Ana içeriğe atla

İsimsiz Kahramanlar Ülkesi

Dostum, yine sana yazmak istedim.

Bugünlerin benzerleri dün yaşandı, bugün yaşanıyor ve yarın da büyük bir ihtimalle yaşanacak!

Yapamıyoruz!

Olmuyor!

Mutlaka bir isme, önde yürüyecek birine ihtiyaç duyuyoruz. Öyle ki bu ismin sahibi bazen okyanuslar ötesinde ve hatta geri dönmeyecek bir geminin yolcu listesinde bile olabiliyor!

Ak Parti Erdoğan'sız düşünülemiyor. Ülke batar hafazanallah! Ana muhalefetimiz şimdilerde Kılıçdaroğlu olmadan asla modunda. Cemaatler ise her daim bir "efendi"ye muhtaç!

Ülkenin iplerini elinde bulundurduğu iddiasındaki kuklacılar dahi görünür olabilmek için kendileri ile yarışıyorlar.

İsimsiz kahramanlar edebiyatı ise her daim en iyi satış yapan hikaye oluyor.

Oysa sokaktaki kestanecinin bile hayali isim yapmak. Alanında tanınmak!

İnternet suçları üzerinde uzmanlaşmış "anonymous" diye bir gurup var. Onlar dahi isim getirecek eylemler yaparak adlarına yakışmayacak şekilde kendilerini duyurmaya çalışıyorlar. Etrafınıza bakın, az biraz bilgisayardan anlayan muhalif ruhlu, bir çok "salak" göreceksiniz ben de onlardanım diyen.

Internetteki anonimlik yani isimsizlik zaten başlı başına bir inceleme konusu... Alkol kadar tehlikeli sonuçları olabiliyor. Anonimliğin arkasına saklanan yüzbinler hatta milyonlar bulmak mümkün bu ülkede!

Böyle olunca tabii balığın nereden koktuğu da tartışmalı hale geliyor.

Kabahat kürk oluyor fakat kimse giymek istemiyor!

Ülke ilkesiz olabiliyor fakat "efendisiz" olamıyor...

İsim yapma, kendini öne çıkartma konusunda kendimize de bir bakalım! Mesela, başınızı hafif öne eğdiğinizde ayakkabılarımızdan yansıyan kendi silüetimizi görüyor muyuz? Evimizde, arabamızda ve hatta çantamızda tek amacı size bizi göstermek olan kaç tane ayna var? Hiç gurup olarak yaptığımız bir işin altına bireysel imza attık mı? Bu soruların cevapları ne kadar ben merkezli olduğumuzun ya da olmadığımızın göstergesidir. Ben diyen insandan korkarım!

Dostum, kişi ve uygulamaları geçici, ilkeler kalıcıdır. İlkeli olan adam hayattayken de sonrasında da desteklenir ve güzel sözle anılır! Kendi göçse de ilkeleri yaşadığı sürece sıkıntı yoktur. Ancak ilkesiz adam ise öldükten sonra dahi zelildir.

Bu hafta başladığım bir kitap şu cümleyle açtırıyordu kapağını: "Hakikatı bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?" Devamında bir yerde Publius Syrus'dan bir alıntı yapıyor: "Suçluyu affeden hakim, kendini mahkum etmiş olur."

Bir eylemin amacı ve sonucu bir bütün içinde değerlendirilmelidir. Bütüne zarar veren eylem bireye faydası olsa dahi kötü ve ilkesizdir! Bugün bazı ilkelerin peşinden giden ve o ilkeleri koruyanları korumak da benim olduğu gibi senin de görevindir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

“Herkes ötekidir ve hiç kimse kendisi değildir.*”

Bir cümle, bazen bir yerlerde okuduğunuz, bazen birinin söylediği, bir filmde duyduğunuz ya da birinin gözünüzün içine sokarcasına haykırdığı, bir konu hakkındaki tüm düşüncelerinizi aktarabilir. Öyle bir hisse kapılırsınız ki sanki ömrünüz boyunca düşünseniz, araştırsanız ve didinseniz görüşlerinizi, düşüncelerinizi bu kadar güzel, net ve öz olarak anlatamayacakmışsınız gibi gelir. Geçenlerde bir arkadaşla, hiç kimsenin etrafındakilere karşı dürüst ya da gerçekçi olmadığından konuşuyorduk. O gün bunu anlatmakta oldukça zorluk çekmiştim. Şimdi düşüncelerimi bu konuya bu kadar yoğunlaştırmışken bile zorlanıyorum. Yanlış anlaşılmaması için hemen belirteyim bu dürüstlük ya da gerçekçilik hayatın geneline karşı bir şey değil. İnsanların ikili ilişkilerinde kendilerine ve dışarıdakilere karşı olan dürüstlük ve gerçekçilikten bahsediyorum. Geçmişi doğal olarak bilemiyoruz ama bugün kimse karşısındakini gördüğü gibi kabul edip o şekilde yaklaşmıyor ve yargılamıyor. Kendi duyularımızla öğrendi