Ana içeriğe atla

Eğitim

Ne terör ne de dün Diyarbakır’da yaşananlar, ne AB ne de ABD ile ilişkilerimiz. Bu ülkenin kendi sınırları içinde de dışında da en büyük problemi eğitimdir. Yaşadığımız tüm sorunların temelinde de öncesinde de sonrasında da eğitim sistemimizdeki bozukluk ve aksaklıklar vardır. Yani bu en temel sorunumuzu halletmeden hiçbir şeyi düzeltemeyiz. Bu sorun öyle cumhuriyet dönemi ile ilişkilendirilebilecek kadar kısa bir tarihe sahip değildir. Kökleri Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan hatalara kadar uzanır. Ama bu konulara tek tek değinecek ya da hepsine çözüm önerecek kadar derin bilgiye sahip değilim. Bir tek konu var gündemimde şu an; dershaneler.

Cemaatin/hizmetin başını çektiği bir gurup şiddetle karşı çıkıyor dershanelerin dönüştürülmesine, dönüşmeyenlerin kapatılmasına. İşin ilginç yanı bu savaşta düşman kardeşler birlik olmuş durumda. Hürriyet, Zaman gazetesinin en büyük destekçisi oldu. Cemaatin yayın organları bir haftadır hükümete etmedik laf bırakmadı. Bunların hepsini Allah’a havale ediyorum. Hiç birini burada anmayacağım.
Şimdi internette bir resim dolaşıyor dershanelerin neden kapanmaması gerektiğine dair kıyaslamalar var!


Baştan başlayarak cevaplayayım:

1. Dershanelerin bedeli Anadolu’da 1.500-2000, büyükşehirlerde 3.000-4.000 TL. Orta halli bir kolejin fiyatı ise büyükşehirlerde 12-30 bin TL arası.

Bir kere sadece büyükşehirlerdeki kolejlerin rakamlarını alarak adaletsiz bir kıyaslama yapılıyor burada. Evet, bu durumda dahi aradaki fark 3 – 8 kat gibi büyük… Ancak madem amaç para kazanmak değil, ihtiyaç sahiplerini bu okullarda burslu okutabilirsiniz. Beğenmediğiniz taslağı iyileştirmek adına bir takım öneriler sunabilirsiniz. Örneğim bir öğrencinin devlete maliyeti de yıllık 5.000 TL ise bunu rahatlıkla destek olarak ödeyebilir. Böylece hem devlet okullarının yükü azalmış olur hem de çift taraflı olarak kalite artmış olur. Ayrıca bu okullar yine burslu öğrenci almaya devam edebilir.

2. Tam tersine dershaneler fırsat eşitliği sağlanıyor. Koleje gidemeyen öğrenciler makul bir ücretle dershaneye giderek aradaki farkı kapatıyor.

Sorunlu bir bakış açısı da bu. O makul ücretle eğitim yapıyor denilen dershaneler bilmem kaçıncı sınıf eğitim veriyorlar. Ayrıca koleje giden öğrencilerin elleri de armut toplamıyor değil mi? Siz birkaç bin liralık eğitim desteğinden bahsederken zenginlerin bu eğitimden hiç faydalanmadığını varsayıyorsunuz. Eğer herkes bu eğitimi alıyorsa bunun eğitim sistemine paralel bir yapı oluşturmadığını iddia etmek tam anlamıyla safdilliktir. Şöyle ki; denildiği gibiyse ve devlet okullarının eğitimi bu kadar kötü ve kolejlerin eğitimi bu kadar iyiyse tüm üniversitelerin kontenjanları kolejli çocuklarla dolardı. Çünkü “süper” kolej eğitimlerinin üstüne bir de o “muhteşem” dershane eğitimlerini alıyorlar. Yani dershaneler ancak çocuklarımızın çalınan gençliklerinde fırsat eşitliği sağlayabilirler!

Bunlardan ayrı olarak şunu düşünelim; tüm dershaneler bir anda kapatılsın ve herkes okullarda aldığı eğitimle sınavlara girsin. Ne olur? Herkes aldığı eğitim kadar başarılı olur öyle değil mi? Bu da bir eşitsizliğe neden olur! Bu sav başından, kökeninden çürük! Çünkü daha iyi okul imkânına kavuşabilenler daha iyi dershane eğitimine de kavuşabilirler. Bu nedenle dershanelerin varlığı hiçbir zaman terazilerin kefesini dengeye sokamaz. En azından bu bakış açısıyla…

Hadi bir öneri daha getirelim. Fırsat eşitliği sağlamak isteyen dershaneler için ücretsiz hizmet vermek koşulu ile açık kalabilsinler. Ne de olsa amaç özellikle doğu ve güneydoğu illerinde adaleti tesis etmek ve oradaki gücü yetmeyen insanların okumalarını, dağa çıkmamalarını sağlamak! Hodri meydan!

3. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı araştırmada 3 bin 10 dershaneden 263’ünün dönüşüme hazır olduğu ortaya çıktı.

Burada da yanlış bilgilerle cevap verilmeye çalışılmış. Basit bir araştırma ile 2011 yılı rakamlarıyla dershane sayısının 4.000’den fazla olduğunu bulabilirlerdi. Hadi diyelim ki rakamlar doğru olsun. Ancak 2009 yılından beri hazırlanmaları için uyarılan, sürekli olarak ertelenen bu işlem artık yapılmalıdır. Tersten başlamak gibi gelebilir. Sınav sistemi dururken dershaneleri kaldırmanın mantığını sorgulayanları bir nebze olsun anlıyorum. Ancak sınavın okulda öğretilenlerden yapılmıyor olması bir garabet. Bunun okullarla ilgisi yok! Dershaneler öğrencilere zekâ ya da hayat bilgisi anlamında hiçbir şey katmıyor. Cemaat dershanelerin biz onlara ahlaklı olmayı ve dinlerini öğretiyoruz savunmasını Allah’a havale ediyorum. Oraya gelen çocukların çoğunun anne – babası kendini size yakın gördüğü için orayı seçiyor. Küçük bir örnek vereyim; benim dershane geciken dershane taksitimi, kefenliği olarak sakladığı bileziğini bozdurarak vermiştir annem. Biraz gecikmesine bile müsamahası olmayanlar utansın!

4. Hâlihazırdaki özel okulların kontenjanlarının yüzde 40’ı boş. Devlet, özel okulları önemsiyorsa neden desteklemiyor?

İşte bu taslakla destek getirmeye çalışıyorlar. Bunu bilip de paylaşmamak tam olarak ikiyüzlülük! Eğer taslakta yoksa bile, cemaat hükümete iddia ettiği kadar yakınsa, terör ya da oy kaybı ile tehdit edeceğine çalışmalarına katkıda bulunsun. Yeni kurulan okullar da üniversiteye girişte başarı vadetsinler. Örneğin; “Sınav sisteminde tecrübeliyiz!” çok iddialı bir slogan olabilir bu okullar için. Milli eğitim müfredatı yanında pekâlâ sınav hazırlığı imkânı sunabilirler. Böylece öğrenciler ve veliler hem okula masraf yapıp hem de dershane ücretini ödemezler. Okullarında kontenjanı boş kalmaz! Aynı zamanda öğrencilerimiz de hayatların en güzel zamanlarını biraz da kendilerine ayırabilirler. Mesela biraz daha fazla kitap okuyabilir, daha fazla film izleyebilir, kendilerini geliştirmek adına ne varsa daha fazla yapabilirler. Hiçbir şey yapmasalar sırf gökyüzünü seyretseler ve hayal kursalar bile daha kârlı olurlar.

5. Şu anda atama bekleyen öğretmen sayısı 250 binden fazla. Bu durumda dershanelerden gelecek 50 binden fazla öğretmene iş bulmak mümkün mü?

Bu konuda da kısmen haklı eleştirenler. Ancak dershanedeki birçok hocanın öğretmenlik mezunu olmadığının hatta bazılarının pedagojik-formasyonları dahi olmadığının farkındalar. Ancak işlerine gelmiyor. Gerçi bu açıdan baktığımızda dershaneler kapansa da kapanmasa da bu kişiler dönüşümden sonra işsiz kalacaklar. Bu açıdan bir çözüm üretilmeli… Bu da işin özünde mesleki ihtiyaçlara göre üniversite kontenjanı açarak halledilmesi gereken bir şey!

Şimdi beni peşin yargılarla yargılayacaklar. Ama şunu baştan söyleyeyim; yurt içinde ve dışındaki eğitim çabalarının tamamını takdir ile karşılıyorum. Ancak özverili bir şekilde o kurumlarda üç beş kuruş paraya çalışan gönül – hizmet erbabı ile burada yumuşak koltuklarından savaş naraları atanları bir kefeye koymamı da kimse beklemesin. Delikanlı gibi çıkın deyin ki bu dershaneler o okulların parası ve tüm dünyadaki hizmet işlerini görüyor. Ama diyemezsiniz çünkü o zaman da himmet toplantıları açığa düşüyor. On binlerce esnafın, iş adamının yaptıkları hemen unutuluyor.  Olmuyor yani dershaneler konusunda neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir kere bu şiddette bir saldırı yaparken haklı olma ihtimaliniz hiç yok!

Dershaneleri, ahlaklı ve temiz bir nesil yetiştiren yegâne yerler olarak sunmanızı da ayrıca kınıyorum!
Bir uyarı da dershane karşıtlığım nedeniyle beni hükümet şakşakçılığı ile suçlayacak olanlara gelsin; benim dershane karşıtlığım 1997 yılından kalmadır. Yani kendi dershane yıllarıma dayanır!

Farkındaysanız yine konu eğitim ve öğretim tartışmasından çok başka bir yerden yürütülüyor. Gençlerin yaşam kalitelerinden hiç bahsedilmiyor. 16-17 yaşında bir genç haftanın 7 günü günde neredeyse 18-20 saat hiç durmaksızın hayatını şekillendireceği yanlış zannıyla bir sınav sisteminin çarkları arasında eriyor. Dershane severler de “Biz sistemin açığını kapatıyoruz” safsatasında ısrar ediyorlar. “Olmasaydın olmazdık!” demenin başka bir sürümü…

Son olarak şunu da söyleyeyim; bu ülkenin ve dünyanın eğitimden daha önemli olan sorunu ancak ölümdür. Çünkü ölümün olduğu yerde daha ciddi hiçbir şey konuşulamaz. Örnek mi? Filipinlere bakalım ve biraz silkinip kendimize gelelim...

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç...

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu...

Nebula Bilişim 20 yaşında!

Bir misyon bir okul 20 yaşına ulaştı. Nebula Bilişim bugün itibariyle 20. Yılında… Bir masanın etrafında toplanmış dört kişi kafa kafaya ne yapacağımızı konuştuğumuz günleri dün gibi hatırlıyorum. Marka adı, logo-fatura-irsaliye-kartvizit tasarımları, muhasebe işlemleri, ofisin bulunması-dekorasyonu, kuruluş için gerekli resmi hazırlıklar. Neredeyse tüm işlemleri kendimiz yaptık. Elbette bazı arkadaşlarımızın desteklerini de hiç bir zaman unutmayacağız. Nebula’nın ilk kurulduğu günlerde maliyetlerimiz artmasın diye evimdeki masa üstü bilgisayar ve ekranlarımı ofise taşıyışım ve aylarca onları kullandığımız hala hatırımda. Mesela faks cihazına bütçe ayırmamak için yaptıklarımız bugünkü nesle çok komik gelirdi. Muhasebe yazılımı olarak kullandığımız çözümü adam etmek için az çaba sarf etmedik. Mutfak gereçlerimizi temiz tutmak için yaptıklarımızı kime anlatsam inanmaz! Aşağıdaki fotoğraflar çalışma ortamımızın ilk fotoğrafları olabilir. Yok merak etmeyin, bunları o eski günler ede...