Ana içeriğe atla

Taksim Topçu Kışlası

Yok! Ben bir çıkış yolu bulamıyorum.

Toplumca büyük sıkıntılarımız var. Bireysel olarak hemen herkes normal davranıyor, normal koşullarda sıradan hayatlar yaşıyor. Ama toplumsal olarak tam bir erken bunama halinde, tam bir şizofren gibi davranıyoruz. Belki de iyi, çok iyi sosyologlarımız olmadığı ya da toplum önderlerimizin kendisinde bazı problemler bireysel seviyede bulunduğu içindir. Ancak her ne olursa olsun toplumsal rahatsızlıklarımız olduğu tespitini yapmak, hatta bunu bir hastalık olarak düşünerek teşhis koymak hiçte zor değil.

Örneğin toplumsal hafızamızda bir yönü ile şizofrenlik bir yönüyle erken bunama belirtileri her yerde görmek mümkün. Yakın geçmişi o kadar çabuk unutuyoruz ki bir insanın “inan sabah ne yediğimi hatırlamıyorum” sözü bile hafif kalıyor. Birilerini ya çok seviyor ya da çok nefret ediyoruz. Toplumsal manik durum –bipolar- bozukluğu...

Toplum hayatında evirilme ve değişimler o kadar uzun yıllara yayılır ki yüz yıllar normal bir insan hayatındaki değişimle kıyaslandığında aylar hatta haftalar gibi kalır. Ancak bu normal toplumlar için böyledir. Biz daha bir ay hatta bir hafta önceki hafızamızı inkar ediyor hatta tam karşıt yorum ve görüşleri bir anda benimseyiveriyoruz.

Dün göklere çıkarttıklarımız bugün ağza alınmayacak hakaretlerle yeriliyor. Dün toplumca sövdüklerimiz ulusal kanallarda “vatan – millet –sakarya edebiyatı” parçalıyor. O kadar çok örnek var ki!.. Rus uçağını düşüren pilotlarla mı başlasak, Uludere bombardımanı ile mi? “Onurlu yalnızlık” dış politikamızı mı sorgulasak? Yoksa “Cemaat”in önünde diz kırıp oturanları mı hatırlasak? Ordu evleri ve otellerde, asker – sivil – siyasetçi birlikte yapılan toplantıları mı unutsak? Yoksa plan semineri adı altında yapılan darbe simülasyonlarını mı yok saysak? Hainler mezarlığı nedir Allah aşkına? 3 yıl sonra (maalesef) bu “şerefsizleri” de kahraman ilan etmeyeceğinizin garantisi nerede?

Daha yalnızca 3 yıl önce olmuş; Gezi olaylarını hiç hatırlamayalım zaten. Gezi’nin nasıl bir provokasyona dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Bunu daha o gün görmüştük. Aynen darbeci şerefsizleri izlediğimiz gibi o gün bazılarını da canlı kanlı izledik. “3 gün daha dayanırsak hükümet düşecek” diyenleri de unutmadık. Başörtülü kızıma saldırdılar diyenleri de... Ama istemiyoruz kardeşim Gezi parkına dokunmanızı... Haklı ya da haksız her olaydan galip ayrılmanızı, her mağduriyetten bir çıkar elde etmenizi istemiyoruz. Tamam darbe şerdi ama sonrasında yaşananların hayır sıfatından uzaklaştığını görmek de pek doğru değil.

Senelerdir gurura kapılmış herkese aynı şeyi söylüyorum; ya bir gün keserin sapı başkasının eline geçerse..? 15 Temmuz’da birkaç saatliğine sapı ellerine aldıklarında ne olduğunu gördük! Siz geri aldığınızda ne olduğunu da ibret içinde izliyoruz...

Not: Modern psikolojiye inanmıyorum. Buradan hareketle bireysel tedavilerin toplum düzeylerine uyarlanmış halleri de benim ilgimi çekmiyor. Yani toplumun bireysel ilaçlara benzer bir şekilde medya denen tek dişi kalmış canavarla “tedavi edildiği” algısına/görüntüsüne de karşıyım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

“Herkes ötekidir ve hiç kimse kendisi değildir.*”

Bir cümle, bazen bir yerlerde okuduğunuz, bazen birinin söylediği, bir filmde duyduğunuz ya da birinin gözünüzün içine sokarcasına haykırdığı, bir konu hakkındaki tüm düşüncelerinizi aktarabilir. Öyle bir hisse kapılırsınız ki sanki ömrünüz boyunca düşünseniz, araştırsanız ve didinseniz görüşlerinizi, düşüncelerinizi bu kadar güzel, net ve öz olarak anlatamayacakmışsınız gibi gelir. Geçenlerde bir arkadaşla, hiç kimsenin etrafındakilere karşı dürüst ya da gerçekçi olmadığından konuşuyorduk. O gün bunu anlatmakta oldukça zorluk çekmiştim. Şimdi düşüncelerimi bu konuya bu kadar yoğunlaştırmışken bile zorlanıyorum. Yanlış anlaşılmaması için hemen belirteyim bu dürüstlük ya da gerçekçilik hayatın geneline karşı bir şey değil. İnsanların ikili ilişkilerinde kendilerine ve dışarıdakilere karşı olan dürüstlük ve gerçekçilikten bahsediyorum. Geçmişi doğal olarak bilemiyoruz ama bugün kimse karşısındakini gördüğü gibi kabul edip o şekilde yaklaşmıyor ve yargılamıyor. Kendi duyularımızla öğrendi