Ana içeriğe atla

Teklif

Dostum,

Bilen bilir Fatih’te Sanki Yedim adında bir cami vardır. Hikâyesi rivayetlerden oluşmakla birlikte vermek istediği mesaj gayet güzeldir. Rivayetlere göre caminin banisi canı ne çekerse çeksin yediğini varsayıp bedelini bir kenara biriktirmiş ve en sonunda da biriktirdikleri ile bu camiyi bina etmiş. Hikâye gerçek veya değil günümüz insanına çok güçlü ve ince bir mesaj verdiği kesin.

Ben öyle konuşarak şunu şöyle, bunu böyle yapın diyen ama kendi hayatına söylediklerini uygulamayanlardan pek hazzetmem. Bu köşe yazarlarının işi!.. Yapmayacağım şeyi söylememeye, söylediğim şeyleri de yapmaya çalışırım. Örneğin, ramazanlarda dışarıda iftar açmayı pek sevmem. Uyanık işletmecilerin üç kuruşluk menüyü beş liraya satıyor olmaları ayrı bir rahatsızlık sebebiyken, iki kişi oturduğunuz bir iftar sofrasından kalanlarla Afrika’da bir ailenin günlerce karnını doyurabileceğini bilmek, duyduğum rahatsızlığın temelini oluşturur. Mecbur kalıp katıldığım iftarların tutarını -belki de çok doğru olmayan bir hareketle, sırf vicdanımı rahatlatmak için- bir yardım kuruluşuna bağışlarım.

Yapılan yardımın gizlisi bana göre de daha makbuldür. Ancak bazen mesaj verme kaygısı da güdersin! Aynı Sanki Yedim camisinin ismi ve hikâyesinde olduğu gibi yaptıklarından geriye faydalı bir şeyler kalsın istersin. Bu, şu fani dünyada geriye bırakabileceğin hoş bir sedadır. İşin içine riya karıştırmadan, halisane bir amaçla bunu yaptığında kim bilir belki bir başkasına da yol açmış olursun.

Dostum, yine beni tanıyanlar bilir; elmas ve pırlanta gibi “taşlara” gereğinden fazla değer yüklemeyi sevmem. Elmas da olsa taş taştır! Bazı durumlarda, evlilik teklifi gibi, ritüelinin taşıdığı anlamı ayrı bir yere koymakla birlikte tüm mananın o incecik taşa yüklenmesine/indirgenmesine hep karşı çıkmışımdır. İşte tam da bu nedenle bir “tektaş” ile kalpı sunacağıma sevdiğime, kalbimi sunmayı tercih ederim.

Evet dostum, evlilik teklifinde kullanılan bu “materyalden” bahsediyorum. Yani elmastan... Vikipedi'de ki elmas makalesinde ürününün çıkartılması bölümünde geçenlere bir göz atmak lazım:

"Özellikle Sierra Leone başta olmak üzere Afrika ülkelerinde ve geri kalmış birkaç ülkede ülkenin fakir insanları çok zor sağlık şartlarında çalıştırılarak çıkartılmaktadır. Daha da kötüsü bu ülkelerde iç savaş hüküm sürmektedir, bu iç savaşların büyük elmas şirketleri tarafından desteklendiği bilinmektedir. Bu ülkelerde zor şartlarda çalışmayı veya asker olup savaşmayı kabul etmeyenlerin elleri kesilmekte olup, bu ülkelerde nüfusa göre sakat olma oranı bir hayli yüksektir."

Dostum, şimdi bir gün hayatının geri kalanını etkileyecek olan soruyu sorarken masanın üstüne koyacağın şeyin nasıl elde edildiğine, nelere sebep olduğuna vakıfken o "taş" sevdiğinin parmağına yakışır mı? Masanın üzerinde duracak küçük bir servet seni ve onu mutlu eder mi?

"Sanki yedim..."ne anlatıyordu bize? Şimdi git Afrika'dan gelen kanlı taşlar yerine laboratuvar ortamında oluşturulmuş atom ya da zirkonyum denilen  taşlardan bir "kalp" al. Masanın üstüne o "kalp" ile birlikte kalbini de koy. "Kimse Yok Mu?" derneği ve İHH kalbini ortaya koymak için çok güzel bir imkan sunuyor sana. Kendi gücünce alabileceğin “tektaş”ın bedelini Afrika’nın zor koşullarında “kanlı” elmaslar uğrunda çalışırken ölenlerin, sakat kalanların hayrına bağışla; su kuyuları açılmasına katkı da bulun. Daha fazla “insan” ölmesin diye onlara can katacak, umut olacak su kuyuları açılmak üzere yardım kuruluşlarına bağış yap.

...ve sana olan sevgisini, tıpkı senin gibi, parmağı yerine kalbinde taşıyacak birine talip ol? “Kalp”tan geç, kalbe eriş!

Dostum, ayrıca unutmaman için tekrar hatırlatayım; ben yapmayacağım şeyi söylememeye, söylediğim şeyleri de yapmaya çalışırım. Aynen bu anlattıklarımda da olduğu gibi...

Yorumlar

  1. Yukarıdakilerin daha da güzeli anlatılanları büyük bir mutlulukla kabul edecek "kadın"dır. Bunu da unutma!..

    YanıtlaSil
  2. http://hayalmeyalbuschra.blogspot.com/2013/12/baslarm-tek-tasnza.html yazdım bu konuda, buyrun!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç