Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Müs-lü-men

İnsanlığın yakın tarihi önleyebilecekken önlemediği katliam "görüntüleri" ile dolu. Afrika'da, Avusturalya'da, Amerika'da milyonlarca insan katledildi. Tarih hepsini yazıyor. Ancak çok daha yakın tarihimizde de katilam ve soykırımlar devam ediyor. Mal, mülk, para uğruna ve bazen din ya da özgürlük denen dinsizlik adına ama en acısı aynı "Tanrıya" inanan ve hatta aynı "mesajcıya" inandığını söyleyen insanların mezhepcilik adına işlediği "insanlık" suçları devam ediyor. Hem de öyle yazılı tarih olarak değil. Bu katliamlar kanlı canlı bir şekilde kayıt altına alınarak yapılıyor. İşte son örneği yanı başımızdaki Halep! Aşağıdaki resim Halep'ten kalanların bir kısmı... İnsanlar mı? Kalan bir avuç insanı da aynı dinin bağlısı olduğunu iddia eden Suriye ve İran rejimi, Rusya denen melanetin de desteğiyle, yoketmeye çalışıyor. Yok edemediklerini de yerlerinden, yurtlarından attılar. Srebrenitsa katilamını hatırlayanınız var mı? G

Distopya

Kızmayın! Şaşırmayın! Üzülmeyin! Bu dünyayı elbirliğiyle var ettik. Kitabı okumadık. Doğru yol yerine hep tali ve yanlış yolları tuttuk. Adaletin ırzına geçtik! Oysa titizlikle ayakta tutmamız emredilmişti. Ülkedeki her kurumun, kavramın içini boşalttık. Bilindik ne kadar güven veren yer varsa hepsini gömdük! Üzerini de balçık ile kapattık. Doğru hiçbir uygulamamız, politikamız, görüşümüz kalmadı. Günümüze ait ne varsa karaladık. Geçmiş zaten karalanmıştı! Kirletecektik tüm renkleri, önceliği beyaza verdik! Devlet kurumları ile başladık. Milli bir eğitimimiz zaten yoktu. Ordumuzu el birliğiyle yıktık. Adaleti insan eliyle dağıtacak olanda adalet olmadı mı bize ne kalacaktı ki! Adalet kendi çatısının yıkıntıları altında kaldı. Çatıyı yıkanda temizliğin simgesi kardı! Meclis bizi temsil etmiyordu! Oradaki herkes çıkarcı, yalancı ve hırsızdı; bizlerden farklı olarak! Ulusal yardım kuruluşlarımız bir bir tükaka edilmişti. Sivil toplum örgütlerimize sıra geldiğinde onları da birbiri

Duble yollar ve devlet eliyle soygun

Geçmişte kara yolculuklarında ne çileler çeker ne zorluklarla yolculuk ederdik. Kelle koltukta gezmek o günlere tam uyan bir tabirdi. Eğimi yanlış keskin virajlarla dolu, gidiş - gelişli yollarda hayatını tehlikeye atmadan yolculuk yapmak neredeyse imkansızdı. Sen tüm kurallara uysan dahi karşıdakinin bir anlık hesapsızlığı ya da kural tanımazlığı seni ve aracındakileri canından edebilirdi. Emniyet Genel Müdürlüğünün kendi istatistiklerine göre (http://www.trafik.gov.tr/Sayfalar/Istatistikler/Genel-Kaza.aspx) son 10 yılda kaza sayılarındaki artış inanılmaz bir ivme ile devam ederken, kazalarda oluşan ölümler ve kaza sonrası sağlık sorunları nedeniyle ölenlerin sayılarında düşme var. Bu da ama öyle ama böyle duble yolların işe yaradığını gösteriyor. Fakat... İşte burada öyle bir fakat devreye giriyor ki artık ipin ucu kaçmış durumda. Sürücülere kesilen cezalardaki artış da akıl almaz boyutlarda. Son on yıl içinde rakamlar ikiye katlanmış. (http://www.trafik.gov.tr/Sayfalar/Istatistikl

Tabu

Dostum, Önceki gün cuma namazını eda etmek için cemaatle birlikte camideydik. Tövbe tövbe... Yok yok... Bir gurup insanla birlikte camideydik. Hocaefendi kürsüden yaşanan son olayları eleştiriyordu. Yok yav ne efendisi düpedüz imam. Ne yapıyorum? Yahu "hoca" ile "efendi" bu dönemde birlikte kullanılır mı? Bir de "kürsü" demişim. Yahu "imam" dediğin artık terör örgütü yöneticisi! Vallahi ben kaşınıyorum. Baştan alalım... Dün cuma namazını eda etmek için bir gurup müslüman ile birlikte camideydik. Beyfendi yüksekçe bir yerde son yaşanan olayları eleştiriyordu. Sonra camiye siyaset sokmayı hiç sevmediğinden falan da bahsetti. Bunun yanlışlığına değinirken şu toplu mitingin ne kadar önemli olduğundan bahsetmeyi de unutmadı. Tüm siyaset bileşenleri orada olacakmış, biz cami içindeki topluluğun da orada olması gerekiyormuş... Ne zor değil mi? Tabu oynamayı hiç beceremedim zaten. Yasaklı kelimelere alerjim var. Yapacak birşey yok. Oysa hayatımız

Hayat

Ne kadar az yazmaya başladım. Ne yazsam birine dokunacak diye çekiniyorum. Kimi işe, kimi eşe, kimi kardeşe dokunacak onlarca can acıtıcı şey. Bir süredir liste tutuyorum. İnsanları çok eleştirmek gibi bir meslek hastalığına kapıldığımı farkettiğimden beri doğrudan eleştiri yapmamaya çalışıyorum. İş yerinde hayatımız kritik yapmak ve eleştirmekle geçiyor zaten. Liste dediysem öyle planlı programlı birşey değil. Ama kendi içinde de bir düzene sahip değil desem yalan olur. Aradığım şeyi bulmakta çok zorlanmıyorum. Liste basitçe şöyle işliyor; eleştirmek istediğim bir olay ile karşılaştığımda olayı sıcağı sıcağına not ediyor; tarih, saat, yer ve kendi düşüncemi de ekleyerek kayıt ediyorum. Sonrada değiştiremeyeyim diye metinden görüntüye çevirip saklıyorum. Bir süre sonra olayın sonuçları/etkileri ortaya çıktığında ne yazdığıma dönüp bakıyorum. Bazılarında yanlış düşündüğümü, olayı tam anlayamadığımı ve eleştiri yapsam haksız olacağımı belki de olayları olmaması gereken bir yö

Kaptan'ı da everdik

Hafta sonu çocukluktan beri arkadaşım olan Murat'ı da everdik. Adam kaptan olunca düğünü de teknede oluyor tabii... Düğün 15 Temmuz sonrasına denk gelince gündem de belli oluyor. Boğazda turlarken savaş gazisi gibiydi şehir; her semt farklı bir olayla hatırlatıyordu kendini... Allah tekrarını yaşatmasın. Kaptan ve İlkay'a da Allah bir ömür boyu mutlu, huzurlu, sağlıklı bir birliktelik nasip etsin.

Taksim Topçu Kışlası

Yok! Ben bir çıkış yolu bulamıyorum. Toplumca büyük sıkıntılarımız var. Bireysel olarak hemen herkes normal davranıyor, normal koşullarda sıradan hayatlar yaşıyor. Ama toplumsal olarak tam bir erken bunama halinde, tam bir şizofren gibi davranıyoruz. Belki de iyi, çok iyi sosyologlarımız olmadığı ya da toplum önderlerimizin kendisinde bazı problemler bireysel seviyede bulunduğu içindir. Ancak her ne olursa olsun toplumsal rahatsızlıklarımız olduğu tespitini yapmak, hatta bunu bir hastalık olarak düşünerek teşhis koymak hiçte zor değil. Örneğin toplumsal hafızamızda bir yönü ile şizofrenlik bir yönüyle erken bunama belirtileri her yerde görmek mümkün. Yakın geçmişi o kadar çabuk unutuyoruz ki bir insanın “inan sabah ne yediğimi hatırlamıyorum” sözü bile hafif kalıyor. Birilerini ya çok seviyor ya da çok nefret ediyoruz. Toplumsal manik durum –bipolar- bozukluğu... Toplum hayatında evirilme ve değişimler o kadar uzun yıllara yayılır ki yüz yıllar normal bir insan hayatındaki değişimle kı

15 Temmuz 2016

Başka ne başlık atılabilir ki! Henüz o gün ve sonrasında yaşananların ne olduğunu kimse bilmiyor. Kafamda sayısız, sınırsız sorular dolaşıyor. 15 Temmuz 2016 günü ben "kutsal topraklar"da yani Rize'deyken, akşamın ilerleyen saatlerinde üniversiteden arkadaşım, İsmail, aradı. Seyretmediğim malum olmuş. "Hemen haber kanalını aç neler olduğuna bak. Asker köprüleri kapatmış. Muhtemelen darbe yapıyorlar." dedi. Sessiz sakin bir şekilde karşıladım ve aşağıdaki cümlenin aynısını kendisine de söyledim. O sıralar daha kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Henüz aşağıdaki açıklama da yapılmamıştı ve önce "kalkışma" sonra "darbe girişimi" olarak adlandırılan olaylar henüz başlangıç aşamasındaydı. İşin rengi belli olmaya başladığında; hala anlam veremediğim olayların sabaha çıkmayacağı, en kötü ihtimalle hafta başını bulmayacağına inanıyor ve etrafımdaki herkesi de inandırmaya çalışıyordum. Sonra bir bir siyasiler, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve diğ

Dış Politika

Reel politik konuşmaktan, günlük siyasetin hamasetinden kurtulamadık. Yine eskiye döndük. Aman efendim şununla iyi geçinmek lazım terör azar! Aman efendim buna dikkat etmek lazım turizm sektörü batar! Adam düpedüz diktatör ve ülkenin seçilmiş devlet başkanı idama mahkum edilmiş bir şekilde hapiste ama bize ne! İyi ilişkiler geliştirmek önemli... Onun ayağını yıka, bunun kıçını yala... Ne güzel dış politika... Onurlu yalnızlık reel politik gereği saçmaymış ve işletilemezmiş. Mazlumun hakkını haykırmak "dostlarımızı" gücendiriyormuş. İlhak edilen yerlere ne karışıyormuşuz. Lakin ilhak etmesek de Kıbrıs meselesinde biraz daha ılımlı olup AB, ABD, İngiltere ve Rusya ile görüş alış verişinde bulunmak ve onları dinlemek çok önemliymiş... Bu onların bizim işimize karışması anlamına gelmiyormuş. Çok açık ve net bir şekilde yazayım. Düne kadar uyguladığımız dış politikanın yegane yanlış tarafı ülkelerin içinin karışmasına ve iç savaşlara zemin hazırlamasına yol açmasıydı

Şaşkın Demokrat

Siyaset konuşmaktan iflahımız kesildi. Haberlerde siyasetçi görmediğimiz gün kalmadı! Siyasetsiz konuşabildiğimiz şeylerin de sayısı oldukça azaldı. Bir de bu ortamda herkes demokrasi havarisi, herkes aşırı demokrat. Peki ama kime ve nasıl? Demokrasi dediğimiz şey; bir gurubun, yine aynı gurup adına gurubun yararlarını gözeterek kararlar alması için gurubun bütünü ya da çoğunluğu tarafından seçilmesine verilen ad olarak kullanılıyor. Oysa bu kadarla sınırlı değil. Doğrudan demokrasi, katılımcı demokrasi ve hatta komünist demokrasi gibi türevleri dahi var. Hepsinde topluluğun yararı ve faydasının gözetilmesi ortak payda olarak karşımıza çıkıyor. Kimi eşitlikçi olarak adeleti ve dolayısıyla herkesin mutluluğunu sağlamanın mümkün olduğunu savunurken, libarel demokrasi gibi kavramlar hak edenin hakettiği kadar fayda sağladığı sistemin en iyisi olduğunu söylüyor. Peki biz ne diyoruz? Özel yaşantımızda ne durumdayız? Kendi hayatlarımızdaki toplulukları nasıl yönetiyoruz? Nasıl yöneti

"Benim"

Yazamıyorum artık! Çünkü tarih değil neredeyse hayat tekerrürden ibaret. Şu günlükte kimi sadece bir cümleden kimi birkaç cümlecikten oluşan 436 tane yazı var. Hatta bunların bazıları bana ait bile değil. Ama nerdeyse karşıma çıkan herkese söyleyecek tüm sözleri yazmış, tüm mesajarı vermişim gibi geliyor. Kimi yazıların arasında gizlenmiş kalmış; " Ben diyen insandan korkarım! " kim kendini doğrudan başlıktan haykırmış. Ama yok! Olmuyor! İnsanlara "ben" demenin, "benim" demenin çirkinliğini anlatamıyorum. Benim evim... Benim işim... Benim "eşim"... Benim çocuğum... "İmtihan" benim dediklerimizle başlıyor. Keşke bilebilsek!..

Değiş(e)meyenler

Önceki hafta sonu iki gün üstüste ilginç şeyler oldu. İkisinde de aradan geçen onca zamana rağmen hayatımda, şehrimde ve ülkemde ne az şeyin değiştiğini fark ettim. Daha doğrusu en eğitimlisinden en cahiline herkesin inatla bulunduğu yeri koruduğuna birkez daha şahit oldum. Cumartesi günü kayınbiraderin nişanı vardı. Şatafatlı, üst perdeden şeyleri hiç sevmiyorum malum... Ama bazen mecbur kalıyor insan, normalde salonda yapılan nişan, sünnet düğünü gibi "gereksiz" olduğunu düşündüğüm organizasyonlara katılmıyorum. Hoş buna da katıldığım pek söylenemez. Dışarıda, geçen sene eşim vasıtasıyla tanıştığım bir arkadaşla muhabbet ettik. Arkadaş oğlu okula başladığından beri yaşadığı problemleri anlattı. Daha doğrusu yarıya kadar gelmişti ki ben geri kalanını tamamladım ve muhtemelen ileride neler ile karşılaşacağından bir buket yaparak kendisine sundum! Çocuk neredeyse benim yaşadıklarımın aynını benden 30 -yazıyla otuz- yıl sonra yaşıyordu. Olaylara bakış açısı farklı, hızı far