Dostum,
Hayat o kadar hızlı akıyor ki avuçlarımın içinden, tutamıyor ve tutunamıyorum. Akıp gidenlerin ne kadarı kaldı ki hafızamda. Örneğin, ilk ne zaman başlamıştım oruç tutmaya net bir bilgi yok elimde; yirmi ya da yirmi beş sene diye anlatmaya çalışıyorum. Arada koskoca beş yıl var. Sanki o aralık kocaman bir boşluk. Mesela çocukluğumda Yavuz Sultan Selim camiinin eli hortumlu hocasından kaçıp bir yanımı eksik bırakışımın üzerinden kaç yıl geçtiğini de hatırlamıyorum. Mahallede ki çocuklar birleşir camiileri gezerdik bir zamanlar, oyunlar oynar, gürültü patırtı yapardık ama her gittiğimiz camiide namazımızı da kılardık. Bunu kim teşvik ederdi? Namazı bana kim öğretti? Hatırlamıyorum! Hafıza hep iyiyi kendine kötüyü başkasına yoruyor. Malum hafıza-i beşer nisyan ile malül!
Dostum, bazı geceler soruyorum kendime; "Kendini nasıl bilirdin?" diye. Karşılık olarak bulduğum sessizlik her geçen gece daha da ürkütücü geliyor! Ve biliyor musun Mevlana'dan dem vuran birçok kişi tüm hayatı boyunca bu soruyu bir kez bile sormuyor kendine. Hem de okudukları o "Ölmeden önce ölünüz" hadisini uzun uzadıya açıklamış metne rağmen. Belki bir mükafat belki de bir musibet olan, benim de içine yuvarlandığım, unutkanlıktandır! Yoksa işlerine böyle geldiği için midir? Bilemiyorum. Dünü, bugünü ve yarını hiç düşünmeden yaşıyorlar. Sadece an var! "Carpe diem - Seize the Day!" Kaldı mı bilmeyen, duymayan? Sadece onlar ve "sevdikleri" var!
Dostum, doğduğumuz ve yaşadığımız topraklar itibariyle, yani kültürel olarak, aynı yerden veda edeceğiz büyük ihtimalle bu dünyaya. Görevli soracak, kendilerine hiç sormadıkları o soruyu; "Nasıl bilirdiniz?" Ne diyeceğiz bu soruya? Dünya için, dünyada iyi bir insandı! Sağlığı elvermediği için(!) ömrü boyunca oruç tutmadı, vakti olmadığı için namaz kıl(a)madı ama iyi bilirdik. Anlamadığı için, inandığını söylediği Kitabı bir kez dahi okumadı ya da okudu ama mantığına aykırı olduğu için uygulamadı fakat yine de iyi bilirdik. Zengindi ve fakat vergisini veriyordu ya zekata ne gerek vardı! Din, zamanın gerisinde kalmıştı onun için ya ancak son durağa yine o geri kalmış mekandan çıkacaktı. Zaman zaman inkarda dibe vururdu ama içi temizdi. O da gelecekti ve soracaklardı:
- Nasıl bilirdiniz?
- Cehalet mutluluktur, cahildi!
Ya diğerleri... Çalıp çırpan, hak hukuk gözetmeyen, yetim malı yiyen ve hatta en basitinden sokağa tüküren diğerleri...
- Nasıl bilirdiniz?
- ...
Dostum, bir de öyleleri var ki! İnandıklarını, bildiklerini, uyguladıklarını söylüyorlar! Ne söyledikleri ne de okuduklarım örtüşmüyor sergiledikleriyle... En basitinden hırsızlıkların en büyüğünü yapıyorlar. Belki bilerek belki de bilmeyerek namazlarından çalıyorlar! Öyle şeyler yapıyorlar ki onlar için de sorulduğunda bilmiyorum ne cevap verebileceğimi...
Dostum, öyle birileri de var ki üzülüyorsun! Sadece üzülüyorsun. Bir adım sadece bir adım ötende... Elini uzatsan tutacaksın. Elini uzatsa tutacak seni...
- Nasıl bilirdiniz?
- Bilmiyordu!
Bildirememenin vebalı altında ezildikçe ezilirsin... Ezilirsin...
Bunca şeyi kendime sorduğum sorunun bende yarattığı etki ile yazdım. Ama daha çok üzüldüğüm diğerleri için... Ve fakat kendisi bu soru karşısında kendisine sessizliğiyle mukabelede bulan biri ne yazabilir, söyleyebilir ki! Gidenin arkasından kötü söylenmez ya bizde, peki sessiz kalınır mı? Sessiz kalanın ve sessiz kalınanın hükmü ne olur?
Sahi...
- Nasıl bilirdiniz beni?
- ...
Hayat o kadar hızlı akıyor ki avuçlarımın içinden, tutamıyor ve tutunamıyorum. Akıp gidenlerin ne kadarı kaldı ki hafızamda. Örneğin, ilk ne zaman başlamıştım oruç tutmaya net bir bilgi yok elimde; yirmi ya da yirmi beş sene diye anlatmaya çalışıyorum. Arada koskoca beş yıl var. Sanki o aralık kocaman bir boşluk. Mesela çocukluğumda Yavuz Sultan Selim camiinin eli hortumlu hocasından kaçıp bir yanımı eksik bırakışımın üzerinden kaç yıl geçtiğini de hatırlamıyorum. Mahallede ki çocuklar birleşir camiileri gezerdik bir zamanlar, oyunlar oynar, gürültü patırtı yapardık ama her gittiğimiz camiide namazımızı da kılardık. Bunu kim teşvik ederdi? Namazı bana kim öğretti? Hatırlamıyorum! Hafıza hep iyiyi kendine kötüyü başkasına yoruyor. Malum hafıza-i beşer nisyan ile malül!
Dostum, bazı geceler soruyorum kendime; "Kendini nasıl bilirdin?" diye. Karşılık olarak bulduğum sessizlik her geçen gece daha da ürkütücü geliyor! Ve biliyor musun Mevlana'dan dem vuran birçok kişi tüm hayatı boyunca bu soruyu bir kez bile sormuyor kendine. Hem de okudukları o "Ölmeden önce ölünüz" hadisini uzun uzadıya açıklamış metne rağmen. Belki bir mükafat belki de bir musibet olan, benim de içine yuvarlandığım, unutkanlıktandır! Yoksa işlerine böyle geldiği için midir? Bilemiyorum. Dünü, bugünü ve yarını hiç düşünmeden yaşıyorlar. Sadece an var! "Carpe diem - Seize the Day!" Kaldı mı bilmeyen, duymayan? Sadece onlar ve "sevdikleri" var!
Dostum, doğduğumuz ve yaşadığımız topraklar itibariyle, yani kültürel olarak, aynı yerden veda edeceğiz büyük ihtimalle bu dünyaya. Görevli soracak, kendilerine hiç sormadıkları o soruyu; "Nasıl bilirdiniz?" Ne diyeceğiz bu soruya? Dünya için, dünyada iyi bir insandı! Sağlığı elvermediği için(!) ömrü boyunca oruç tutmadı, vakti olmadığı için namaz kıl(a)madı ama iyi bilirdik. Anlamadığı için, inandığını söylediği Kitabı bir kez dahi okumadı ya da okudu ama mantığına aykırı olduğu için uygulamadı fakat yine de iyi bilirdik. Zengindi ve fakat vergisini veriyordu ya zekata ne gerek vardı! Din, zamanın gerisinde kalmıştı onun için ya ancak son durağa yine o geri kalmış mekandan çıkacaktı. Zaman zaman inkarda dibe vururdu ama içi temizdi. O da gelecekti ve soracaklardı:
- Nasıl bilirdiniz?
- Cehalet mutluluktur, cahildi!
Ya diğerleri... Çalıp çırpan, hak hukuk gözetmeyen, yetim malı yiyen ve hatta en basitinden sokağa tüküren diğerleri...
- Nasıl bilirdiniz?
- ...
Dostum, bir de öyleleri var ki! İnandıklarını, bildiklerini, uyguladıklarını söylüyorlar! Ne söyledikleri ne de okuduklarım örtüşmüyor sergiledikleriyle... En basitinden hırsızlıkların en büyüğünü yapıyorlar. Belki bilerek belki de bilmeyerek namazlarından çalıyorlar! Öyle şeyler yapıyorlar ki onlar için de sorulduğunda bilmiyorum ne cevap verebileceğimi...
Dostum, öyle birileri de var ki üzülüyorsun! Sadece üzülüyorsun. Bir adım sadece bir adım ötende... Elini uzatsan tutacaksın. Elini uzatsa tutacak seni...
- Nasıl bilirdiniz?
- Bilmiyordu!
Bildirememenin vebalı altında ezildikçe ezilirsin... Ezilirsin...
Bunca şeyi kendime sorduğum sorunun bende yarattığı etki ile yazdım. Ama daha çok üzüldüğüm diğerleri için... Ve fakat kendisi bu soru karşısında kendisine sessizliğiyle mukabelede bulan biri ne yazabilir, söyleyebilir ki! Gidenin arkasından kötü söylenmez ya bizde, peki sessiz kalınır mı? Sessiz kalanın ve sessiz kalınanın hükmü ne olur?
Sahi...
- Nasıl bilirdiniz beni?
- ...
Soru sormayan insan adım atmıyordur hayatta..
YanıtlaSilİyi biliyoruz seni de !