Ana içeriğe atla

Dershaneler kalkıyor (mu?)

Eğitim sistemimize yönelik onlarca kusur bulabilirim bir çırpıda. Bunları ve çözüm önerilerini sıralayabilirim. Ancak bunlara herkes zaten vakıf. İşin temelinde bazı sorunlar var. Bu sorunların başındaysa dershaneler ve dershane kültürü geliyor. Eğitim sistemi ve dershaneler konusuna geçtiğimiz mart ayında Eğitim/Öğretim Sistemi başlıklı bir yazıda değinmiştim.

O zaman dershaneleri kolay kolay kaldıramayacaklarını ama bunu yapabilirlerse Türk eğitim sisteminin kanayan en büyük yarasını kapatacaklarını söylemiştim. Hatta çevremdeki birçok kişi duymuştur; bunu yaparlarsa -tabi nitelikli bir şekilde- oyumun renginin kesinlikle değişmeyeceğini defalarca söylemişimdir.

Şimdi Başbakan kesin bir tavırla hem de tarih vererek; 2013 yılında dershaneleri kaldıracaklarını söyledi. Hemen eğitim bakanına sordular; çalışmayı doğruladı. Ancak orta öğretim seviyesinde belki ama lise seviyesinde yani üniversite hazırlık kurslarında bunun çok zor olduğunu söyledi. Sebep olarak sınav sisteminin devam etmesini gösterdi. Yani Ömer Dinçer bir nevi Başbakanı yalanlamış demeyelim de düzeltmiş oldu. Ancak sonra Başbakan bir kez daha ve üstüne basa basa bunu yapacaklarını söyledi. Başbakan çok net ve bazı çevreler için çok sert uyarılarda bulunarak 2013-2014 döneminde bu uygulamayı hayata geçireceklerini söyledi. Bekleyip göreceğiz!

Başbakan Tayyip Erdoğan güçlü bir karakter. Birçok yönüyle siyaset bilimindeki karizmatik otorite tanımına uyuyor. Söylediklerini yapıyor ve takipçisi oluyor. Ancak bazen bunları yaparken gözünün karardığı ve ne olursa olsun olacak şeklinde sonuca gittiği de oluyor. Şimdi burada örneklerini sıralamaya gerek yok. Bu kişiliğini bilenler -dershane yandaşları- hemen başlıyorlar eğitim bunu kaldırmaz feveranlarına. Açık oluşur, başarı düşer, zenginler özel derslerle arayı kapatırlar, ekonomik gücü olmayanlar yine geri kalılar gibi onlarca lüzumsuz ve saçma çıkışları oluyor. Evet, eğitimin deneme yanılmayı, fevri ve tek kişilik kararları kaldırmayacağı konusunda hem fikiriz. Ancak dershaneleri kaldırmanın eğitim sistemiyle hiç bir alakası yok. Ne olacak dershaneye gitmeyen çocuklar sınavlardan daha az puan alacak. İyi de bu herkes için geçerli olacağı için eğitim eşitliği konusunda bir sıkıntı doğurmayacak ki! Bunun örneği zaten var. Geçmişte bu kadar dershane ve bu kadar dershane öğrencisi mi vardı?

Neyse ben olsam bu işi çok sıkı tutar, dershaneleri (yeni türemeye başlayan etüt merkezlerini, birebir ders veren kurs benzeri tüm yerleri) hemen kapatır ve katı kurallar ile izlemeye alırdım. Devlet ya da özel okul fark etmeksizin öğretmenlerin dışarıda özel yani birebir ya da bir kurum çatısı altında ya da devlet okullarında sadece parası olanın alabileceği ek dersler gibi faaliyetlere girişmelerini kesinlikle yasaklar ve tespit ettiğimi de meslekten derhal ihraç ederdim. (Meslek ihracı hiç bir şekilde o mesleği yapamamak anlamına gelir. Yani meslekten ihraç edilenler gidip kendi merkezlerini açıp işletemezler, özel ders veremezler.)

Hemen belirteyim bunları yaparken öğretmenlerimizin durumunu da gözden geçirir ve hem maddi hem de manevi yönden yaşadıkları tüm sıkıntıların üzerine kararlılıkla giderdim. Gelirleri konusunda elimden gelenin en iyisini yapar, dershanelere gitmekten kurtardığım kaynağı buraya yönlendirmenin çeşitli yollarını bulurdum. Gerekirse müfredata hızlı okuma, problem çözme, algoritma gibi dersler ekleyerek tüm çocukların -ille de bir sınav olacaksa- sınava eşit olarak hazırlanmasını sağlardım.

Diğer yönden dershanelerdeki istihdamın sorun olacağını düşünenler var. Dershanelerin kapatılması sonucu birçok öğretmenin, memur ve görevlinin işsiz kalacağı ve bunun da sorun olacağını söylüyorlar. Ancak bunun çözümü hali hazırda sunulmuş durumda; okullaşmak. Dershaneleri okullara çevirmek. Ama lise ama orta okul olarak sisteme dahil olmaları pekala sorunu çözer. Tabii mutlaka ama mutlaka milli eğitim müfredatını uygulamaları koşuluyla. Devletin bu okullarda okuyan öğrenciler için okullara maddi kaynak aktarması konusu üzerindeyse iyice düşünülmeli ve uygulamaya konulması durumunda çok iyi bir şekilde denetlenmeli.

Bu yeni okulların, öğrencileri devlet okullarından kendilerine çekmeleri hem sınıf hem öğretmen hem de eğitim kalitesi sorunu azaltacaktır. Şöyle ki; sınıf mevcutları azalacağı için hem devlet hem de özel okullardaki eğitim kalitesi aratacak. Özel ve devlet okullarının eğitim ve öğretim kaliteleri birbirine yakınlaşacaktır. Bu özel okullara devlet desteği de öğrenci ve öğretmenlerin başarılarıyla orantılanabilir. (Burada da sıkı bir denetim ve adil bir değerlendirme/not/sınav sistemi işletilmelidir.)

Tüm bunların yanında velilerin de konuyu yakından takip edip işi sıkı tutmaları gerekiyor. Dershaneler kapatılırken bir anda "mershaneler" (etüt merkezleri gibi) türetilmemeli. Düşünsenize en az 3 yıl orta bölümde, 3 yılda lisede olmak üzere 6 yıl boyunca dershanelere verilen paralar ile çocuğunuzu bulunduğunuz ildeki bir özel üniversitede hem de isteyerek ve severek okuyacağı bir bölüme yerleştirebilirsiniz. Tabii amacınız çocuğunuzun sadece üniversiteye gitmesi ve bir kağıt parçası sahibi olmasıysa. Yok eğer amacımız çocuğumuzun iyi bir eğitim ve öğretim almasıysa; bizden başlayarak, ilkokulunda, ortasında, lisesinde ve üniversitesinde kendini geliştirmesine yönelik, iyi planlanmış bir sisteme sahip olmak adına elimizden geleni yapmalıyız.

Şekle değil içindekine bakmalı, konuları derinine tartışmalıyız. Eğitim sistemi reformundan bahsedeceksek de ilk olarak bu dershane sistemini ve "kültürünü" ortadan kaldırmalıyız.

Not: Son bir uyarı olarak belirtmekte fayda görüyorum; dershaneleri ortadan kaldırıyoruz derken tüm okullarımızı birer dershaneye çevirmemeye de dikkat etmeliyiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç...

Nebula Bilişim 20 yaşında!

Bir misyon bir okul 20 yaşına ulaştı. Nebula Bilişim bugün itibariyle 20. Yılında… Bir masanın etrafında toplanmış dört kişi kafa kafaya ne yapacağımızı konuştuğumuz günleri dün gibi hatırlıyorum. Marka adı, logo-fatura-irsaliye-kartvizit tasarımları, muhasebe işlemleri, ofisin bulunması-dekorasyonu, kuruluş için gerekli resmi hazırlıklar. Neredeyse tüm işlemleri kendimiz yaptık. Elbette bazı arkadaşlarımızın desteklerini de hiç bir zaman unutmayacağız. Nebula’nın ilk kurulduğu günlerde maliyetlerimiz artmasın diye evimdeki masa üstü bilgisayar ve ekranlarımı ofise taşıyışım ve aylarca onları kullandığımız hala hatırımda. Mesela faks cihazına bütçe ayırmamak için yaptıklarımız bugünkü nesle çok komik gelirdi. Muhasebe yazılımı olarak kullandığımız çözümü adam etmek için az çaba sarf etmedik. Mutfak gereçlerimizi temiz tutmak için yaptıklarımızı kime anlatsam inanmaz! Aşağıdaki fotoğraflar çalışma ortamımızın ilk fotoğrafları olabilir. Yok merak etmeyin, bunları o eski günler ede...

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu...