Ana içeriğe atla

Huntington haklı mıydı? - Çöküş

Sağır sultan duymadıysa bile en azından bir yerlerde okumuştur Samuel Huntington'ın Medeniyetler Çatışması'nı. Kendisini okumadıysa bile artçıllarına veya karşıt görüş bildirme çabalarına bir yerde mutlaka rastlamıştır. Medeniyetler Çatışması başlığı aslında kendi kendini açıklar gibi gözükür. Ancak pek de öyle değil. Medeniyetler çatışmasını anlatmasını beklediğiniz tez dünyayı  kendi içinde medeniyetlere bölüyor gibi gözükmekle birlikte İslam medeniyeti ve diğerleri gibi ikili bir ayrıma ulaşır. Bu ayrım sonucunda da aslında diğer medeniyetler ve onların İslam ile çatışmaları gibi bir teze kavuşur. Bu tez ve devamında ortaya koyulan birçok görüş "vahşi" İslam ile "medeni" batının eninde sonunda kanlı bir çatışmaya girişeceğinde birleşir. Bunu önlemek için öneriler arasında İslam'ın özüne dönüş yerine Batı, yani "medeniyet" değerleri ile, kendini yeniden yorumlamasının tek çıkış yolu olduğu ancak bunun dahi hızla yaklaşmakta olan "kanlı" çatışmayı engellemeye yetmeyeceği savunulur. Çünkü "kökten" dinci bir kesimin her daim var olacağı ve bu çatışmanın eninde sonunda bu "kötü" tarafın desteğiyle ortaya çıkacağı tezi "batı" tarafından sıklıkla dile getirilir bir "inanış" hali almıştır.

Batı, Huntington ya da ardıllarının sıklıkla savundukları yukarıdaki görüşlerin son dönemde yaşananları açıklamakta yeterli kaynak olarak almaktadır. Ancak tezin içinde de batının bugün ortaya koyduğu ve tarafsızlıktan uzak görüşlerinde de bir çöküş, gariplik, tutarsızlık var. Öncelikle Arap Baharı'nı fundemantalist İslam'ın, çatışma tezlerinden çıkış önerilerinde olduğu gibi, kendini batı değerleri ve "demokrasisi" ile yenilemeye başladığı ve çatışma tezinden kaçınma dürtüsünün ortaya çıktığı gibi yorumladılar ya da en azından bize böyle sundular. Gerçekten de bazı yerlerde demokratikleşme adına bir takım adımlar atıldı. Halklar kendi iradelerini ortaya koymaya ve kendi yöneticilerini seçmeye, istedikleri gibi yönetilmeleri için gerekli zemini hazırlamaya koyuldular. Benim başlangıcında da sonunda da eleştirdiğim kalkışmalar yine bazı diktatörleri koltuklarından hatta canlarından etti ama diğerleri koltukları henüz altlarındayken bir kısım yetkilerini paylaşarak yerlerini korudular. Mısır gibi ülkelerde tepede gördüğümüz dikta "imgeleri" alaşağı edildi! Fakat yıllarca yetiştirdikleri kadrolar olduğu yerde kaldı. İşin ilginç yanı en katı monarşi, oligarşi uygulayan orta doğu ülkelerinde hafif çaplı kalkışma denemeleri olduysa da çok kısa süreli ve cılız oldukları için en ufak bir değişikliğe yol aç(a)madı.

...ve sonra bahar bitti. Ba(ğ)zı guruplar yeni gelenlerin otoriterleşmesine karşı eylemler düzenlemeye başladılar. Tahrir yazılan tarihi beğenmemişti ve yeniden yazmak istiyordu! Evet, bahar bitti. Sıcak bir yaz başladı! Yazın kavurucu sıcağında batının yüzünden yansıyan şey ise güneş değil kan oldu. Bahardan yaza geçen ülkelerde bir bir kavurucu çöl güneşinin etkileri kendini göstermeye başladı. Bu başlangıçta bazı ülkelerdeki kazanımlar neredeyse tümüyle ortadan kalktı. Şimdi Suriye dışında birçok "bahar" ülkesi yaz sonrası gelecek kışa hazırlanıyor/yuvarlanıyor. Suriye baharı yaşamadan kışa geçti! Belki de batının "ikinci yüzünün" beklediği gibi "reformist" halk bazı ülkelerde çok çabuk pes etti. Benim kalkışmaları eleştirme sebebim olan daha kötüsüne saplanma savı, temizleniriz umuduyla üzerindeki toprağı silkelemek yerine tepeden sıkılan su ile ayaklarının altındaki toprağın çamura dönmesi ile geçek oldu.

Ancak bu çamur deryasının içinde bir başka şey daha oldu. Bunu ne Huntington ve ardılları ne de ben görebilmiştim. Birileri beklenmedik bir duruş sergiledi. Mısır'da İhvan-ı Müslimin / Müslüman Kardeşler darbe karşısında dimdik durdu. Hem de "medeniyetin" tüm kışkırtmalarına rağmen şiddete bulaşmadan. Hatta kendine yorulabilecek kilise saldırılarını önlemek için kiliselerin etrafında etten duvarlar örerek. O çöl sıcağında koca bir Ramazan ayını meydanlarda geçirdiler. Olmadı! Darbe ancak batının yandaşlarına yapıldığında darbeydi! Darbeyi yapanlar ancak "bağzı"larının çıkarlarına dokunduğunda kötüydü. "Bağzı"ları ağaçlar için(!) sokaklara döküldüğünde saatlerce canlı yayın yapılmalıydı! İnsan hakkı ancak Müslümanlar dışındakiler için geçerliydi! Yüzlerce sivil hem de çocuk, kadın, yaşlı demeden darbeciler tarafından öldürülürken, "medeniyet" iki tarafa da(!) sağ duyu ve şiddetten kaçınma çağrıları yapıyordu. Ölüler yakılıyordu! Diriler yakılıyordu! Bilmiyorum ama belki de "medeniyetin" gözleri önünde anne karnında doğmamış çocuklar yakılıyordu! Hiç değilse 17 yaşında bir genç kız sırtından ve göğsünden aldığı kurşunlar ile hayalleri ve idealleri uğrunda toprağa düşüyor; bir genç kızın, bir annenin, bir babanın analık, babalık ve evlat hayalleri yakılıyordu. Batıda "medeniler" izliyor ve iki tarafa da itidal çağrısı yapıyorlardı.

Ne diyordu İnsan Hakları "Evrensel" Beyannamesi birinci maddesinde: "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar." Otuz maddelik aynı bildirgenin 3. maddesi "Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır." diyordu. Ama 21. yüzyılda tüm tezler, tüm beyannameler Mısır'da yaşananlar ve takınılan tavırlar ile yerle yeksan oldu.

Huntington haklı mıydı? Hayır! Hayır çünkü bir medeniyetler çatışmasından söz edebilmek için birden fazla medeniyet olması gerekir. Sürekli bize sunulan medeniyet algısında şeref, erdem ve her türlü insan hakkına saygıdan bahsedilegelinir. Ancak bugün radikal olarak niteledikleri -benim kesinlikle katılmadığım- İhvan-ı Müslimin "bunlar benim değerlerim" diyen batılıdan daha sakin, vakur ve haysiyetli bir şekilde sözde batılıların tekelinde olan tüm değerleri uygulamalı olarak gösteriyor. Artık biliyoruz ki Huntington'nın Medeniyetler Çatışması tezi çökmüştür! İşte bu aşamada devreye tek dişi kalmış medeniyetin beşiği batının iki yüzlüğü devreye giriyor. Katliama sessiz kalarak Müslümanları bir kez daha şiddetin çıkmaz sokaklarına itmeye çalışıyorlar. Mesela Suriye'de Ne Esat'ın "işi bitirmesine" izin veriyorlar ne de muhaliflerin yeterince güçlenmelerine. Israrla İslam medeniyetini kendi içindeki kısır çatışmalara iterek yok etmeye çalışıyorlar. Ancak onlar da şaşkınlar. Bir bocalama evresindeler. Zira çok yücelttikleri Mahatma Gandhi'nin pasif direnişinin milyonlar tarafından sergilenmesini beklemiyorlardı. Bir Adeviyye, bir Nahda direnişi ummuyorlardı.

Bu medeniyetler çatışması tezinde biz Müslümanların hiç mi kabahati yok? Birçok... Bize biçilen rolü o kadar iyi oynadık ve oynuyoruz ki, bazen oyunun yazarları bile bu kadarını beklemiyordur. Bir günde binlerce insanı öldürebilecek bir zihniyeti hayal bile edememişlerdir! Evet hatamız çok! Ancak ölüyoruz, toprağa düşüyoruz daha ötesi var mı? Ölümden öteye köy var mı?

İçine girdiğimiz bu ölüm kıskacı bir girdaptan çok Müslümanları öğüten bir makinenin dişlileri gibi çalışıyor. Malum bir girdaptan çıkış yolu onun akışıyla beraber yüzmektir. Ancak bir makinenin öğütücü dişlilerinden kurtulmanın yolu bir dişlinin durması, dönmeyi reddetmesidir. İhvan, Mısır'da şiddete bulaşmayı reddederek kendisinin kırım ve kıyımına rağmen dönerek makinenin daha fazla insanı öğütmesine karşı duruşun adıdır. İhvan'ı şiddetten uzak tutmak için de biz, ellerine masum kanı bulaşmış olmasından korkarak yüzünü gözünü kapatamayan kalabalıklar olarak en azından haklılıklarını haykırmalıyız. Elimizle düzeltemediğimize dilimiz döndüğünce karşı çıkmalıyız. Dünya bizi Hakk'ı hayırkırmaktan alı koymamalı. Buğz etmek bırakın başkalarına kalsın.

Son tahlilde bir kez daha söyleyeyim; Huntington'ın Medeniyetler Çatışması tezi hatalıdır, yanlıştır. Ancak batının ve içimizdeki İrlandalıların durumu ve duruşu gerçektir. Müslüman değil diyemesen bile münafıklığı; gözleri, sözleri ve davranışlarından anlaşılan bir zümrenin varlığı da inkar edilemez. Bir de "Domuzdan post, 'gavurdan' dost olmaz." Her ne kadar bugün "biri"leri ayetleri yanlış yorumladığını söyleyerek çark etse de Kur'an bize bunu açıkça bildirir.

...ve bir son söz daha, aşağıdaki yazıları da bir okuyun olur mu?

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/esmanin-gozleri/39085
http://haber.stargazete.com/yazar/esmanin-gozleri-/yazi-781682
http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/musluman-kani_2120100.html
http://www.erkansen.com/2012/09/uyan.html

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç