Ana içeriğe atla

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984) - George Orwell

Aşağıdakilerin tamamı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (Yazar tarafından verilen orijinal ad Avrupa'daki Son Adam -“The Last Man in Europe”, yayıncı tarafından değiştirilmiştir.) adıyla 1949 yılında yayınlanmış George Orwell’in ünlü romanından sırasıyla alıntıladım. Roman 1947 – 1948 yılları arasında yazılmış. Tarihler çok önemli çünkü yukarıdaki “tek parti” iktidarının icraatlarının anlatıldığı ve birçoğunun Türkiye’ye de uyduğunu düşündüğüm kişiler, uygulamalar ve eylemlerinin doğrudan ve sadece günümüze uyarlanmasını istemiyorum.

“Örneğin, 'iyi’ gibi bir sözcük varken, 'kötü' sözcüğüne neden gereksinimimiz olsun? 'İyi değil' işimizi daha iyi görür. Ya da örneğin, 'iyi'den daha kuvvetli bir sözcüğü ele alalım; harika, olağanüstü ve benzerleri gibi, bir sürü saçma sapan sözcüğe ne gerek var, 'artı iyi' aynı anlamı verir ya da 'çift artı iyi', daha kuvvetli bir sözcük istiyorsak eğer.”

“Genelde savaşı önemsemeyen proleterler arasında yoğun bir yurtseverlik propagandası başlamıştı. Bu havayı desteklemek ister gibi, roket bombaları her zamankinden daha çok insan öldürüyordu.

“Partinin yaptığı en iğrenç şeylerden biri de, insanları duyguların ve güdülerin anlamsızlığına inandırmak, ama aynı zamanda, somut dünyaya karşı tamamen güçsüz bırakmaktı.”

Çünkü rahat ve geleceğe olan güvence herkese sağlandığı zaman, yoksulluk nedeniyle gelişemeyen insan kitleleri okuma-yazma öğrenerek, kendileri için düşünmeyi başarabilecekler; bu aşamayı geçirdikten sonra, ergeç ayrıcalıklı sınıfın gereksizliğini kavrayarak ondan kurtulacaklardı.”

“Aynı zamanda savaşta, yani tehlikede olmak duygusu da, yaşamanın tek çözüm yolu olarak, bütün gücün, sınırlı bir zümrenin ellerine verilmesini haklı gösterir.”

“…bazıları güneşin ışıklarını merceklerle uzaya binlerce kilometre öteye göndermenin, yapay deprem oluşturmanın olasılıklarını araştırır.”

“Her yerde aynı piramitsel yapı, yarı kutsal bir öndere tapınma vardır ve ekonomi savaş üzerine kurulmuştur.”

“Oysa bugün, savaş uluslar arasında değil, baştaki yöneticilerle yönetilenler arasındadır. Amaç, ülkenin ele geçirilmesine engel olmak değil, toplumun yapısını olduğu gibi korumak ve sürdürmektir. Bu nedenle, söz konusu durum için 'savaş' sözcüğünü kullanmak yanıltıcı olabilir. Süreklilik kazanmakla savaş, savaş olma özel iğini yitirmiştir denebilir.”

“Geçmişte, hiyerarşik bir toplumun başlıca savunucusu üst sınıfı. Krallar, soylular, din adamları, hukukçular ve bunlar gibi başka asalaklar, bu öğretilerin ateşli koruyucularıydılar.
Orta sınıf, güç elde etmek için savaşırken, özgürlük, adalet, kardeşlik gibi kavramları sık sık kullanırdı.”

“Piramidin tepesinde Büyük Birader vardır. Büyük Birader yanlışlık yapmaz, tüm güç onun elindedir. Her başarı, her zafer, her buluş, bütün bilgi, bütün mutluluk, bütün erdem onun önderliği altında var olur ve ondan esin alır.

Bu imgenin işlevi, sevgi, korku ve saygı gibi, bir kuruluştan çok bir kişinin üzerinde daha kolaylıkla yoğunlaşabilecek duygular için bir odak noktası oluşturmaktır. “

“Kimse yönetime onu bırakmak için geçmez. İktidar araç değil, amaçtır. Kimse bir devrime bekçilik etmek için diktatörlük kurmaz; devrim diktatörlüğü kurmak için yapılır. Baskı kurmanın amacı baskı kurmaktır. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı iktidardır.

“Eski uygarlıklar, sevgi ve adalet üzerine kurulduklarını ileri sürerlerdi. Bizimki nefret üzerine kurulu. Bizim dünyamızda korku, kin ve övünmeden başka duygulara yer yok. Bunun dışında her şeyi yok edeceğiz -her şeyi. Şimdiden. Devrimden önceki düşünce alışkanlıklarını parçalamaya başladık bile.

Düşünce polisleri, savaş bakanlığı, işkence uygulamaları, akıl yıkama, insanları bilerek ve isteyerek sıkıntılar içinde bırakma, en önemlisi tarihi sürekli olarak değiştirerek gerçekleri bozma gibi birçok kavram ile tanıştıracak 1984 sizi. Atom bombasından buhar makinesine kadar tüm buluşların tek bir kişi tarafından nasıl yapılabileceğini öğretecek. O olmasaydı herkesin perişan olacağından dem vurup size hak verdirtecek. İşkencede insanın gerçeğinin nasıl değiştiğini gösterecek. Bizim ünlü fıkramız zürafa, aslan ve polisimizin ikna kabiliyetini yeniden hatırlamanızı sağlayacak. Bir zihniyetin kendi insanlarını nasıl ve neden öldürebileceğini, iktidar uğrunda neler yapılabileceğini bir kez daha gösterecek. Kitabın başkahramanının romanda da "Kitap" olarak geçen kitabı okuduğunda, okuduklarını zaten bildiğini düşünüp şaşırtacak. Hatta siz de aynı şeyleri düşündüğünüzde, şaşıracaksınız! Evet, 1984 yalnızca distopik bir roman, gerçeklerle hiç bir alakası yok! Okuyun siz de bana hak vereceksiniz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç