Ana içeriğe atla

Duble yollar ve devlet eliyle soygun

Geçmişte kara yolculuklarında ne çileler çeker ne zorluklarla yolculuk ederdik. Kelle koltukta gezmek o günlere tam uyan bir tabirdi. Eğimi yanlış keskin virajlarla dolu, gidiş - gelişli yollarda hayatını tehlikeye atmadan yolculuk yapmak neredeyse imkansızdı. Sen tüm kurallara uysan dahi karşıdakinin bir anlık hesapsızlığı ya da kural tanımazlığı seni ve aracındakileri canından edebilirdi. Emniyet Genel Müdürlüğünün kendi istatistiklerine göre (http://www.trafik.gov.tr/Sayfalar/Istatistikler/Genel-Kaza.aspx) son 10 yılda kaza sayılarındaki artış inanılmaz bir ivme ile devam ederken, kazalarda oluşan ölümler ve kaza sonrası sağlık sorunları nedeniyle ölenlerin sayılarında düşme var. Bu da ama öyle ama böyle duble yolların işe yaradığını gösteriyor. Fakat...

İşte burada öyle bir fakat devreye giriyor ki artık ipin ucu kaçmış durumda. Sürücülere kesilen cezalardaki artış da akıl almaz boyutlarda. Son on yıl içinde rakamlar ikiye katlanmış. (http://www.trafik.gov.tr/Sayfalar/Istatistikler/denetim1.aspx)  Uygulanan cezaların yarıdan fazlası da aşırı hız cezaları... ki bu cezaların tamamına yakını da EDS denilen para kasaları tarafından kesiliyor.

Şimdi tam burada bir parentez açarak bu yazıya gelebilecek itirazlara baştan cevap vermiş olayım. Trafik akışını engellemediği, yayalara zorluk çıkartmadığı sürece park "hata"larına ve kontrolü kaybettirecek ve karşısındakini tehlikeye düşürecek boyuta ulaşmadığı sürece hız "ihlal"lerine kesilen cezalara itirazım var. Bunların dışında kalan tüm trafik cezaları ve kurallarının sonuna kadar arkasındayım. Hatta 155'in benim şikayetlerimden çektiğini onlara kimse çektirmemiştir. Ancak yeterli park yeri yapmadığın/sağlamadığın için aracını mecburen sokağa/caddeye park eden insanlara ceza kesilmesine şiddetle karşıyım. (İs-Park gibi soyguncuların insanların evlerinin önlerini parselleyerek satıyor olmasını anlayamıyorum.) Diğer tarafta en küçük ve ucuz olanının 160 Km/Saat gibi bir hızla gidebilmek üzere tasarlanmış araçlarla, duble yollarda zemin ve hava koşulları uygunken, 50 Km hızla bir yerden bir yere gitmeye zorlanmasını da anlamıyorum. Geçmişte gidiş - gelişli şehir dışı yollarda 90 Km/saat hız sınırlarının bugünün modern ve çok şeritli yollarında komik ve yapboz tahtası gibi rakamlara indirilmesini de destekleyecek değilim.

Bu sene yazın memlekete giderken özellikle seyir kamerası taktım ve hız uyarı sistemi olan bir cep telefonu yazılımı eşliğinde memleketime gittim. Amacım yollardaki rezilliği kayıt altına almak ve BİMER'e görüntüleri ile birlikte bir dilekçe eşliğinde sunmaktı. Ancak malum 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında konuyu öteledikçe öteledim.

Duble yollar yapıldığında mevcut (90 km/sa) hız sınırının bu yollar için yeterli olmayacağını birçok kişi fark etmişti. Böylece bu yollardaki hız sınırı 110 km/saate çıkarıldı. Ancak neredeyse hiçbir il yöneticisi bunu uygulamadı. İnanın 1.140 km boyunca, otoban dışında, 110 tabelası bir elin parmaklarını bulmaz. Aksine bir de üstelik şehir merkezi, yerleşim birimi adı altınta tek bir bina olan yolda hız sınırlarıyla akıl almaz bir şekilde oynuyorlar. Bir yerde 82, bir yerde 77 bir yerde 50... Resmi bir şekilde sürücülerle dalga geçiyorlar. Kafanız allak bullak oluyor. Hadi hız sınırını düşürdüler peki bu sınırların bittiğine dair tabela var mı? O da yok.

İstanbul'dan memleke tam olarak 1.140 km yol gidiyorum. Eskisine göre 100 KM kadar daha kısa ve neredeyse tamamı duble yollardan oluşuyor. Ancak seyahat süremde 2 saat bile kısalma yok! Araç sollama derdi olmayan, 110 km hız sınırına sahaip, yanlış eğimleri ve birçok virajı ortadan kaldırılmış bir yolda normal şartlarda yarim saatlik dört mola ile 12 saatte istediğim yere ulaşabilmem gerekir. Öyleki;

300 km (hız sınırı 130) = 2 saat 20 dakika
840 km (hız sınırı 110) = 7 saat 40 dakika
30 dakika x 4 mola = 2 saat

Toplam = 12 saat

Ama yukarıdaki tablo yerine yollara yapılmayan alt ve üst geçitler nedeniyle, bariyer bulunmamasından kaynaklı tam bir eziyet haline gelmiş hız sınırları yüzünden aynı yolu ortalama 16 saatte gidiyoruz. Üstelik bu sürelerin içinde insani şartlarda dinlenerek yola devam etmeyi gerektiren molalar da yok! İşte tam da burada baştaki istisnaya dönüyoruz. Devlet kuralları vatandaşının sağlık ve refahını düşünürek koymaya çalışsa bile eski reflekse sahip yerel yönetici ve genel bürokratlar buna izin vermiyor. Aptalca ayarlanmış ve tek amacı ceza keserek parak "kazanmak" olan sistemler yüzünden bu ülkenin hem canları gidiyor hem de yapılan onca yatırım boşa gitmiş oluyor.Dinlenmeden yoluna devam eden sürücü bir yerde "duvara" tosluyor.

Devlet de cezalardan artarak elde ettiği gelir ile mutlu oluyor!

Not: Tek sorun EDS sistemi değil. Vatandaşına tuzak kuran polis diye mahkeme kararları dahi var!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç...

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu...

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi...