Ana içeriğe atla

İnsaf !

İstanbul barosunun kararıyla Danıştay bir kez daha YÖK’ün yaptığı katsayı düzenlemesini iptal etti. Gerekçeli kararı okumadım. Açıkladılar mı onu da bilmiyorum. Hiç tartışmalara imam hatip – meslek lisesi olayından bakmıyorum. Daha tepede daha yukarıda bir hata var.

Bu düzenlemenin tam tersini düşünün. Hani tüm lise mezunlarının aynı katsayı oranlarıyla tercih yapabildiği dönemlerde yine bir karar çıkmıştı değil mi? Meslek liseleriyle diğerlerinin farklı olduğunu söyleyen. O zaman bu uygulama yanlış değildi de şimdi mi yanlış oldu?

Şu yaptıklarıyla tüm meslek eğitimi veren okulların önünü tıkıyorlar. Daha kötüsü ne biliyor musunuz? Hani esas önünü kesmek istedikleri imam hatip liseliler ya. Eğer onlar gerçekten tehditse onları daha da karanlığa itiyorlar. Bunu görmemek için aptal olmak lazım. Belki aile baskısıyla gitti, belki kendisi çok isteyerek gitti o okula. Hiç fark etmez. Önemli olan kişinin istediği an istediği kararı verip kimseye zarar vermiyorsa uygulayabilmesidir.

Toplumlar suç işleyip cezalarını çekenlere bile ikinci bir şans verirken sadece bir okul tercihi yüzünden insanların hayatlarının karartılması ne kadar kötü bir şey. Bir insana sen bunu seçtin o halde ömrünün sonuna kadar bu yolda yürüyeceksin demekten ne farkı var bunun. O zaman bir doktor asla şarkı söylemesin. Bir mühendis gidip kitap yazmasın. Üniversitede hoca olan biri özel sektöre geçmesin ya da tam tersi asla olmasın.

Daha tepede ne mi var? Yargının siyasallaştığını, hükümetin yargıyı ele geçirmeye çalıştığını söyleyenler. Bırakın hükümetin yargıyı ele geçirmeye çalışmasından yakınmayı da önce zaten başkaları tarafından ele geçirilmiş olan yargıyı bağımsız kılın. O zaman ben de gelir sizle aynı safta yürür. Bu sefer de hükümete “El-insaf!” diye bağırırım.

“El-insaf!”

Yorumlar

  1. Burası Türkiye aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek hata değilmi ..ve biz bu hatayı her 5-10 yılda bir tekrarlıyoruz ne kötüü

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

Ne çok şey oluyor oysa...

Günlük tutmaya eli gitmiyor insanın. Ne çok kişi göçtü geçtiğimiz yıl diye yazıyordum birkaç yazı önce. Ama o zaman daha kayıpların bitmediğini bilmiyordum. Beklemiyordum. İnsan beklemediği yerden yara alıyor. Bir, iki, üç... Bitmiyor. Eksiliyorum. Giden gidiyor da geri kalan her seferinde biraz daha eksiliyor. Yazamadım. Çocukluğumdan büyük bir parça gitti. Gençliğimin en sert, en güzel, en mert anıları gitti. Yazamadım. Öğretilerim, öğretmenlerim, dostlarım, akrabalarım gitti. Biriktirdiklerimi de alıp gittiler. Yazamadım. Bunu not düş tarihe, tarihinde not düş diye düşündüm çok zaman. Elim gitmedi bir türlü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Kişiye nasihat olarak ölüm yeter" buyurmuş. Geriye bakıp düşündüğümde ölümle gerçekten tanıştığım ilk zaman 17 yaşında olduğumu hatırlıyorum. Ölümün ne olduğunun musallada yatan abim ile tek başıma kaldığımda fark etmiştim. O günü hiç unutmadım. O gün gibi hiç üzülmedim. Ama bu sene bir başka... Artık kayıplardan, cenazelerden, bizzat içi

Duruş

Geçen hafta başından beri etrafımdaki insanlar beni şaşırtmaya devam ediyor. Sadece etrafımdakilerde değil güvendiğim insanlardan da akıl almaz sözler duyuyorum. İsrail denen terörist devletin son yaptıklarından sonra insanlar haklı olarak tepki verdiler. Tepki verdiler vermesine ama hep sonuna bir “ama” iliştirerek ya da akıl almaz öneriler ortaya atarak. Biri, “Bu yapılan akıl almaz, terörist devletten izin almak gerekirdi. Ben benim yardım kuruluşum böyle bir taleple geldiğinde hep aynı şeyi salık veriyorum.” diyiverdi.(Burada “Söz gümüşse sükût altındır.” Deyişi geliyor aklıma. Söylenme amacı iyi dahi olsa sonuçları berbat bence.) Bir başkası, “Hadi topyekûn savaşalım, intikamımızı alalım.” diye savaş çığlıkları atıyordu. Bu ikisi de aklına ve mantığına, zekâsına güvendiğim insanlardı. Bu konuda artık ikisine de olan saygımı yitirmiş bulunuyorum. Ülkemin başbakanıysa ondan bu sefer beklediğim şeyleri yapıyor. (Her zaman ki gibi yapmaması gerektiğini düşündüğüm bir ton şey de yapıy