Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yûsuf ile Züleyha

Neşet Ertaş'ın babasından naklettiği bir şey var: " 'Baba,' dedim 'Neden sen kendin beste yapmıyorsun, türkü üretmiyorsun?' dedim. 'Oğlum,' dedi 'ozanlar birbirinin devamıdır.' dedi. 'Eğer benim demek istediğimi benden evvel gelip giden bir ozanımız yazmış, gitmiş ise bana o bir miras bırakmıştır. Saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım.' dedi." Bazı şeyler böyledir. Ortaya bir farklılık bir üstünlük koyamıyorsanız hiç kalkışmazsınız o işe... Yûsuf ile Züheyla'nın hikayeside böyle bir şey. Bilmeyen kimse yoktur sanırım. Ama yine de bir hikaye yeniden nasıl yazılır diye güzel bir örnek olacak bir kitaptan yeniden okudum Yûsuf ile Züleyha'nın hikayesini. Hele ki bir de tavsiye üzerine okuduğun İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün işkencesinden sonra Nazan Bekiroğlu'nun satırları için ancak terapi benzetmesi yerinde olur. Güzel hikaye şöyle başlar: Her kuyuya atılanı düşmüş sanma... Her yüzüne güleni dost san...

Zaman

Birinin yüzünden zamanı anlamanın yolu göz kapaklarının kapanışındaki ritme bakmakla da mümkündür; göz kapakları yavaşça açılıp kapanan kişinin sohbetine nail olamadan ayrılmaksa büyük kayıptır.

Sizin hiç babanız öldü mü ?.. Gazze'yi hiç duydunuz mu? Hiç ağladınız mı ?*

Bir anda gelişti, bir anda oldu: Gazze'ye gidiyoruz. Ne ürkünç bir cümleymiş ki bu, duyandan “Ah, vah, aman dikkat, n'apacaksınız orda ya, olur mu ya” inlemeleri, sızlamaları yükseldi. Orda insanlar ölsün, sen burdan uzaktan uzağa inle, sızla. Bu mu adalet? Tabii herkes gidemeyebilir ama giden gider, ağlayan ağlar, ölen ölür kardeşim. Hayat ne kadar gerçekse, Gazze de o kadar gerçek işte. Ben heyecanlandım. Bombalar yağarken girmemiştim hiç o şehre daha önce. Aldım çantamı çıktım. “Ne yapacaktım ki o insanlar için. Görecektim o kadar. Ne yapacaktım ki o insanlar için. Ağlayacaktım o kadar...” Empati yoksunu, kolaycı insanlar böyle konuşsun dursun değil mi, hep konuşurlar zaten. 'Ne yapacağımı', var mı? Görüp, ortak olacaktım. Paylaşacaktım... Sahi, “Sizin hiç babanız öldü mü”... Okudunuz mu bu şiiri, bir anlam yüklemeye çalıştınız mı? ... * Hilal Köylü 'nün Sizin hiç babanız öldü mü ?.. Gazze'yi hiç duydunuz mu? Hiç ağladınız mı ?   bağlantısında söyledik...

Doğru Reklamın Gücü (Lenka - Everything At Once)

Windows 8 diyerek mi başlasam? Yoksa Lenka, Evrything At Once diyerek mi? Bir reklamın ne çok şey değiştirebileceğinin en güzel örneği bir şarkı diyerek mi girsem konuya? Baştan söyleyeyim esas olay şarkı. Windows 8 işletim sistemini ofisteki arkadaşlar birkaç aydır kullanıyorlar. Milyonlarca satırlık yazılım kodunu bir araya getirerek bu şekilde çalıştırmak gerçekten büyük başarı. Bu nedenle yiğidi öldürsek de  hakkını başta teslim etmek lazım. Ama bir önceki sürümünden çok farklı mı Windows 8? Cevap, "Surface" arayüzünü (yani yeni başlat menüsü şeklini) bir yana koyarsak kesinlikle hayır. Ne de olsa teknik olarak gelen değişikliler/yenilikler ortalama kullanıcıyı pek ilgilendirmez. Şu an kullandığınız sistem ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu? Sanırım bu soruya birçok kişi, "Evet" der. O halde neden yeni sistemi tercih edelim? Çünkü reklamlar bize bunu yapmamızı söylüyor. Tıpkı işimizi gören telefonumuzu, henüz eskimemiş ayakkabı ya da çantamızı değiştirmemiz gerek...

Mavi Marmara*

Bir ülkü uğruna yaşayamıyorum Ölürüm o halde bir ülkü uğruna Bir karınca olamıyorsam Kabe yollarında Olamıyorsam bir kuş dahi ateşin karşısında Bırakırsınız ölürüm bir ülkü, bir hak uğrunda Bir ülkü uğruna dahi olsa öldüremem Ne kadar aşağılık da olsa insan suretinde birini Korkarım aşırıya gidenlerden olmaktan Ama can olmak, bir çocuğun canına siper olmak varsa ucunda Zalimin karşısında ayakta dururum hiç değilse Ölürüm bir ülkü uğrunda Ezilirim çöllerde bir karınca gibi Yakarım kanatlarımı ateşin narında Tüm denizler bizim "Mavi" Marmara, "Kara"deniz ve "Ak"deniz bizim Adı değişse de yegane dileğimdir Bulunmak rotası Gazze olan bir gemide Öldüremem kimseyi bir ülkü uğruna Ülküm yaşatmaktır ne de olsa Ve fakat yaşayamıyorsam ülküm uğrunda Hiç değilse ölürüm yolunda... *Gazze'ye gidecek bir sonraki gemide bulunmak adına taahhüdümdür.

Hicret

Dün hicri yılbaşımızdı. Yine dünyanın dört bir yanında bir takım yoldan sapmışlar mazlumları öldürüyordu. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun mazlum her yerde mazlumdu dün yine. Dün bizim hicri yılbaşımızdı. Neydi hicret? Dininden -yaşam şeklinden- dolayı hayatı çileler yumağına dönmüş mazlum insanların bir yerden başka bir yere göçmesi... Ve onun gibisi bir daha olmayacaktı. Dün yine mel'unlar Müslümanları öldürüyorlardı. Tarih özellikle mi seçilmişti? Kibirlerini bir kez daha göstermek istercesine... Bu dünya üzerindeki kudretlerini sergilediler akıllarınca. En güçlü, en modern silahlarıyla saldırdılar dün. Dünde bir gün zehirli kılıçları vardı. Bugün lazer,uydu güdümlü füzeleri... Filistin'de, Suriye'de Allah'a inandığını söyleyen adamlar başka bir takım inançlı kişileri öldürdüler dün. Sırf başka bir peygambere inanıyor, yaşam şekli, konuştuğu dil farklı diye... O inandığınız on emrin altıncısı ne diyor? Ne diyor o inandığınızı söylediğiniz Furkan! Tamam ...

Gündüz Düşleri

Bu gece ne yapsak? Sussak sadece, susarsak anlaşsak Sarılsak öylece Nefeslerimizle uyusak Sessizce uyansak yine Sessiz bir dokunuşla günaydın desek birbirimize Kalksak, yine konuşmasak Bakışmasak Birbirimizin varlığında huzur bulsak Biliyorum ne desem şehvete yoracaklar şimdi Ama dinlemiyorum, duymuyorum onları Devam ediyorum gündüz düşlerime Mesala birinde okuma koltuğumuzda uzanıyoruz beraber Kolların yorulmasın diye benim tuttuğum kitabın Sen çeviriyorsun yapraklarını Yok olmaz bu çünkü kağıt bıçaktan keskindir bazen Bu yüzden ben çevirmeliyim yaprakları da Bazen benim sevdiklerimden bazen seninkilerden okumalıyız Senin sesinden duymalıyım bazen sevdiğim cümleleri Bazen de okumalıyım sana sevdiklerini Bu gece ne yapsak? Mesala televizyon koltuğumuza otursak Beğenmesek hiçbir programı Sonra bize güzel şiirler okuyan Türkçe, Lazca, Kürtçe ve hatta İngilizce şarkılar çalan Doğrunun yanında olmak için didinen gençler bulsak Ne kadar ben gibi Ne kadar sen...

Yeniden Meksika Sınırı

Uzun zaman önce tanışmıştım eski üçlü; İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf ile. Geçmişten gelen bir tanışmışlık duygusuyla izlemeyi sevdiğim bir programdı Meksika Sınırı. Sonra bir anda ortadan kayboldular. Farklı kanallarda farklı programlar yaptılar. Ama hiç birine ısınamadım. Şimdi Ülke'de yeniden başladı program. Kaçaklardan sadece İsmail Kılıçarslan var. Ama tarzı hala aynı. İzlenir, izlenmesi tavsiye edilir... Mariami Abduselişi'den Lazuri Nani-Nana da ilk kez orada dinlediğim Lazca bir ninni/türkü. Dinleyiniz, dinletiniz... Ne diyordum: " Faklı bir dil farklı bir kültür demektir ve farklılıklar güzeldir. " Ve ekliyordum, " Dil kültürdür ve çok dillilik çok kültürlü olmak demektir ve çok kültürlülük güzeldir. " Sonra, " ...ve en önemlisi dostum. Hoşgörü, çok kültürlülükle gelir. Hoşgörülü olmak da ayrı bir güzeldir. " diyerek tamamlıyordum. Ne diyorlardı Meksika Sınırı'nda: " ... Bir Meksika sınırı lazım...