim. Ciddiye aldı! Şaşkınlığı çok enteresandı. Üniversite zamanında da uzun saçlarım sürekli tartışma konusu olurdu. Yakın bir dönemde -doğru düzgün kullanma şansı bulamadığım- motosiklet merakım eleştiri konusu olmuştu. Bir zaman önce müziğe merak salmış -nedense hiç beceremedim- bu nedenle sağ elimin tırnaklarını biraz uzatmıştım. Yine tahmin edersin ne olduğunu. Ne kötü şey şu mahalle baskısı... Velhasıl bu hafta sakalımla

Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!

Bu ünlü deyişi alıp aklımızın bir kenarına yerleştirelim. Karşımıza çıkan her fırsatta da ilk hatırlanacaklar listesine yazalım. Hükûmetin aşırı güçlenmesine yönelik eleştirilerimi ve endişelerimi de desteklediğim politika ve uygulamalarını da burada çokça yazdım. Cemaat önderi olarak gördüğüm Gülen'in bazı görüşlerini de burada birkaç kez eleştirmiştim. Özellikle Filistin ve Mavi Marmara konusundaki açıklamaları ile İsrail'i savunan düşüncelerinin hiçbirine katılmadığımı hatta telin ettiğimi de belirtmiştim. Bunları aşağıdakileri okumadan önce göz önünde bulundurun. Malumunuzdur çokça okudum (28 yıl.) Çokça çalıştım (17 yıl.) Hala bir arpa boyu yol gidemediğimi düşünüyorum. Burada  daha önce değinmiştim; 27 yaşıma kadar yaptıklarımın, çalıştığım iş kolunun en iyilerinden, tanınmışlarından biri olmak gibi bir hedefim vardı. Şükür ki bu hedefleri ıskaladım. Ancak bu ıskalama çok önemli ve değerli olduğunu düşündüğüm bir anlayışı da beraberinde getirdi: haddini bilmek! Bunu

Şizofren

Özel biriyim ben, seçilmişlerden biri Herkesin sadece bir gerçekliği varken Benim en az iki seçeneğim var aynı anda Evet, bir şizofrenim ben Kafamın içinde binlerce ses Her biri ayrı tonda ayrı kişiliklerde İki gerçeklik var dünyamda Biri gerçek gerçeklik olmalı Çünkü sen varsın yanımda Diğeri ikinci gerçeklik Bunda sonu aynı hep hikâyemin Sadece şekli değişiyor ölümümün Kafamın içinde binlerce ses Ama görüşleri aynı hepsinin Bir kötü yanı var bu durumun Hepsi aynı anda bağırıyor Kafamın içinde yankı yankı İşte O işte, koş peşinden Bırakma onu, öleceksin yoksa Yanacaksın soğuktan, donacaksın ateşten Hep bir ağızdan bağırıyorlar içeriden Bırakma onu, öleceksin yoksa Evet, bir şizofrenim ben Ama tek bir görüş yankılanıyor kafamda Haykırıyorlar hep bir ağızdan Bırakma onu, öleceksin yoksa Evet, bir şizofrenim ben 16 Kasım 2009, İstanbul

Hucurât Sûresi 11 - 12. Ayet

Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir. Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

Eğitim

Ne terör ne de dün Diyarbakır’da yaşananlar, ne AB ne de ABD ile ilişkilerimiz. Bu ülkenin kendi sınırları içinde de dışında da en büyük problemi eğitimdir. Yaşadığımız tüm sorunların temelinde de öncesinde de sonrasında da eğitim sistemimizdeki bozukluk ve aksaklıklar vardır. Yani bu en temel sorunumuzu halletmeden hiçbir şeyi düzeltemeyiz. Bu sorun öyle cumhuriyet dönemi ile ilişkilendirilebilecek kadar kısa bir tarihe sahip değildir. Kökleri Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan hatalara kadar uzanır. Ama bu konulara tek tek değinecek ya da hepsine çözüm önerecek kadar derin bilgiye sahip değilim. Bir tek konu var gündemimde şu an; dershaneler. Cemaatin/hizmetin başını çektiği bir gurup şiddetle karşı çıkıyor dershanelerin dönüştürülmesine, dönüşmeyenlerin kapatılmasına. İşin ilginç yanı bu savaşta düşman kardeşler birlik olmuş durumda. Hürriyet, Zaman gazetesinin en büyük destekçisi oldu. Cemaatin yayın organları bir haftadır hükümete etmedik laf bırakmadı. Bunların hepsini Allah’a hav

Olmak ya da olmamak!..

2011 rakamlarına göre sayıları 4.000'i (yazıyla:dört bin), çalışan sayısı 70.000'i (yetmiş bin), müşteri sayıları 1.200.000'i (yazıyla: bir milyon iki yüz bin) geçmiş bir topluluk son nefeslerini verirken çırpınıyor ve can havliyle bir çok yere saldırıyor. Kim ne yapıyor, ne söylüyor? Hepsi ortada... Vakti geldiğinde hükumete de, muhalefete de, cemaate de eleştirimi esirgemedim, esirgemem. Ben, yakınlarıma dahi dokunsa adaletten ayrılmamam gerektiği düsturuyla büyütüldüm. Bu nedenle haksızlık karşısında susmam mümkün değil! Sondan başa doğru; Kendilerini terörün önündeki en büyük engel olarak sundular.  Yetmedi "Biz olmazsak doğu ve güney doğuda yoksunuz, gençlerin dağa çıkmasını biz engelliyoruz" diyerek aba altından sopa gösterdiler. "Eğitim sisteminiz 'rezalet', bizler sadece bu 'rezaletin' tezahürleriyiz" minvalinde konuştular. (Tırnak içindeki kelime bana ait değil!)  Eğitim sisteminin adaletsiz olduğunu dershane sistem

Dua

Aynı duaya amin diyebilirsiniz herkesle Ama farklı dualara da amin diyebildiklerinizdir Fark yaratanlar Şimdi sorun bana ölümü, yaşamı Şimdi, anlatın otuz beş yaş şiirini Dante'den dem vurun şimdi bana Yaşamı sorun ölümü anlatayım İnancı sorun bana aşkı anlatayım size Şimdi anlatabilirim belki Yaşamla ölümün arasındakileri Hayat der, başlarım ezberden Ne kadar farklı ve fakat ne kadar aynı olduklarından Cahit Sıtkı'dan bahis açarım size Dante'ye bağlar geçerim Cemal Süreya gibi sorularla çıkar gelirim: "Sahi sizin?.." Sevdiklerimden Sevenlerimden Amin dediğim dualardan Amin denilen dualarımdan söz açarım Bu gece size aşktan bahsederim Yaşamdan, ölümden ve dualardan Kısacası hayattan...

Gündem

Buraya kaç kez yadım. Kaç kez konuştum, haykırdım bu konular hakkında bilmiyorum. Her önemli dönemeçten ya da halktan gizlenmesi gereken olaydan önce/sonra bugünlerdeki gibi kısır tartışmalar yaşıyoruz. Ülkemin "baskın siyasetçisi" tam da yurt dışına çıkarken öyle bir konu atıyor ki ortaya arka planda olanlar oluyor. Bir zaman paranın üstündeki, bir zaman duvardaki resimler konu edildi. Bir başka zaman rahimlerdekileri konuştuk daha oraya düşmeden. Sonra malum değişmez bir konumuz var; başörtüsü! Şimdi de tüm toplum, sosyali - asosyali, evlerin içindekileri tartışıyor. Hayır, ben yukarıdaki girişten sonra bu konularda tek bir kelime yazmayacağım. Çünkü aklımda Hindistan'ın Mars'a gönderdiği uydu haberleri dolanıyor. Mursi'nin tarihi yargılanma süreciyle ilgilenmek istiyorum. Filistin meselesinde yokluk içinde kıvranan kadın ve çocuklar içimi sızlatıyor. Suriye'de insanların yokluktan sokak hayvanlarını yemeye başladıkları haberleri karnıma sancılar saplanmas

İlahiyat

Malum yaz başında Sosyoloji bitti. Bir sene ara verip daha sonrasında okumaya devam ederim diye düşünüyordum. Ancak yine dayanamadım ve bayramdan sonraki hafta başında gidip İlahiyat bölümüne yazıldım. “İlk emir” hala olduğu yerde duruyor, ben de yakalamaya çalışıyorum… Okuyorum, okudukça şaşırıyorum! Not: Başlangıcını buraya not düşeyim ki ilerleyişi ve sonucunu da paylaşabileyim.

Teklif

Dostum, Bilen bilir Fatih’te Sanki Yedim adında bir cami vardır. Hikâyesi rivayetlerden oluşmakla birlikte vermek istediği mesaj gayet güzeldir. Rivayetlere göre caminin banisi canı ne çekerse çeksin yediğini varsayıp bedelini bir kenara biriktirmiş ve en sonunda da biriktirdikleri ile bu camiyi bina etmiş. Hikâye gerçek veya değil günümüz insanına çok güçlü ve ince bir mesaj verdiği kesin. Ben öyle konuşarak şunu şöyle, bunu böyle yapın diyen ama kendi hayatına söylediklerini uygulamayanlardan pek hazzetmem. Bu köşe yazarlarının işi!.. Yapmayacağım şeyi söylememeye, söylediğim şeyleri de yapmaya çalışırım. Örneğin, ramazanlarda dışarıda iftar açmayı pek sevmem. Uyanık işletmecilerin üç kuruşluk menüyü beş liraya satıyor olmaları ayrı bir rahatsızlık sebebiyken, iki kişi oturduğunuz bir iftar sofrasından kalanlarla Afrika’da bir ailenin günlerce karnını doyurabileceğini bilmek, duyduğum rahatsızlığın temelini oluşturur. Mecbur kalıp katıldığım iftarların tutarını -belki de çok doğ

Acil Kan İhtiyacı (!)

1996 yılı yazıydı. Birçok kere yakından inceleme fırsatı bulduğum hastane ortamını ilk defa gerçekten yaşıyordum. Kötü zamanlardı. Daha çok gençtim ve bir hastanede olmanın en kötü tarafı hasta olman değil, elinden bir şey gelmeyen bir hasta yakını olmandı. Oradan oraya çaresizce koşturmak ne demekmiş o zamanlarda öğrenmiştim. İnsanlar çok çabuk unutur! Unutmak Allah'ın biz insanlara verdiği en önemli nimetlerdendir! Yoksa değil mi? Ben unutmadım/unutamadım o günlerdeki ne Okmeydanı SSK'yı ne Cerrahpaşa'yı ne de Samatya'yı! Hele Samatya'nın içinde ilaç veznesindeki şuursuz ve de vicdansız adamı da hiç unutmadım. Hala öfke doluyum! Çapa Kan Merkezinde az dil dökmedim, az yeminler etmedim! Benim damarımdan çıkan kanı bana vermeyen yetkililerle az boğuşmadım. Bu zamanlarla o zamanları kıyaslayınca şükretmemek ahlaksızlık olur. Nerede o zamanın nursuz, vicdansız mahlukları nerede bugünün güler yüzle sizi karşılayanları... Hala problemler var! Hala yanlışlar ve eskinin

Rüya

Dostum, Önceki gece bir rüya gördüm. Rüyamda bir caminin avlusunda cenaze namazına yetişmek için koşturuyordum. Cemaat de geç kalmış olacak ki tekbir ile birlikte herkes dağınık bir şekilde namaza durdu. Ben de biraz ilerleyerek aynını yaptım ve Sübhaneke'yi okudum. Sonrasında da uyandım namazı tamamlayamadan. Çok fazla rüya görmeyen ya da gördüklerini hatırlamayan benim için bunca detay şaşırtıcı... Sabahında dedemden kalma tabir kitabına baktım; cenaze ve cemaat yorumu gerçekten ilginçti! Ya sen dostum, sen ne dersin?

Sehir Tiyatrolarinda 2013 Perdesi

Ne çabuk değişiyor gündemimiz. Fark ettim ki şu "modern" sosyal medya tantanasını bu nedenle sevmiyorum. Hiçbir şeyin özümsenmesine, derinlemesine tartışılmasına ya da gündemde kalmasına izin vermeyen hayatlar diretiyor bize... Daha üzerinden sadece bir seneye yakın bir zaman geçmiş olan bir siyasetçi - tiyatrocu, "sanatçı" problemimiz vardı. Kimse hatırlıyor mu? Daha tartışmalar çok yeniyken " Tiyatromdan el çekme " demiştim. Peki, ne oldu? Diğer şehirleri bilmem ama öyle görünüyor ki İstanbul'da şehir tiyatrolarında eli olan kalmamış; ne devlet ne belediyeler ne de sanatçılar. Geçen sezonu sadece iki yeni oyunla açmışlardı. Şimdi biraz daha çeşitlenmiş ama yeter mi? Şu "modern" dünyada eskiye dair ne varsa kötüleyerek daha iyi olacağımız yanılgısına düşüyoruz. Yenilikçiliğin eskinin atılması, unutulması olduğunu sanıyoruz. Oysa en kalıcı yenilik ve değişiklikler kökleri en kuvvetli olanlardır . Bunu bir anlayabilsek ne çok şey değişecek

28 Şubattan 8 Marta

Uzun zamandır gözlemlemeye çalıştığım bir konu kadınların günümüz toplumundaki yerleri. "Baba" evlerinde, "koca" evlerinde, okullarda, iş yerlerinde ya da sokaklarda kadınlarımız nerede? Ne kadar hayatın içindeler? Ne kadar varlar? Hayır, bu sefer başörtüsü meselesinden bahsetmeyeceğim ya da konuyu makro düzeyde ele alıp kadınların problemlerinden bahsetmeyeceğim. Bu haftanın Camiler ve Din Görevlileri Haftası olması dolayısıyla "Davet hepimize ailece camiye" sloganıyla kadınları "yeniden" camiye çağıran Diyanet İşlerinin mesajından hareketle bizlerin bu konuya nasıl baktığına dair basit bir tablo çizmeye çalışalım. Bu hükumet döneminde, herkesçe malum olduğu üzere, restorasyon işlerine bir hayli önem veriliyor. Neredeyse tüm tarihi camiler elden geçiriliyor. Yeni camiler yapılıyor. Peki bunlarda kadınlarımız için gerçekten onlara değer verdiğimizi gösterir bir anlayış taşıyor muyuz? Cevap kısa ve öz; hayır! Hatta bazı yerlerde o kadar kötü

Diyorum ki

Diyorum ki; dayı şu safı sıklaştırsak Dayı utanmasa oflama sesini imama duyuracak Sonra amerika-sı var Karşısında kardeşin var Ölüm var Geri kalıp mahcup olmak var Gel de anlat Diyorum ki; birader, adam güzel bir şey anlatıyor İyi de diyor eleman, bunun yeri mi, zamanı mı şimdi E diyorum kurtuluş, hak, hukuk, mücadele var Utanmasa bana mı sordular diyecek cahil Sonra fitne var, küfür, küfran var Bunların dini de imanı da bir; ab-si var, rus-u var, çin-i var Gel de anlat Diyorum ki; dayı buyur öne geç Geç de birlik olalım, birlikte duralım kıyama Kibarlıktan olsa gerek kırılacak, susacak İmam diyorum izinde de cemaat nerede Onlar da izinde imam ile Sonra zulüm var, ezilen Müslümanlar var, ezen zalim var Gel de anlat Diyorum ki; adama annen zor durumda Dünya barışı diyor adam hoşgörüden geçiyor Baban diyorum kadına ne kadar çok seviyor seni aslında Ülkede huzur yok diyor kadın kestiler tüm ağaçları Neyi ne kadar anlatabilirsen buyur gel Anlatabilirsen Gel de

Yakınlara Yollar - Yeniden...

Yıl 1998, yani yakınlara yollara kendi aracımla ilk kez bundan 15 sene evvel düşmüşüm. Bazı seneler birkaç kez gidip gelmişim. Rota standart aslında; bir ucu İstanbul bir ucu Rize olan yolculuklarımın. Ama hep aklımın bir köşesinde bir seyyah gibi, geçtiğim illerde konaklayarak hedefe varmak olan bir hayal vardı. Vardı diyorum çünkü bu sene bir kısmını gerçekleştirdim. Bir çoğu ilk üniversite yıllarımda ve devamında olan şehir gezilerimde 42 ilde konaklamış ve kısa geziler yapmıştım. Ancak bunların çoğu iç anadolu, ege ve akdeniz illeriydi. Kütahya'da okumanın getirisiyle bir çoğu onun çevresindeydi. İzmir başta olmak üzere Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Isparta gibi illerle başlamıştım şehir gezilerine. Gerçi ilk zamanlar bir şehre gidip orada gerekirse tiren garında sabahlayıp, şehrin meydanlarında gezmeyi işten sayıyordum. Ne de olsa öğrenciydik ve tiren yolculukları bile bu geziler için yeterliydi. O gezilerin en sıkıcıları Ankara'ya yapılanlardı. Ancak orada da bir dost va

Elif'i anlamak, Elif olabilmek...

Sene 1998... Olayların çok önceleri başladığı ama yeni yeni alevlendiği dönemler. İlk olarak İstanbul Üniversitesi sonra -yanlış hatırlamıyorsam- Karadeniz Teknik Üniversitesi "bağımsız" yönetim organları vasıtasıyla bazı kararlar aldı. Kılık kıyafet yönetmelikleri yayınladı ve uygulamaya başladı. Bunların bizim okula sirayet etmesi epey uzun sürdü! Tam 1 sene... Sene 1999... Uzaktan haberleri duyuyorduk. Neredeyse tüm üniversiteler peşi sıra kararlar alıyor, yasaklar "pandemik" bir şekilde yayılıyordu. Gerçi Kütahya'da bu işler öyle kolay değildi. Solcuların tuvalet kapılarının arkaları dışında slogan yazacak yerleri olmayan bir okuldu Dumlupınar. Sadece öğrencileri mi? Hocaları dahi sağ omuzları yukarıda yürürdü bizim okulun! Tüm sınıfın, kız - erkek ayırmadan, "suratına tüküren" kadın hoca gördü bu gözler; kavgaya müdahil olunmadı diye. Bunun sonucunda giriş katındaki sınıfın camından atlayarak kavgaya koşanları da... Zordu yani kısacası bizim oku

Huntington haklı mıydı? - Çöküş

Sağır sultan duymadıysa bile en azından bir yerlerde okumuştur Samuel Huntington'ın Medeniyetler Çatışması'nı. Kendisini okumadıysa bile artçıllarına veya karşıt görüş bildirme çabalarına bir yerde mutlaka rastlamıştır. Medeniyetler Çatışması başlığı aslında kendi kendini açıklar gibi gözükür. Ancak pek de öyle değil. Medeniyetler çatışmasını anlatmasını beklediğiniz tez dünyayı  kendi içinde medeniyetlere bölüyor gibi gözükmekle birlikte İslam medeniyeti ve diğerleri gibi ikili bir ayrıma ulaşır. Bu ayrım sonucunda da aslında diğer medeniyetler ve onların İslam ile çatışmaları gibi bir teze kavuşur. Bu tez ve devamında ortaya koyulan birçok görüş "vahşi" İslam ile "medeni" batının eninde sonunda kanlı bir çatışmaya girişeceğinde birleşir. Bunu önlemek için öneriler arasında İslam'ın özüne dönüş yerine Batı, yani "medeniyet" değerleri ile, kendini yeniden yorumlamasının tek çıkış yolu olduğu ancak bunun dahi hızla yaklaşmakta olan "kanlı&

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu

Bu sene memleketten uzak kaldım. Muhtemelen bayramlarda da gitmeyeceğim. Bu nedenle olsa gerek Validem sürpriz yapıp bayram için İstanbul'a geldi. Bu vesileyle defalarca dinlediğim büyük dede ve ninelerimin hikayesini bir kez daha sordum. O anlattı, bir kez daha sordum. Büyük dedem Çanakkale'de şehit düşmüştü. Bunu biliyordum. Ancak 1. cihan harbinde memleket topraklarımın nasıl işgal edildiği, insanların ne zor şartlarda neler yaşadıklarını hiç sorgulamamıştım ve bilmiyordum! Balkan harbinin bizimle ne ilgisi olabilirdi ki! Benim için ne ayıp değil mi? Ninemin üç küçük çocuğunu birden alıp kaçamayacağı için birini geride nasıl bıraktığını hiç bilmiyordum. Büyük ve eski acılar konuşulmaz bizde, çünkü konuştukça yenilerinin çıkacağına inanılır. Bu seferde aynısı oldu. Dedemin çocukluğundaki yokluk yıllarında ağabeyinin koyun pisliğini nasıl zeytin sanıp toplayıp eve geldiğini öğrendim. (Hem de babasının cenazesinde...) Bugün burun çevirip yolumuza gideceğimiz şeyler için kil

Nasıl bilirdiniz?

Dostum, Hayat o kadar hızlı akıyor ki avuçlarımın içinden, tutamıyor ve tutunamıyorum. Akıp gidenlerin ne kadarı kaldı ki hafızamda. Örneğin, ilk ne zaman başlamıştım oruç tutmaya net bir bilgi yok elimde; yirmi ya da yirmi beş sene diye anlatmaya çalışıyorum. Arada koskoca beş yıl var. Sanki o aralık kocaman bir boşluk. Mesela çocukluğumda Yavuz Sultan Selim camiinin eli hortumlu hocasından kaçıp bir yanımı eksik bırakışımın üzerinden kaç yıl geçtiğini de hatırlamıyorum. Mahallede ki çocuklar birleşir camiileri gezerdik bir zamanlar, oyunlar oynar, gürültü patırtı yapardık ama her gittiğimiz camiide namazımızı da kılardık. Bunu kim teşvik ederdi? Namazı bana kim öğretti? Hatırlamıyorum! Hafıza hep iyiyi kendine kötüyü başkasına yoruyor. Malum hafıza-i beşer nisyan ile malül! Dostum, bazı geceler soruyorum kendime; " Kendini nasıl bilirdin? " diye. Karşılık olarak bulduğum sessizlik her geçen gece daha da ürkütücü geliyor! Ve biliyor musun Mevlana'dan dem vuran birçok

Süleymaniye’de bir teravih akşamı*

Üst not: Uzun uzun yazmayı düşünüyordum ve birkaç kez dile getirmiştim. Suriçi'nin durumunu içler acısı. Bizim oraların insansızlaştırılması konusu ise artık önü alınamaz bir durumda. Hele camiiler... Bu sene Ramazan'da yaptığım kendi "kültür" turumdan hareketle yazacaktım bu konuyu ama Ekrem Dumanlı benden önce davranmış. Ben biraz daha farklı bir açıdan yine de yazacağım ama şimdilik bu bakış açısı da benim duygularımın bir kısmını anlatmak adına yeterli olacaktır. * * * "Beyazıt Camii hariç İstanbul Suriçi’ndeki camilerin restorasyonu çok şükür ki bitirilmiş. İnsanın içine inşirah veriyor bu yeni hal. Ancak mübarek Ramazan ayına rağmen, o pırıl pırıl camilerde üç-beş saf bile teşekkül etmiyor. O muhteşem Süleymaniye’nin nerdeyse tamamı boş. Sultanahmet Camii’nin önemli bir kısmı turistlere tahsis edilmiş; ancak saflar oralara kadar bile ulaşamıyor. Yazık! Daha 20 yıl önce lebâleb dolan o güzelim camiler neden şimdi bomboş? Eminönü Yeni Camii’nde tek bir

Sorun

Sabah çok erken, gece çok geç benim için Gündüz meşgul olduğunu düşünüyorum Akşam yolda olduğunu varsayıyorum Eve vardığındaysa evdesin Evde olmadığında da evde yoksun zaten Tatildeyken tatilin, işteyken işin sorun Arkadaşlarınla iken sorun arkadaşların oluveriyor Yalnız olduğunda yalnızlığını bölme diyor ses Kafamın içindeki o ses Bir tek an kalıyor bana sensiz İşte o zaman Yanındaysa yanındadır diyor o ses

Sosyoloji lisansı

Dün fırsat bulup da buraya not düşememiştim. Haziran başında, dört sene önce o mu bu mu diye kura çekerek başladığım ve büyük bir keyif alarak okuduğum sosyoloji bölümünü ders ve sene kaybetmeden bitirdim. Dün itibariyle diplomamı da alarak bu konuyu kapatmış oldum. Okuduğum binlerce sayfadan ,bazılarını istisna tutmak kaydıyla, bence çok güzel şeyler öğrendim. Sosyoloji en azından beni onlarca yazar ve düşünürle ilk kez ve bazen tekrar tanıştırdı. Elias Canetti ve dolayısıyla Kafka tanışıklığı ise bunların sanırım en değerlisi... Bunu küçümsemeyin bazen bir paragraf, bir cümle yeter kendinizi biraz daha ve yeniden bulmanıza... Velhasıl sosyoloji bitti şimdi önümüzdeki maçlara bakacağız hayırlısıyla... İlk emirde, "Oku!", takılı kalmayıp ilerleyebilmek duasıyla...