Ana içeriğe atla

Başrol


Çok uzun zaman önce bir teklif geldi: Kendi hayatının başrolünü oynamak isteyip istemediğini soran. “Acılar içinde kıvranmayacaksam, çok sevilip çok seveceksem, mutlu bir yaşantı olacaksa neden olmasın?” diye yanıtladı ve sessizliği sorusuna olumlu bir yanıt olarak aldı.

Rolüne ağlamayla başladığı ilk gün, "ilerideki mutlu anları daha da mutlu göstermek için" diye düşünüp üzerinde durmadı. Sahneler birbirini kovalıyor, set sürekli değişiyordu.

Senaryo bazen aylık, bazen haftalık, günlük ve hatta dakikalık, anlık veriliyordu, çoğunlukla bırakın yardımcı oyuncuları başrolü oynayan kendisi bile sahnenin sonunu kestiremiyordu. Bu yüzden senaryo ilerleyipte, bir yanlışlık olduğunu sezmeye başladığında artık çok geçti. En başta öne sürdüğü koşular gerçekleşmiyordu. Ne çok seviliyordu, ne de gerçekten sevecek birini bulabilmişti. Mutluluksa reklam filmlerinde dişlerini gösteren birkaç kişinin oynadığı bir roldü sadece ve konuşulması bile yasaktı. Aklına yapacak hiçbir şey gelmiyordu. Böylece oynamaya devam etti.

Artık yıllar, aylar, haftalar, günler bile sayılamayacak kadar uzadığında, an denilen en küçük zaman diliminin bile bazen donup kaldığını hissediyordu. Senarist ve yönetmeni biraz zorladığında hemen başı belaya giriyor, ya akıl hastanesinin soğuk taş zemininde ya da sevdiklerinin gözü yaşlı şekilde beklediği bir hastane odasında uyanıyordu. Senaryo kimi zaman o kadar zorluyordu ki; elinde yapacak hiçbir şey kalmıyordu. Senaryonun dışına biraz olsun çıkmaya çalıştığında sahneler sürekli tekrar ediyordu. Yönetmen doğaçlamadan hiç hoşlanmıyordu. Genellikle doğaçlama yapmak istediği sahneler acılarının katmerlendiği anlara denk geliyordu; sevgilisi tokadı basıp suratına gidiyordu birinde, bir diğerinde bir hastane fonu önünde, gözü yaşlı kaldırımda oturuyordu. Yapabilecek hiçbir şeyi yoktu…

Bir gün film içinde film sahnelerinden birinde, bir artistin filmin sonlarına doğru öldüğünü ve onun yerine makyaj hileleriyle bir başkasını oynattıklarını öğrendiğinde, her şey değişti. Durmaksızın rolü bırakma tehditleri savurup duruyordu. Ancak kimsenin ona kulak asmaya niyeti yoktu. Zira onunda hayatı boyunca bu rolden başka yaptığı bir şey olmamıştı. Ama şimdi… Artık son bir hamlesi vardı ve onu oynamaya karar vermişti. Elindeki son koz olan sahnelerden çekilme kozu. Doğaçlamaya izin vermeyen yönetmenin gözleri önünde köprüden geçme sahnesinde birden otobüsün açık kapısından atlayarak korkuluklara tırmandı. Tırmandı ve tırmandığı gibi kendini boşluğa bıraktı.

Rolünün başlangıcının aksine gözlerindeki iki damla göz yaşı ile özgür olarak denize doğru süzüldü. Sonra birden gözleri yukarıda bir şeye takıldı. Sanki… Sanki gökyüzünden ona doğru bir şeyler kayıyordu. Küçük olanları okuyamıyordu. Ama zaten gerek de yoktu, büyük punto ve harflerle yazılmış olan ilk kelime zaten her şeyi açıklıyordu: SON.

Yorumlar

  1. insan sonu nasıl biterse bitsin oynadığı rolün hakkını vermeli ...

    YanıtlaSil
  2. Erkan,

    Kanım dondu...Allah kimseye böyle son nasip etmesin.Tam olarak ne düşündüğümü yazayım mı;

    Bir yanım bunuda birilerimizden esinlenip üzerine bir şey ilave edip yazdığını söylüyor ,diğer yanın böyle bir şeyi yazmış olmandan ötürü korkuyor.İnsan ya yaşadığını yazar ,ya gördüğünü ,yada hayal ettiğini...

    Her üçünden de korktum.Yanımdaki kalabalıktan uzak sana kocaman sarılıyorum...

    Sevgiyle Kal...

    YanıtlaSil
  3. kendi yazdığın bir senaryonun başrol oyuncusu olmak!

    yön vermek,hız vermek,baştan almak,ileriye sarmak,duraklatmak ve son vermek...

    ve aslında ne kadar iyide oynadağın değil, içinden geldiği gibi oynayabilmek belkide...

    YanıtlaSil
  4. kontrol etmeniz gerekir:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

“Herkes ötekidir ve hiç kimse kendisi değildir.*”

Bir cümle, bazen bir yerlerde okuduğunuz, bazen birinin söylediği, bir filmde duyduğunuz ya da birinin gözünüzün içine sokarcasına haykırdığı, bir konu hakkındaki tüm düşüncelerinizi aktarabilir. Öyle bir hisse kapılırsınız ki sanki ömrünüz boyunca düşünseniz, araştırsanız ve didinseniz görüşlerinizi, düşüncelerinizi bu kadar güzel, net ve öz olarak anlatamayacakmışsınız gibi gelir. Geçenlerde bir arkadaşla, hiç kimsenin etrafındakilere karşı dürüst ya da gerçekçi olmadığından konuşuyorduk. O gün bunu anlatmakta oldukça zorluk çekmiştim. Şimdi düşüncelerimi bu konuya bu kadar yoğunlaştırmışken bile zorlanıyorum. Yanlış anlaşılmaması için hemen belirteyim bu dürüstlük ya da gerçekçilik hayatın geneline karşı bir şey değil. İnsanların ikili ilişkilerinde kendilerine ve dışarıdakilere karşı olan dürüstlük ve gerçekçilikten bahsediyorum. Geçmişi doğal olarak bilemiyoruz ama bugün kimse karşısındakini gördüğü gibi kabul edip o şekilde yaklaşmıyor ve yargılamıyor. Kendi duyularımızla öğrendi