Ana içeriğe atla

Süleymaniye’de bir teravih akşamı*

Üst not: Uzun uzun yazmayı düşünüyordum ve birkaç kez dile getirmiştim. Suriçi'nin durumunu içler acısı. Bizim oraların insansızlaştırılması konusu ise artık önü alınamaz bir durumda. Hele camiiler... Bu sene Ramazan'da yaptığım kendi "kültür" turumdan hareketle yazacaktım bu konuyu ama Ekrem Dumanlı benden önce davranmış. Ben biraz daha farklı bir açıdan yine de yazacağım ama şimdilik bu bakış açısı da benim duygularımın bir kısmını anlatmak adına yeterli olacaktır.

* * *

"Beyazıt Camii hariç İstanbul Suriçi’ndeki camilerin restorasyonu çok şükür ki bitirilmiş. İnsanın içine inşirah veriyor bu yeni hal. Ancak mübarek Ramazan ayına rağmen, o pırıl pırıl camilerde üç-beş saf bile teşekkül etmiyor. O muhteşem Süleymaniye’nin nerdeyse tamamı boş. Sultanahmet Camii’nin önemli bir kısmı turistlere tahsis edilmiş; ancak saflar oralara kadar bile ulaşamıyor. Yazık! Daha 20 yıl önce lebâleb dolan o güzelim camiler neden şimdi bomboş? Eminönü Yeni Camii’nde tek bir saf bile yok, Nuruosmaniye ıssız bir karanlığa gömülmüş, Şehzadebaşı Camii mahzun, Valide Sultan Camii münkesir. Hatta Fatih Camii’nde o eski cuş u huruşa rastlamak mümkün değil. Neden?

Suriçi dediğimiz o muazzam mekân uzun yıllardan beri insansızlaştırılıyor. Tarihi beldede yaşayan insanlar evlerini önce işyerlerine terk etmek zorunda kaldı; ayakkabıcılar, dericiler, turistik eşya satıcıları vesaire... Ardından otel istilası başladı. Yer gök otel şimdi. Eğlence yerlerinin hadd-u hesabı yok. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’ta olması bile Suriçi’ni ‘ölü şehir’ haline getirmekten kurtaramıyor. Çünkü talebenin kalacağı ev yok artık bu muhitlerde. Trafik halka kapalı, bürokrasiye açık. Vatandaş giremiyor ama turist taşıyan otobüsler cirit atıyor. Artık eskisi gibi Anadolu’dan bir öğrenci akını da yok ki, öğrenci yurtları bu mekâna can suyu olsun. Varsa turizm, yoksa turizm!

Eskiden Suriçi’nde kültürel bir hareketlilik vardı. Kubbealtı, Türk Edebiyatı, Küllük gibi mekânlarda kültür sanat konuşulur, sahaflar, Beyaz Saray, Cağaloğlu gibi yerlerde kitap alınır satılırdı. Şimdi oralarda da in cin top oynuyor. Tarihi birkaç bina da nargilecilerin işgaline maruz kalmış. Bir zamanlar Sultanahmet Camii avlusunda kitap fuarı düzenlenirdi. Mekân kifayet etmiyordu; ama insanlar cami ile kitabı bir arada yaşıyordu. Cami hayatın içindeydi. Şimdi Beyazıt Camii’nin yanına taşınmış fuar. Ne yazık ki bomboş. 32.si düzenlenen fuarın boynu bükük, duruşu sönük. Yazık ki ne yazık…

Sultanahmet Camii’nin avlusuna insanlar gelip iftar açıyordu. Etrafı da temiz tutuyorlardı. Bu sene bütün çimlerin üzerine su basmışlar, her taraf sırılsıklam. Neden? İnsanlar oturmasın diye. İnsanın mabed bahçesinde iftar açması camii ile barışması anlamına da geliyor aslında. Keşke senede bir ay bu güzel buluşmanın önüne geçilmeseymiş. Mabed ve şehir namaz dışında nasıl buluşacak? Suriçi’ne bakınca insanın içine derin bir hüzün doluyor. Muazzam bir medeniyetin bu kadar horlandığı başka bir tarihî şehir var mı Allah aşkına? Paris? Roma? Viyana? Hangi medeniyet abidesinde şehir insansızlaştırılıyor ve ticarî bir meta haline getirilerek turizmin emrine amade ediliyor. Sessiz sedasız gidin bir selatin camiye; inanın içiniz sızlayacak, kalbiniz daralacak. Günah değil mi?"

* * *

*Ekrem Dumanlı'nın 29 Temmuz 2013 tarihli köşe yazısının ilgili bölümünden alınmıştır.

Yorumlar

  1. Camiler asıl mahiyetinden uzaklaştırılıp, sadece ibadethane haline getirilmiş zamanla. Oysa cami, insanların ilim öğrendiklerini, icmanın, içtihadın gerçekleştirildiği, insanların hasbihal ettikleri ilim ve tefekkür yuvaları olmalıydı. Şimdiki zamanda ve Ramazan dışında 3-5 emekli ihtiyarın vakit geçirmek için namaz kıldığı yer olmaktan çıkamıyor. Ramazanlar cami ile insanın barışması ve kaynaşması için büyük bir fırsat aslında. Ama değerlendiremiyoruz, değerlendirilemiyor... Ben sadece 2 gece Eyüp Sultan Camiine gidebildim ve tıklım tıklım doluydu. Genci, yaşlısı, çocuğu oradaydı. Demek sadece bu camiiye münhasır bir hal.....

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç