Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yıl sonu (Yeniden!)

Dostum, bir yılın daha, 2013'ün, son saatleri. Yine bir yıl bitiyor. Bir zaman dilimi bir başkasına devriliyor. Devrilen bu zamanda bazılarımız en değerli şeyimiz olan geçen zamana rağmen kutlamalar yapıyor. Elimizden akıp giden zamana rağmen... Bir yıl bitiyor. Yeni bir yıl başlıyor. Her son gibi bu da yeni başlangıçlara gebe olmalı... Eğer bunu bir son kabul ediyorsak, neden olmasın? Bazılarımızın değişecek hayatlarına, kararlarına, beklentilerine, tanışma, tanış olma niyetlerine... Kötü Maya şakalarından sonra 2012 de bitti. Ne "kötü" kıyamet senaryoları ne de iyileri gerçekleşti. Ne ortak bir bilincimiz var hala, acıları ortadan kaldıracak, ne de dünyamız felaketler sonucu yok oldu. O, eşini dostunu geride bırakıp Şirince'ye gidenler nasıl geri döndüler dersin? Döndüklerinde onlar için kıyamet kopmamış mıdır? Ne de olsa döndüklerinde muhtemelen ne eşleri ne de dostları kalmıştır! Ama bunların hepsi şu anda boş. Anlamsız! Hayat devam ediyor çünkü... Yıl başla

Tanışıklık

Tüm geçmişine, tüm hakkında bildiklerinize, tüm ortada olanlara rağmen biriyle tanışma, onu tanıma gayretinize, her gün yeni bir yönünü keşfetmenize denen şeydir aşk.

Rüya

Genişce denemeyecek bir çayırda bir gurup koyun görüyorum önce. Sonra oranın çayır değil de düşüncelerim olduğunu fark ediyorum. Kırk koyun diyorum kendi kendime kırk tilki misali kuyrukları birbirine değmeden dolaşıyor kafamın içinde. İçlerinden biri insan budistlere taş çıkartırcasına "hepimiz bir yerde otlamayalım" diyor, "onlarında yaşama hakkını ellerinden almayalım!" Konuşması değil de düşüncesi garip geliyor rüyamda. Uyanıp müzik açıyorum sonra gecenin bir saatinde. Dolulardan boşlara, boşlardan dolulara aktarımlar yapıyorum. O bilindik sonuçtan başka birşey çıkar mı diye bakıyorum. Sonuç bilindik; biri dolmuyor, biri almıyor. Son zamanlarda inatla düşük seyreden tansiyonum yükseliyor, nabzım kestirilemez ritimler sergiliyor. Akşamları diyorum daha az çay ve kahve tüketmeliyim. Bir de daha az düşünmeli... Yine klasik kaygılarıma dönüyorum. Bundan şu zarar görürse, şundan bu... Sonu yok bu düşüncelerin diye bilsem de elimden bir şey gelmiyor. Önüme çıkan h

"I", Batının birinci tekil kişisi

İngilizce öğrenmeye başladığım yıllarda kafama kazınmış ama nedenini bilmiyorum; "I" yani "ben" cümle içinde dahi büyük yazılmalı demişti hocalarım. Çok sorgulamadan kabul etmiştim bende. Yazı dilinde cümlenin neresine gelirse gelsin büyük yazılan tek özne diye yazılmış kafama... Bu kültür "ben"i diğerlerinden kesin ve katı bir şekilde ayrırır batı medeniyetinde. "Ben" ve "sen" yani "biz" dahi bir süre sonra bu "I" temelinden dolayı "biz" ayrımına girer. "Biz" karşısına önce bir "siz" koyar. Sonra "onlar", "diğerleri" gibi karşıt kavramlar eklemlenir bu anlayışa... "Sen" ve "o" gibi birinci tekiller zaten yoktur bu aşamadan sonra... "Ben" mutluysa, iyi kazanıyorsa, karnının doymasından geçmiş tüm zevkleri elde edebiliyorsa dünya cennettir. "Siz", "onlar" ve hatta "diğerleri"nin hiçbir önemi yoktur. Bırakı

Yine Senden

Yine bana dün senden bahsettiler Yine ne kadar kör olduğumdan Yine ne kadar güzel olduğundan Yine bana dün senden bahsettiler Yine bilmeden senelerdir sana yazdıklarımı Yine anlamadan senin aslında kim olduğunu Yine bana dün yeni senden bahsettiler...

Bugün gelen geçmiş!

Bugün gelen geçmiş!

Mescid-i Haram yasağı ve kin (Maide Sûresi 2. Ayet)

...Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye bir takımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin . İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın . Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.

Sizin olsun

Araçlarınızın ısıtmalı koltuklarındaki Şikayet dolu yolculuklarınız sizin olsun. Bana sıkışık otobüslerin, dolmuşların Ayakta kitap okuduğum yolculukları yeter. Güneşli günlerde soğumak için kullandığınız Klimalı araçlarınız sizin olsun. Bana açık havanın o terleten bunaltıcı sıcağı yeter. O sahici mutluluklarınız sizin olsun. Bana benim sahte mutsuzluklarım yeter. O çoğul kalabalıklarınız sizin olsun. Bana benim tekil yalnızlıklarım yeter. Doyumsuz tatlarla dolu hayatlarınız sizin olsun. Bana onurlu ölümlerim yeter. Sarı, kırmızı, yeşil tüm bez parçalarınız sizin olsun. Bana benimle gelecek olan 9 metrelik beyazlık yeter. Tüm sloganlarınız, sıkılı yumruklarınız sizin olsun. Bana gerektiğinde kıyamda gerektiğinde yerde olan anlım yeter. Ceplerinizdeki yumurtalarınız, ellerinizdeki coplarınız sizin olsun. Bana benim sizden ayrı olan yalnızlığım yeter. Tüm haberleriniz, gazete ve televizyonlarınız sizin olsun. Bana sararan yapraklarıyla duran kitaplarım, Hatta tek b

Okumak!

Dostum, Metallica'nın en sevdiğim şarkılarından biri olan "Mama Said" şöyle başlar: Mama, she has taught me well  Told me when I was young  "Son, your life's an open book  Don't close it 'fore it's done" Kabaca şöyle diyor: Annem, bana çok iyi öğretmişti Ben gençken söylemişti "Oğul, hayatın açık bir kitaptır Bitmeden onu kapatma" Dostum, dün iletişim sosyolojisi çalışırken bir paragrafa denk geldim. Paragraf iletişim sosyolojisinin kültürel çalışmalar yaklaşımı ile ilgiliydi ve tanım ve değerlendirmelerini "metin" ve "okuyucular" üzerinden şöyle yapıyordu; "Kültürel çalışmalar yaklaşımı, metin ve okuma kavramlarına geleneksel anlamlarından farklı anlamlar yüklemektedirler. Metin aslında yazılı bir anlamlandırma biçimi olarak tanımlanabilir. Eleştirel iletişim araştırmaları, metin kavramını her türlü iletişim mesajını dile getirecek şekilde kullanmışlardır. Herhangi bir televizyon görüntüsü, bi

Yükte ağır pahada hafif bir hayır!

Bugün yükte ağır pahada hafif bir hayır yaptım. En azından ben öyle sanıyorum. "Kapalı ayakkabı" (bot) ile gittiğim mekandan bir kaç alternatif ürettiğim bir eylemden sonra açık ayakkabı(terlik) ile döndüm! Üstelik dün yağan kar da sokakları hala terk etmemişti. Şimdi ilgili hayır eylemi için şu çıkarımlarda bulundum kendimce: Eylemcinin, benim "kapalı ayakkabı"larımı alan kişinin, ihtiyacı vardı ve ayakları bu kış gününde bir nebze olsun ısındı. Eylemci kendi ayakkabılarını bırakıp başkasının "kapalı ayakkabı"larını giyecek ve fark etmeyecek derecede dalgındı. Bu da derdinin büyük olduğunu gösterir ki, umarım ayaklarının bir nebze olsun ısınması ile rahatlamış, en azından ayaklarının üşümesi derdinden kurtulmuştur. Eylemcinin paraya aşırı derecede ihtiyacı vardı ve benim "kapalı ayakkabı"larım ile bu ihtiyacı giderebileceğini düşündü. Umarım biraz olsun feraha kavuşmuştur. Hoş bana sorsa ikimizde daha kolay ferahlardık ya... Neyse vel

Modernite

Modernite; insanın en sevdiğinin gözleri önünde ateşe/uçuruma yuvarlanırken elini uzatıp onu tutmaya çalışmaması ya da çalışsa bile en sevdiğinin o eli ne kadar sevildiğini önemsemeden geri itivermesidir.

Adalet ve şahitlik bahsi (Nisâ Sûresi 135. Ayet)

Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Âyette, insanları adaletten ayıran iktisâdî, sosyal, psikolojik sebeplerin hepsi sayılarak insanlar uyarılmış, hükmeden veya şahitlik eden kimsenin yalnızca Allah korkusunun tesiri altında hareket etmesi telkin edilmiştir. يَٓااَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّامٖينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓإَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبٖينَ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَقٖيرًا فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُوا وَاِنْ تَلْوُٓا اَوْ تُعْرِضُ

Mevlânâ'yı yanlış anlama ve anlatma sanatı

Hemen her şeyde olduğu gibi Mevlânâ'yı da yanlış anlama ya da hiç anlamama üzerine uzun çabalarımız devam ediyor. Popüler kültür sadece şekle indirerek bir değerimizin daha içini boşaltıyor. Bugün Mevlânâ'nın kendi deyimiyle düğün gecesi (Şeb-i Arûs) ama günümüz popüler kültürü bu özel günün aslında anlatması gerekenlerin tamamını es geçip şekle yani Šsemâ törenlerine indirgiyor. Ortada beyitler dolusu bir öğütler yumağı varmış, bazılarının umurunda değil! Bir de büyük olasılıkla Mevlânâ'ya ait olmayan "Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel..." [1] beyti var! Bir tarafta "Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil. Kendine gel de "Tövbe eder, Allah'a sığınırım" diye cürümde bulunma, günah etme. Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart. Meyvenin olması için hararet ve su lazımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icabeder." " [2] diyen bir Mevlânâ varken hangisi daha gerçekçi g

İki Şiir (Ceyhun Yılmaz ve İbrahim Tenekeci)

Zaman Otobüsü II Hayatım boyunca İçinde olduğum otobüsü beklemişim Birçok yolcuyla tanıştım Kimileri hoş... ama kısa sohbet Kimi hiç konuşmadı İyi sohbetim olanlar bazen arkada kaldı Belki yeni binenlere yer açtı Avuçların içine Not... alınyazıları Herkesin kafası önde Kabul edilmiş sessizce rota Bir kez Nereye gittiğimi sormak istedim Şoförle konuşmak yasak tı Ceyhun Yılmaz * * * Düş ve Dua Yağmura, nisana ve yaşıma aldanıp Uçurumları kıyı sanarak Ve dağlar erişilmeyince acı verir Sözünü unutarak Kaf dağına gitmek istedim. Irmak inadıyla yürüdüm uzaklara Bir derviş olup yürüdüm uzaklara Heyecanımı dindiremedim. Yanıldı denektaşım, geriye döndüm Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp İpeksi bir sessizliğe büründüm: Bir hayat, mahcup ve duru Tanrım, gülleri Ve sessiz harfler i koru . İbrahim Tenekeci

Nisâ Sûresi 85. Ayet

Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah'ın her şeye gücü yeter.  مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتاً

Sen

Sen diye başlıyorum cümlelerime Eş koşmaktan korkup hatırlıyorum Bir sen varsın Bir sen olmalısın deyeyazıyor içim Daha düşüncemde nokta koymadan cümleme Hayır diyen bir ses yükseliyor içimde Uzaklarda bir yerde diyorum Bir sen olmalı İçine ben düşermiş gibi olduğunda Benim gibi ürken, O'nu bulan yeniden Kapının arkasında bir sen Kapımın arkasında bir ben Biz üç kişiyiz diye başlıyorum Düşümde kurduğum cümlelere Daha noktası konmadan Hayır diyen bir ses içimde Biz biriz, Bir'in yansımalarıyız sadece Kapılarımızın arkasında bir biz Aç, sana geldim Aç, sen geldim...

Hukukun Etkinliği Problemi

Cicero'nun ünlü deyişi " Ubi societas ibi ius (Eğer toplum varsa hukuk da oradadır.) " der. Zıt tarafından bakarsak da toplumun olmadığı yerde hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Bizde ki hukuksuzlukların temel sebeplerinden biri de toplum yapımızın gittikçe bozulmuş olması. Bir de bunun yanına hem içteki hem de dışarıdaki hainler eklenince bütünleşmiş bir toplum oluşturma çabalarımızın hepsi boşa çıkıyor. Bu yarım yamalak yapılanmış topluma rağmen, eksik de olsa bir kanun düzenimiz var. Ancak bu kanun düzenine hukuk demek pek mümkün değil. Çünkü hukukun, hukuk sayılması için adil, etkin ve tutarlı olması gerekir. Ne adil olmayan ne de etkin yaptırımlara dayanmayan bir sisteme hukuk sistemi demek mümkün değildir. Toplumun ihtiyaçlarına doğru cevap vermeyen, haklıyı korumak yerine güçlüden yana taraf alan bir sistem ister istemez kendi muhalefetini oluşturur. Kendi canını, namusunu emanet ettiği devlet bunu yerine getir(e)miyorsa insanlar bunu kendileri yapmaya başlarl

Projeler (Çamlıca Câmii)

Neşet Ertaş'ın babasından naklettiği bir şey var: " 'Baba,' dedim 'Neden sen kendin beste yapmıyorsun, türkü üretmiyorsun?' dedim. 'Oğlum,' dedi 'ozanlar birbirinin devamıdır.' dedi. 'Eğer benim demek istediğimi benden evvel gelip giden bir ozanımız yazmış, gitmiş ise bana o bir miras bırakmıştır. Saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım.' dedi." Aynı girişi kullanıyorum ikinci kez. Çünkü uyguladığım ve idealim olan düşüncelerin başkalarının dilinden söze yazıya dökülmesi, aklın yolu bir dedirtiyor bana. Uzunca bir zamandır elimde farklı alanlarda düşüncesi olgunlaşmış, hatta kimi neredeyse nihai halini almış birkaç proje var. Bu projelerin hepsi, bitmeye yakın olanı da sadece fikir aşamasında olanı da, aynı sebepten dolayı bekliyor. Geçen gün bunların arasına Serkan'ın önerdiği bir fikir daha eklendi. Bu arada proje demişken hiç biri öyle hayat değiştirecek şeyler değiller. Hemen hepsi de farklı alanlarda, kimi basit k

Yûsuf ile Züleyha

Neşet Ertaş'ın babasından naklettiği bir şey var: " 'Baba,' dedim 'Neden sen kendin beste yapmıyorsun, türkü üretmiyorsun?' dedim. 'Oğlum,' dedi 'ozanlar birbirinin devamıdır.' dedi. 'Eğer benim demek istediğimi benden evvel gelip giden bir ozanımız yazmış, gitmiş ise bana o bir miras bırakmıştır. Saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım.' dedi." Bazı şeyler böyledir. Ortaya bir farklılık bir üstünlük koyamıyorsanız hiç kalkışmazsınız o işe... Yûsuf ile Züheyla'nın hikayeside böyle bir şey. Bilmeyen kimse yoktur sanırım. Ama yine de bir hikaye yeniden nasıl yazılır diye güzel bir örnek olacak bir kitaptan yeniden okudum Yûsuf ile Züleyha'nın hikayesini. Hele ki bir de tavsiye üzerine okuduğun İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün işkencesinden sonra Nazan Bekiroğlu'nun satırları için ancak terapi benzetmesi yerinde olur. Güzel hikaye şöyle başlar: Her kuyuya atılanı düşmüş sanma... Her yüzüne güleni dost san

Zaman

Birinin yüzünden zamanı anlamanın yolu göz kapaklarının kapanışındaki ritme bakmakla da mümkündür; göz kapakları yavaşça açılıp kapanan kişinin sohbetine nail olamadan ayrılmaksa büyük kayıptır.

Sizin hiç babanız öldü mü ?.. Gazze'yi hiç duydunuz mu? Hiç ağladınız mı ?*

Bir anda gelişti, bir anda oldu: Gazze'ye gidiyoruz. Ne ürkünç bir cümleymiş ki bu, duyandan “Ah, vah, aman dikkat, n'apacaksınız orda ya, olur mu ya” inlemeleri, sızlamaları yükseldi. Orda insanlar ölsün, sen burdan uzaktan uzağa inle, sızla. Bu mu adalet? Tabii herkes gidemeyebilir ama giden gider, ağlayan ağlar, ölen ölür kardeşim. Hayat ne kadar gerçekse, Gazze de o kadar gerçek işte. Ben heyecanlandım. Bombalar yağarken girmemiştim hiç o şehre daha önce. Aldım çantamı çıktım. “Ne yapacaktım ki o insanlar için. Görecektim o kadar. Ne yapacaktım ki o insanlar için. Ağlayacaktım o kadar...” Empati yoksunu, kolaycı insanlar böyle konuşsun dursun değil mi, hep konuşurlar zaten. 'Ne yapacağımı', var mı? Görüp, ortak olacaktım. Paylaşacaktım... Sahi, “Sizin hiç babanız öldü mü”... Okudunuz mu bu şiiri, bir anlam yüklemeye çalıştınız mı? ... * Hilal Köylü 'nün Sizin hiç babanız öldü mü ?.. Gazze'yi hiç duydunuz mu? Hiç ağladınız mı ?   bağlantısında söyledik

Doğru Reklamın Gücü (Lenka - Everything At Once)

Windows 8 diyerek mi başlasam? Yoksa Lenka, Evrything At Once diyerek mi? Bir reklamın ne çok şey değiştirebileceğinin en güzel örneği bir şarkı diyerek mi girsem konuya? Baştan söyleyeyim esas olay şarkı. Windows 8 işletim sistemini ofisteki arkadaşlar birkaç aydır kullanıyorlar. Milyonlarca satırlık yazılım kodunu bir araya getirerek bu şekilde çalıştırmak gerçekten büyük başarı. Bu nedenle yiğidi öldürsek de  hakkını başta teslim etmek lazım. Ama bir önceki sürümünden çok farklı mı Windows 8? Cevap, "Surface" arayüzünü (yani yeni başlat menüsü şeklini) bir yana koyarsak kesinlikle hayır. Ne de olsa teknik olarak gelen değişikliler/yenilikler ortalama kullanıcıyı pek ilgilendirmez. Şu an kullandığınız sistem ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu? Sanırım bu soruya birçok kişi, "Evet" der. O halde neden yeni sistemi tercih edelim? Çünkü reklamlar bize bunu yapmamızı söylüyor. Tıpkı işimizi gören telefonumuzu, henüz eskimemiş ayakkabı ya da çantamızı değiştirmemiz gerek

Mavi Marmara*

Bir ülkü uğruna yaşayamıyorum Ölürüm o halde bir ülkü uğruna Bir karınca olamıyorsam Kabe yollarında Olamıyorsam bir kuş dahi ateşin karşısında Bırakırsınız ölürüm bir ülkü, bir hak uğrunda Bir ülkü uğruna dahi olsa öldüremem Ne kadar aşağılık da olsa insan suretinde birini Korkarım aşırıya gidenlerden olmaktan Ama can olmak, bir çocuğun canına siper olmak varsa ucunda Zalimin karşısında ayakta dururum hiç değilse Ölürüm bir ülkü uğrunda Ezilirim çöllerde bir karınca gibi Yakarım kanatlarımı ateşin narında Tüm denizler bizim "Mavi" Marmara, "Kara"deniz ve "Ak"deniz bizim Adı değişse de yegane dileğimdir Bulunmak rotası Gazze olan bir gemide Öldüremem kimseyi bir ülkü uğruna Ülküm yaşatmaktır ne de olsa Ve fakat yaşayamıyorsam ülküm uğrunda Hiç değilse ölürüm yolunda... *Gazze'ye gidecek bir sonraki gemide bulunmak adına taahhüdümdür.

Hicret

Dün hicri yılbaşımızdı. Yine dünyanın dört bir yanında bir takım yoldan sapmışlar mazlumları öldürüyordu. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun mazlum her yerde mazlumdu dün yine. Dün bizim hicri yılbaşımızdı. Neydi hicret? Dininden -yaşam şeklinden- dolayı hayatı çileler yumağına dönmüş mazlum insanların bir yerden başka bir yere göçmesi... Ve onun gibisi bir daha olmayacaktı. Dün yine mel'unlar Müslümanları öldürüyorlardı. Tarih özellikle mi seçilmişti? Kibirlerini bir kez daha göstermek istercesine... Bu dünya üzerindeki kudretlerini sergilediler akıllarınca. En güçlü, en modern silahlarıyla saldırdılar dün. Dünde bir gün zehirli kılıçları vardı. Bugün lazer,uydu güdümlü füzeleri... Filistin'de, Suriye'de Allah'a inandığını söyleyen adamlar başka bir takım inançlı kişileri öldürdüler dün. Sırf başka bir peygambere inanıyor, yaşam şekli, konuştuğu dil farklı diye... O inandığınız on emrin altıncısı ne diyor? Ne diyor o inandığınızı söylediğiniz Furkan! Tamam anladık

Gündüz Düşleri

Bu gece ne yapsak? Sussak sadece, susarsak anlaşsak Sarılsak öylece Nefeslerimizle uyusak Sessizce uyansak yine Sessiz bir dokunuşla günaydın desek birbirimize Kalksak, yine konuşmasak Bakışmasak Birbirimizin varlığında huzur bulsak Biliyorum ne desem şehvete yoracaklar şimdi Ama dinlemiyorum, duymuyorum onları Devam ediyorum gündüz düşlerime Mesala birinde okuma koltuğumuzda uzanıyoruz beraber Kolların yorulmasın diye benim tuttuğum kitabın Sen çeviriyorsun yapraklarını Yok olmaz bu çünkü kağıt bıçaktan keskindir bazen Bu yüzden ben çevirmeliyim yaprakları da Bazen benim sevdiklerimden bazen seninkilerden okumalıyız Senin sesinden duymalıyım bazen sevdiğim cümleleri Bazen de okumalıyım sana sevdiklerini Bu gece ne yapsak? Mesala televizyon koltuğumuza otursak Beğenmesek hiçbir programı Sonra bize güzel şiirler okuyan Türkçe, Lazca, Kürtçe ve hatta İngilizce şarkılar çalan Doğrunun yanında olmak için didinen gençler bulsak Ne kadar ben gibi Ne kadar sen gib

Yeniden Meksika Sınırı

Uzun zaman önce tanışmıştım eski üçlü; İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf ile. Geçmişten gelen bir tanışmışlık duygusuyla izlemeyi sevdiğim bir programdı Meksika Sınırı. Sonra bir anda ortadan kayboldular. Farklı kanallarda farklı programlar yaptılar. Ama hiç birine ısınamadım. Şimdi Ülke'de yeniden başladı program. Kaçaklardan sadece İsmail Kılıçarslan var. Ama tarzı hala aynı. İzlenir, izlenmesi tavsiye edilir... Mariami Abduselişi'den Lazuri Nani-Nana da ilk kez orada dinlediğim Lazca bir ninni/türkü. Dinleyiniz, dinletiniz... Ne diyordum: " Faklı bir dil farklı bir kültür demektir ve farklılıklar güzeldir. " Ve ekliyordum, " Dil kültürdür ve çok dillilik çok kültürlü olmak demektir ve çok kültürlülük güzeldir. " Sonra, " ...ve en önemlisi dostum. Hoşgörü, çok kültürlülükle gelir. Hoşgörülü olmak da ayrı bir güzeldir. " diyerek tamamlıyordum. Ne diyorlardı Meksika Sınırı'nda: " ... Bir Meksika sınırı lazım

Bilgisayarlı okullar - FATİH Projesine farklı yaklaşımlar

Eğitim ve öğretim meselesi üzerinde epeydir düşünüyor ve düşüncelerimi burada paylaşıyorum. Özellikle dershane karşıtlığımı ve FATİH projesi gibi tüm öğretim sistemimizi kökünden etkileyecek teknolojik altyapı yatırımlarına olan eleştirilerimi bilmeyen kalmadı sanırım. Bir yazımın içinde kısaca değindiğim Silikon Vadisi yöneticileri ve çocuklarını gönderdikleri okullar ile ilgili bir makale vardı. Makalenin aslı The NewYork Times gazetesinde " A Silicon Valley School That Doesn’t Compute " başlığıyla yayınlanmıştı. Uzun zamandır makaleyi Türkçe'ye çevirip buraya koymak istiyordum. Ancak bir türlü vakit bulup yapamamıştım. Sağ olsun Linux Gezegeni'nden takip ettiğim Ali Erkan İmrek, Anıl Özbek ve Zeki Bildirici'nin de yardımlarıyla benim bu sürekli ötelediğim işi yapmışlar. Ali Erkan İmrek eğer İngilizce biliyorsanız aslından okumanız daha iyi olabilir demiş ama benim de okuduğum kadarıyla gayet başarılı bir çeviri olmuş. İki bağlantıyı da aşağıya ekliyorum. En

Beni sana anlatırlar

İnanma Gerçi bilirim inandıramazlar İnanamazsın Gelir bir fotoğraf gösterirler sana Yanımda bir kız, gözlerim mavi gözlerinde İnanmazsın Başka bir fotoğraf daha çıkartırlar Yanımda başka bir kız, sarışın saçlarında ellerim İnanmazsın "Daha bitmedi" derler, bir tane daha çıkartırlar Yanımda bir başka kız, bembeyaz elleri ellerimde İnanmazsın Yetmez, bir sonraki gelir Yanımda bir kız, öyle kırmızı ki dudaklarıma değen dudakları İnanmazsın Dayanamaz sorarlar sana "Daha ne görmen lazım" diye "Cevap uzun, ayrıca inanmazsınız" der kestirin atarsın Sonra ısrarlara dayanamaz Başlarsın anlatmaya "Bir" dersin, büyük ve kalın harflerle "Onun fotoğrafları siyah beyazdır hep" "Ve iki Bakışları kırıktır hep o fotoğraflarda" "Ve üç" dersin "Bir de benim dahi elimi tutmamış, saçımı okşamamıştır ki İnanayım bir başkasıyla yaptıklarına" "Ve dört" dersin "Hele o mavi göz

Telkin

Dostum, Şu günlerde ne çok kişi bana telkinde, tavsiyede bulunuyor. İstemekten bahsediyorlar. Bilmiyorlar!.. Bilemeyecekler!.. Onların bugün telkinde bulundukları yoldan geri dönmekteyim ben! Ne ilginç! İnsan en çok en iyi bildiği şeye susabiliyor. Konuşmanın gereksizliğini en çok o zaman hissediyor. Gülüyorum söylediklerine... Anlamıyorlar!.. Anlayamayacaklar!.. Nasıl anlasınlar ki! Hiç farkına varamamışlar! Dostum, biri sadece senin telkinlerine susuyorsa sana değer vermiyor demektir. Fakat herkesin telkinlerine uyarılarına susuyorsa bir bildiği var demektir. Unutma!

Neşet Ertaş

Arkasından söylenen, yazılan hiçbir şey umurumda değil! O, Neşet Ertaş idi. Nokta. Bu ülkeden, bu diyardan, bu dünyadan bir Neşet Ertaş geçti. Sakın unutmayın! Diyecek çok şey var ve fakat O'nun da babasından görüp uyguladığı gibi, biri sizin hissettiğinizden, düşündüğünüzden güzelini söylemişse sizin sözünüze ne gerek var! Not: Arkasından kısır çekişmelere gebe söylemler, davranışlar içinde olanlar; üstadı belki hiç dinlememişler ya da çok dinlemişler ama hiç duymamış, hiç mi hiç anlamamışlar. O kadar cahiller ki dünyanın rengini bile anlamamışlar.

Kanser

Yer açılan  birinin tıpkı bir kanserli hücre gibi tüm etrafını kaplaması, sürekli sürekli yayılmak istemesi, tüketmek istemesi ne kadar ilginç. Oysa biz bir adım geri atarken karşımızdakilerden de aynısını bekliyoruz. "Selam" gibi misliyle olmasa bile aynı ile mukabelede bulunulmasını... Açtığımız yer kadar yer açılsın istiyoruz. Çok değil, bize hiç değil yer açılan da bir başkasına yer açsın... Çok şey mi bekliyorum?

Uyan!

Ne oldu bu dünyaya, bu insanlara? Suriye devleti vatandaşlarını katlediyor! Irak kendi içinde bin parça, aynı dinin mensubları, aynı Peygamber(S.A.V.)'in ümmeti ve hatta aynı ana-babanın evlatları birbirini katlediyor. Buda [1] eğer "reankarne" olduysa ve bir şekilde Myanmar'daki olayları görüyorsa ne hissediyordur? Karma felsefesi ne der acaba oradaki olaylara... İsrail mel'unu kendinden olmayana zulmediyor. Onlardan olmak bizden uzak olsun! On emirlerinden biri olan "öldürme" [2] emrini nasıl algılıyorlar acaba...

Dershaneler kalkıyor (mu?)

Eğitim sistemimize yönelik onlarca kusur bulabilirim bir çırpıda. Bunları ve çözüm önerilerini sıralayabilirim. Ancak bunlara herkes zaten vakıf. İşin temelinde bazı sorunlar var. Bu sorunların başındaysa dershaneler ve dershane kültürü geliyor. Eğitim sistemi ve dershaneler konusuna geçtiğimiz mart ayında  Eğitim/Öğretim Sistemi  başlıklı bir yazıda değinmiştim. O zaman dershaneleri kolay kolay kaldıramayacaklarını ama bunu yapabilirlerse Türk eğitim sisteminin kanayan en büyük yarasını kapatacaklarını söylemiştim. Hatta çevremdeki birçok kişi duymuştur; bunu yaparlarsa -tabi nitelikli bir şekilde- oyumun renginin kesinlikle değişmeyeceğini defalarca söylemişimdir. Şimdi Başbakan kesin bir tavırla hem de tarih vererek; 2013 yılında dershaneleri kaldıracaklarını söyledi. Hemen eğitim bakanına sordular; çalışmayı doğruladı. Ancak orta öğretim seviyesinde belki ama lise seviyesinde yani üniversite hazırlık kurslarında bunun çok zor olduğunu söyledi. Sebep olarak sınav sisteminin de

Terör, sorun ve çözüm

Terör bir kez daha can yakıyor. Yine haber izleyemez, okuyamaz olduk. Şehit haberleri, operasyonlar, kazalar birbirini izliyor. Toplum gerildikçe geriliyor. PKK/KCK denilen eli kanlı örgüt ne Ramazan, ne bayram dinliyor. Hayatının baharına dahi varamamış bebekleri öldürüyor caniler. Yeri gelmişken söyleyeyim; şu "sivillere yönelmiş şiddet" kavramı çok yanlış bir söylem. Bir asker ya da polis de ana ve babasının ya da eşinin, çoluğunun çocuğunun gözünde nedir ki! Salt bir üniforma mı? Devlet memurları geceleri üzerilerindeki üniformalarla mı yatıyorlar sanıyorsun? Peki bu sorunlar nasıl çözülecek? Türk'ün, Laz'ın, Çerkez'in, Abaza'nın sokaklara dökülüp protesto etmesiyle mi? Bunu zaten yapıyoruz! Ellerimizdeki silahlarla cadı avına çıkarak mı? Kesinlikle hayır. Bölgenin geri kalmışlıklarını bahane ederek ve oraya daha fazla para, daha fazla yatırım götürerek mi? Yanlış anlaşılmasın refah her insana ulaştırılması gereken bir insanlık hakkıdır ve bu z

Bir ara

Bir ara emanet eder gibi oldum Yalnızlığımı sana Sen kabul etmiştin de Yalnızlığım direnmişti buna Bir ara ben senin yerine geçmiştim  senin içinden geçmiştim de Sen benden geçmemiş  geçememişsin hala...

Yol Hikayeleri

Nereden başlasam? Nasıl anlatsam? Malum benim batıdan doğuya ve sonra doğudan batıya seyahat ritüellerim var. Kimi zaman ara yollara saptığım; şuradan geçerken bir soluklanayım, eski bir arkadaşı, dostu ya da hatıraları canlandıracak bir mekanı yeniden göreyim dediğim yolculuklar bunlar. Klasik bir şekilde bir ucu İstanbul'a diğer ucu çoğunlukla Rize ama bazen biraz daha da doğuya uzanan yolculuklar. Bu aks üzerinde belirli şehirlere uğrayışlar. Tamam bazen aksın dışında kuzeyden hafif uzaklaşılan Ankara, Kütahya, Bursa ve bir zaman İzmir gibi yolculuklar. Bu yolculukların en çok Rize'de soluklanılan zamanları güzeldir benim için. Ancak son üç senedir tam bir eziyete dönüştü bu yolculuklar. Sürekli bir yerlerde yol çalışmaları, alt yapı - üst yapı yenilemeleri derken birkaç kilometrelik yol saatlerle ölçülen eziyetlere dönüştü. Geçen sene hemen hemen hepsini üşenmeden fotoğraflamış ve hatta bazı yerlerde video çekme ihtiyacı dahi duymuştum. Bu sene haziranın başında yaptığı

Akide

Kırmızıyı da tarçını da akide ile sevdim ben Tüm acı tatlı yanına rağmen Sen benim akide mdeki tarçınımdın Seni öyle sevdim ben Yeşil Köşem'di ilk tanıştığımız yer Bir tek onlar yapardı akide yi Benim, bizim sevdiğimiz gibi Boğaz yakacak, gözleri yaşatacak kadar tarçınlı İçi gözükecek kadar berrak kırmızı Kırmızı ne çok yakışırdı sana Tatlı sert hallerin, aynı akide gibi Kırmızıyı da tarçını da o köşede tanıdım ben Seni tanıdığım gibi Şimdi kapıları kapalı, ışıkları sönük Yeşil Köşem'in Önünde bekleyen kalabalıkları yok artık Kayıp akide min o hırçın, o tarçınlı tadı Kayıp o berrak kırmızı rengi Tıpkı senin gibi... Sen benim tatlı acı akide mdin Seni öyle sevmiştim ben

Sözlük araştırması

arkadaş: 1. Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri, yâren. 2. Bir ortamda birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik. dost: 1. Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen kimse, düşman karşıtı. 2. Erkek veya kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse, zamazingo. 3. Sahibine sevgi gösteren hayvan. 4. Bir şeye aşırı ilgi duyan, koruyan kimse. 5. sf. İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan. Oysa ne çok anlam yüklüyoruz şu iki kelimeye değil mi?

Dua*

... Söz söylemeye, düşünmeye, bir şey ifade etmeye ne benim ne de pek çoğunun takati kalmadı. Senin güç ve kuvvetine sığınıyor, Senden güç ve kuvvet istiyoruz. Önümüzde halledilmesi gerekli olan meseleleri halletmek için bize güç ve kuvvet ihsan eyle Ya Rabbi. İmanla bizi aydınlığa çıkar Ya Rabbi, ihsan şuuruna ulaştır Ya Rabbi. Senin bir adında Rab'dir. Ya Rabbi bu adınla Sen bizi terbiye edersin, bizi terbiye et Ya Rabbi. Terbiyenle insani kemalâta ulaştır Ya Rabbi. Sen eşfaksın, sen erhamsın. Senin şefkat ve rahmetin yanında bizim refet ve rahmetimizden söz edilemez. Ama Ümmet-i Muhammedin perişan haline baktıkça içimize adeta kan damlıyor. Muhakkak ki senin Arş-ı Azamında ihtizaza geliyordur. Senin Arş-ı Azamına, senin Arş-ı Azametine, senin Arş-ı Rahmetine sığınıyoruz. Bize İslama aziz eylemek suretiyle ihsanda bulun Ya Rabbi. Bize merhamet eyle Ya Rabbi. Bir tarafta dinde yarıklar açılıyor. Bir tarafta dinsizler dine, dindara hücum ediyor. Bir taraftan din ve dindar tezh

Londra 2012 Olimpiyat Oyunları Açılış Töreni ve Bize Söyledikleri

Geçtiğimiz hafta sonunda Olimpiyat Oyunları'nın Londra 2012 açılışı töreni vardı. Pekin'deki açılış töreninden sonra daha ilginç bir şey olmalıydı. Ama ben bu kadarını beklemiyordum. Daha güzeldi, iyiydi, muhteşemdi kısmında değilim. İngiltere başka bir şey yaptı. Londra 2012 açılış töreninde  bir şeyin altını çok net, kalın ve koyu çizgilerle çizdi: "Modern kültür dediğiniz şey benim" ya da "Benim modern kültürüm aynı  zamanda hepinizin kültürü" dedi. Hem de üstüne basa basa... Yakın tarihlerindeki hemen hepimizin tanıdığı; tarihi, hayali, siyasi, sportif, sanatçı, bilim adamı, ne kadar ünlü kişiliği varsa gözlerimizin içine baka baka, "Siz bunları zaten tanıyorsunuz," dediler "ister 10 yaşında olun ister 70!" Onların açısından bakarsak, açılış töreni; hem görsel olarak hem içerik olarak hem de sunum olarak muazzamdı. İzlerken de keyif verdi. Ayrıca sağlık sistemi vurgusu, dijital devrim konusu da çok başarılı işlendi. Bunu işlerken

Seksenler

Seksenlerde çocuk olmak Her yerin sana ait olması demekti Kilitli, dikenli fark etmez Her yerde çocuk olabilmek demekti Parktaki turuncu meyveli, dikenli çalılara rağmen top oynamak Çalıyı savunmada bir adam yerine koymak demekti Üç kornerin bir penaltı olması tartışmaları Haliç'in taç çizgisi olması demekti Seksenlerde çocuk olmak Bitiş düdüğü birleşilerek alınmış plastik topun çalı defansa takılması demekti Demek ki çalı defans aynı zamanda hakem demekti Acaba seksenlerde yönetici olmak Parklara, bahçelere dikenli bitkiler mi dikmekti Seksenlerde çocuk olmak Komşunun evinden gelen domates peynirli yarım ekmekleri paylaşmak demekti Domates peynir varlık demekti Yoklukta var olan ne lezzetliydi Seksenlerde çocuk olmak Topluca camilere gidebilmek demekti Oradan çıkıp kiliseye, havraya girebilmekti sorgusuz sualsiz Çocuk olmanın kırmızı pasaport olması demekti Seksenlerde çocuk olmak Köşedeki bakkal ile sohbet edebilmek Veresiye yazdırabilmek Çocuk yaşına

Tok karınların açlık empatisi: Oruçsuzluk hali

Sınırsız tüketimin körüklendiği, ihtiyaç için değil mutlu olmak için alış veriş yapıldığı, israfın dağlar oluşturduğu, açlık sınırının altında yaşayan insanların milyara ulaştığı bir zamanda, olmayanın halinden nasıl anlarız? Yokluk, varlıkta öğrenildiğinde kişiye ve başkalarına faydası olacak şey ! Evet, öyle ama bu herkesin yapabileceği bir şey değil. Varken olmayanın ne hissettiğini anlamanın en kolay yolu sizin de o yokluğu yaşamanızdır. Tok açın halinden anlamaz! O halde oruç *1 bir açın halinden anlamanın en kolay yoludur. Oruç söz konusu olunca herkesin bir bahanesi oluyor. Birinin midesi diğerinin başı ağrıyor. Birinin şekeri çıkıyor, on bir ay boyunca tatlı, çikolata ve dondurmaları yiyen o değilmiş gibi. Biri uykusuzluktan dem vuruyor. Başkaları karşılıklı olarak birbirlerine tutmama ruhsatı veriyor. "Tut, o da seni tutar" diyenine pek rastlamadım. Ama iş tutmama ruhsatına gelince herkes Şeyh-ül İslam kesiliyor! Kimse kimsenin özelini bilemez. Evet, bazıları ge

Aşk

Aşk kırılma tehlikesine rağmen birinin elinden tutup donmuş bir nehrin üzerinde yürümek değildir, yanacağını bile bile yerdeki korların üzerinde yürümektir aşk, hem de yaşayacağın acıdan ölesiye korkmana rağmen.

Av ve Avcı

Avlanmaktan korkan hayvanlar gibiyiz Öylece susmuş kulak kesilmişiz sadece Oysa çığlık çığlığa koşmalıydık kaçmak için Kaçıp da saklanmak için Şimdi gece, susar karanlığımız Saklar bizi kendi içinde Peki ya gündüz olunca ne yapacağız Kendi türümüzün hem avcısı hem de avı olmuşuz Savunma yeteneklerimiz biliniyor önceden Koşup kaçabilenler çok yetenekliler sadece Bir de saklanabilenler Şimdi gece, susar karanlığımız Saklar bizi kendi içinde Peki ya gündüz olunca ne yapacağız Avının peşinde yırtıcı hayvanlar gibiyiz Öylece dikkat kesilmiş dinliyoruz sadece Oysa insan gibi konuşabilmeliydik, anlaşabilmeli Pusular kurup saklanıyoruz oysa Şimdi gece, susar çirkinliğimiz Saklarız kendimizi gecede Peki ya gündüz olunca ne yapacağız Su kenarında susuzluktan kavrulan hayvanlar gibiyiz Tek derdimiz susuzluğumuzu giderecek bir kaç damla Oysa durup kalmışız sadece Pusular kuranların pusularından yılmış vaziyette Şimdi gece, saklar mâsun ve hüzünlü gözlerimizi Saklar göz

Sibel ve Irfan evlendi.

Önceki gün en eski arkadaşlarımdan İrfan ve Sibel evlendi. Biz de şahitleri olarak oradaydık... Dostum, Allah kalbinizdeki ve aklınızdaki hakkınızda hayırlı olan tüm dileklerinizi gerçek kılsın. Birbirinize sevginiz, saygınız hiç eksilmesin ve en önemlisi mutluluğunuz daim olsun.

İki şarkı

Dostum, İlk kez, izlediğim iki dizide duyduğum iki şarkının sözleri aşağıdakiler... Yorumsuz... Gitsen de Yollar nereye götürecek seni Bu yara bitirecek seni Hangi aşk dindirebilir ki öfkeni Sevmek eskisindende zor Yalnızlık ateşden kor Zaman geçse de yine sönmüyor Kör, kör hayat ölüm kadar ağır Kulaklar birbirinden sağır Vicdanlar kör, kör Gör, gör hayat ölüm kadar ağır Kulaklar birbirinden sağır Vicdanlar kör, kör Herkes bir gün yalnız kalır Gece çöküp gün kararınca Her yanını nefret sarınca Kader seni çağırınca, hadi git Sokaklar üstüne varınca Masum sesler bağırınca Kader hep seni çağırınca,  hadi git Sen gözüm gitsen de Söz, Müzik: Aytekin Ataş Söyleyen: Aytekin Ataş         Hakim Bey Şikayetim var cümle yasaktan Dillerimi Hakim Bey bağlasan durmaz Gelsin jandarma polis karakoldan Fikrim firarda mahpusa sığmaz eyvah Gün olur yerle yeksan olurum Gün olur şahım devri devranda Kanun üstüne kanun yapsalar Söz uçar yazı iki cihanda eyvah

Savaş isteyenlere...

SİNOPSİS* Bebek ağlar vapurlar geçer bazı sulardan bebek ağlar bütün sular güneye mi akar kuzeye bazı sular kabarır deniz olanlar deniz ağlar boyna keser keser keser geveze berber tüfeğini alır asker pek çok asker uçak düşer ölür içindekiler ne çok avcı ne çok tavşanın peşine düşer bebek ağlar bazı ülkelerde savaş başlar savaş biter savaş yine başlar biter anneler çocuklar askerler ölür (baba zaten askerdir) fotoğraflar biraz daha büyütülür duvarı kaplar ölmüşler bebek ağlar bazı ülkelerde bazı insanlar bağırır Devrim Devrim Devrim (devrim birkaç zaman büyük harfle yazılır.) sonra birden kapanır bütün hoparlörler anneler ağlar gözleri dağlarda (asılmışlar) dağlar ağlar sular ağlar anneler babalar ağlar bebek ağlar GÜLTEN AKIN Savaş isteyenler bir daha, bir daha ve bir daha okusunlar ta ki anlayıncaya kadar. Çünkü savaş olur; askerler ölür, anneler ölür, babalar ölür, bebekler ölür.  Ölüler ağlar mı?  Ağlar!.. *Gülten Akın'ın Kuş U

Davet ve icabet

Davete icabet etmek gerek demiş ve ilk daveti kabul etmişiz. Son daveti de öyle bekliyor ve daha yapılmadan icabet sözünü kesiyoruz. O halde söylesene dostum dünyada da bir yerlere davet ile gitmek istemenin nesi kötü? Çağrıldığın yere gitmemenin -istisnai mazeretler dışında- doğru olan bir tarafı var mı? Yok değil mi dostum! Aynen davet edilmediğin yerde olmamanın da doğru olması gibi... Bunun icabet tarafı davet edilene düşerse de, bir de davet eden taraf var! O da bilecek ki şeklini, yordamını, davet edildiği yere gönlü hoş gitsin insan. Sadece icabet etmesin, orada var olsun. O olduğu için davet olsun... Bak ve örnek al, dostum. Anlayan ikisine de nasıl hoş bir şekilde gidiyor ilk ve son davetlerin. Uzun ince bir yolda yürüyecekmiş/yürümüş gibi... Dostum, davete icabet vakti şimdi... Haydi kalk...

Af

Bazen biri çıksın bir başkasını tanıdığınızdan bir başka şekilde anlatsın istersiniz. İstersiniz ki çok daha farklı olsun yaşananlar. Bazen biri çıksın daha dünden inandığınız yalanlar söylesin istersiniz. Yalan da olsa gerçek de olsa biri çıksın başka bir resim çizsin istersiniz. Gördükleriniz, duyduklarınız, yaşadıklarınızdan farklı... En azından rengini, arka planını değiştirsin istersiniz hatıralarınızda bir türlü solduramadığınız o resmin. Sizce çok basittir istediğiniz. Sadece güvendiğiniz biri çıksın ve değiştirsin istersiniz. Bir hamur misali yeniden yoğrulsun, üstü kabuk bağlamasın, beğenmezseniz yeniden şekillendirilebilsin istersiniz. Ama ne resmi boyamaya, ellerinizi boyaya bulaştırmaya isteklisinizdir ne de ellerinize hamur bulaşması hoşunuza gider.Yakıcı bir kor değildir maşa ile tutmaya çalıştığınız. Alabildiğine soğuk bir buzdur... Buz gibi gerçektir kaçtığınız. Ve soğuk da yakar bilirsiniz. Bilirsiniz de biri gelsin ve sıcaklığıyla eritsin istersiniz. Biri çıks

Basit

Basit yaşamak istiyorum Hayatı Basit Basit cümleler üstüne kurulu Seni seviyorum Ya da Seni sevmiyorum kadar basit Kaba belki bazen, kısmen, tamamen Ama basit Basit kelimeler üstüne kurulu bir hayat Bazen sen Belki bir zaman biz Ama asla ben olmadan Basitçe sen Kelimeler bile fazla gelmiştir bazen Bazen harf olursun Bazen sesli bir harfin yalnızlığında sadedir hayat E__ Bazen bir sessizin okunuşundaki kadar karmaşık Ama bir yönüyle her zaman basit E__ Basit bir hayat istiyorum Cümleler, kelimeler, sesli ya da sessiz harfler gerektirmeyen Belki sadece bakışlarla anlaşılan Basit bir hayat Belki de düşüncelerde buluşulan E__ Basit bir hayat istiyorum Sözlere, duygulara, mesafelere, kişilere ve hatta karakterlere ve hatta cinsiyetlere yükseltilmeyen Öyle bazen, kısmen ve hatta kaba tamamen İndirgenmiş, fakirleştirilmiş, yoksunlaştırılmış Ama basit bir hayat 1 E__ 0 Bu kadar BASİT

Soylulaştırma - 2 (Haftalardır süren işkenceye dair, yorumsuz)

Soylulaştırma

Bir süredir semtimde yenileme ve onarım çalışmaları var. Tarihi binaların bir kısmı yenileniyor, bir kısmı onarılıyor, bir kısmına yüzünü güzel gösterecek makyajlar yapılıyor. Birçoğu el değiştirip üçüncü kişilerce çökmek üzere kendi haline terk ediliyor. Sokak ve kaldırımlarımızda hummalı çalışmalar yapılıyor. Bir sene bir yöntem sonraki sene başka bir yöntemle kesme ya da parke taşlar döşeniyor. Arnavut kaldırımlarının yerini şekillerle bezenmiş, aralarına renkler serpiştirilmiş küçük sevimli taşlar alıyor! Otuz senedir yerinde duran taşların yerine her yağmurda dağılan güzel sevimli taşlar döşeniyor! Bu işlemler aylarca sürüyor, tam bitti derken daha eskisinin üstünde doğru dürüst yürümemişken yeni bir yenileme çalışması başlıyor. Semtimiz yenileniyor kısacası... Dizi ya da dönem filmlerinin doğal sahneliğini yapıyor semtimiz, bizde gönülsüz figüranlığını. Üzerine çok güzel yazılar yazıldı bu durumun. Zaytung'daki şu yazı mutlaka okunmalı; Dönem Dizileri Yüzünden 1960'la

Gurur duymak

Dostum, Dün akşam yeğenim ile sohbet ederken çok etkilendim. Popüler kültürün gençleri bu kadar içine çektiği, erittiği bir ortamda dinlediği müzik türünden okuduğu kitaba kadar ayrışan biri olduğu için ümit aşıladı bana. Belki de ben yanlış okuyorumdur! Ne dersin her şeye rağmen bu toplum için hala umut olabilir mi?

Tiyatromdan El Çekme

Dostum, Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları, devletin tiyatroları, belediyenin tiyatroları, "sanatçıların" tiyatroları... Peki ya halkın tiyatroları... Halkın sahneleri... Geçen hafta İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Şehir Tiyatroları çalışma yönetmeliğinde bir değişiklik yaptı. Bu değişikliği beğenmeyen Kenan Işık eleştirilerini sıralayarak istifa etti. Buraya kadar herşey normaldi. Anlaşamamak doğaldır. Beğenilmeyenin eleştirilmeside öyle. Kimsenin yapılan değişikliği okuduğunu sanmıyorum. Fikir sahibi olmadan zikir sahibi olunca da böyle oluyor. Birileri çıkıyor ve olayı yine mecrasından çıkartıyor. "Belirli" oyuncular gösteriler yapmaya, karşılıklı açıklamalar havada uçuşmaya başladı. Yönetimi tamamen ele aldığı iddia edilen belediye sansürcülükle, sanatçıları ve aydınları tasfiye etmekle suçlandı. Yapılan değişikliği bir kere olsun okuyun. Okumayan canım ülkemde bunların hepsi normal. İyi ya da kötü olması fark etmez, eğer değişikliği bir başka siyasi