Normal bir insanın dünya üzerindeki görüş uzaklığı -ufuk çizgisi -dünyanın yuvarlak yapısından dolayı oldukça kısıtlıdır. Deniz kenarında duran bir insan için bu görüş mesafesi sadece 5-6 kilometre civarındadır (En iyi koşullarda.) Bu rakam, dünyanın çapının 12 bin kilometreden fazla olduğu düşünülürse oldukça küçük bir rakamdır. Yüksek bir binanın üstüne çıktığınızda bu rakamı en fazla birkaç katına çıkartırsınız. Hatta uçaktan baktığınızda dahi dünyanın görebileceğiniz kısmı birkaç yüz kilometrenin üstüne çıkamaz. Uzaya çıkma şansı bulmuş insanların görüş açısı her ne kadar daha geniş olsa da dünyanın tamamını –aynı anda- görmek o kısıtlı sayıdaki insana bile nasip olmamıştır. Bu yönüyle bakıldığında insanoğlunun hayatı ile üzerinde yaşadığımız dünya büyük benzerlik gösterir.
Dünyanın şeklinden kaynaklanan görüş kısıdı, insanlarda da kendini gösterir. Kişilere ve olaylara ne kadar yakınsak bakışımız o kadar kısıtlıdır. Yakın ilişkilerde, dışarıdan bakıldığında problem olması gereken birçok şeyin sorun edilmemesinin de sorunların zamanında fark edilmeyip daha büyük hale gelmesinin sebebi de budur.
Aynı şekilde kişilerden ve olaylardan uzaklaşmamızla birlikte daha iyi bir görüş elde etmemize rağmen detayları kaybederiz (Aynı dünyaya yukarıdan bakan bir astronot gibi. Diğer bir ifadeyle makro ve mikro görüş arasındaki fark…) Kimi zaman bu dengeyi kurmak oldukça zor olur. İnsanlarla aramıza mesafe koyarak bu sorunu ortadan kaldıramayız. O halde…
O halde bizim de görümüzün dışında olanlar için bir yöntem bulmamız gerekir. Peki, yolumuzu kaybetmemek için ne yapmamız gerekir? Çok basit aslında insanlar bunu kendi ezellerinden beri yapıyorlar. Kimi zaman güneşi, kimi zaman yıldızları kullandı atalarımız. Yakın zaman da pusula diye bir cihaz icat ettiler. Çok daha yakın zamandaysa uzaydaki uydular vasıtasıyla yollarını bulmaya, kararlarını vermeye başladılar. Kısacası kendilerine bir pusula edindiler hep.
Açık denizde ki pusulasız bir gemi gibi olmamak için kişisel bir yerimiz, duruşumuz ve yönümüz olmalıdır. Nasıl açık denizde kendi konumunu, hızını, akıntıları ve yönünü bilmeden bir yere ulaşmak mümkün değilse, bunlar olmadan biz insanoğlunun da yolunu bulabilmesi ve gideceği yere varabilmesi –olayları değerlendirmesi ve kararlar alabilmesi- neredeyse imkânsızdır. Kendinize bir pusula bulduğunuzda, nereye gideceğinizi biliyor ve ne kadar sürede de varacağınızı biliyorsanız tüm sorunları aşmışsınız demektir. İşte o zaman etrafınızda olanlara belirli bir bakış açısıyla bakabilmeye başlarsınız, mesafe dengesini kurmuş olursunuz yani.
Önce kendi özel yerinizi belirleyin, bir duruşunuz olsun. Sonra kendinize bir pusula edinip yönünüzü de belirledikten sonra öngörünüz hazır. Ne hayatın yuvarlak yapısı zorlayabilir sizi bundan sonra ne de görüşünüzün kısıdı bir önem arz eder. Ufuk çizgisinin görünüşü de size ayrı bir keyif verir bundan sonra…
şans bu yaa..! temin ettiğim pusulam blle bozuk çıktı benim, sürekli aynı yönü gösteriyor, beni... o yüzden büyük denizlerde de olsam, kayboluyor veya yoruluyor olsamda kendi yolumu kendim buluyorum.. araçsız.. zoru başarmak değilde adı nedlr?
YanıtlaSilKim derse ki kendi yolumu kendim buluyorum, yanılıyordur. Kuzeyi olmayan bir pusula çılgınca kende etrafinda doner sadece, kapanır kalır kendi yalnızlığına.
YanıtlaSilBugün bile denizcilere yıldızları okumayı öğretiyorlar. Öyle ki evren hiç şaşmaz. Ünlü bir söz var; "Benim ilk takipcilerim gökdeki yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız sizi doğru yola iletirler."
Seni gösteren O pusula da aslında yolunu kaybetmemenin ilk adımını hatırlatıyordur belki; kendini, oldugun yeri bulmak. Daha sonra gideceğin yeri tesbit etmek ve son olarak yönünü tayin etmek. Ne dersin aslında pusula bozuk olmayabilir mı?
'ben' ne kadar doğru bir yön olabilir ki! kaldi ki tespit etmek, varmak ve yol almak...
YanıtlaSil...
bildiğim tek şey bilmediğimdir bendeki 'ben'i..
Sanırım sende farkındasın pusulanın neden seni gösterdiğinin. Eğer kim olduğunu ve nereye gideceğini bilmiyorsan, yönünü bilmenin ne anlamı kalıyor ki!
YanıtlaSil