Ana içeriğe atla

Siz bilirsiniz manifestosu

Şu son dönemde burada çok fazla siyasi içerikli yazı yer aldı. Çevremde de çok fazla tartıştım. Sürekli olarak bir şeyler anlatmaya çalıştım. Kendi bakış açımı anlatmak ve bir de buradan bakın demek için çok çaba sarf ettim. Ama sonunda anladım ki bu yaptıklarımın günlük yaşamın hoşça vakit geçirilen zaman dilimleri olmaktan öteye anlamı yok! Ben de vazgeçtim. Bu da buraya yazacağım son siyaset ve ülke gündemi içerikli yazı olacak. Sırf ben demiştim ya da siz demiştiniz diyebilmek için yazıyorum bunları.

Çokça Ak Parti hükümetinin politikalarını savunurken buldum kendimi. Açılım politikası dışında yapılanlardan neredeyse hiçbirine karşı çıkmadım. Hatta açılım politikasında da sadece yönteme karşı çıktım. Aşağıda bazılarını ve görüşlerimi son kez özetlemeye çalışacağım.

• Evet, bana göre bu ülkenin günümüzde bir Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır. Ancak bazıları bu sorunun olduğunu inatla söylüyorsa ve geçmişte gerçekten böyle bir sorun varsa; bu, çözümlendi şeklinde rafa kaldırılmalıdır. Herkesin ağzının kapanması ve teröre bahane üretilmesine son verilmelidir (Terör sorunu da 30 senedir bildiğimizden farklıymış ya neyse.)

• Dış politikadaki bazı şeyleri de onayladığım söylenemez. Özellikle son bir seneye kadar olan İsrail politikasını. (Bir taraftan Filistin diye bağırıp bir taraftan askeri - ekonomik işbirliği yapmak gerçekten komik oluyor. En güzel örneği ise Heronlar ile ilgili sıkıntılar.) Ama son zamanlarda kim ne derse desin. Herkesin sustuğu bir konuda konuşabilmek bile şereftir.

• Ekonomi yönetiminin çok kötü olduğunu söyleyenlere karşı inatla rakamlar üzerinden konuşarak, örneklerle algılatılmaya çalışanın ötesinde durumumuzun hiçte kötü olmadığını anlatmaya çalıştım. Hükümetin ekonomi yönetimi mükemmel mi? Tabi ki değil. Ama yine rakamları bir inceleyin, sonuç sizi sandığınızdan daha çok şaşırtabilir. Aşağıda ki tablo sanırım en iyi özet:

             Asgari Ücret            Ekmek fiyatı                Aylık ekmek sayısı
2002     222.000.750 TL     200.000 TL (200gr)    1.110 adet(200gr)
2010     760,50 TL              80 Kr (300gr)             1.408 adet(200gr olarak)

• İrtica denilen şeye hiçbir zaman inanmadım. Hele bu hükümetin irticacı olduğuna hiç inanmadım ve inanmayacağım. (Onların bakış açısından ben de irticacıyım.)

• Ülkenin çok iyi yönetildiğini düşünmüyorum. Ama “alternatifler” içindeki en iyi yönetimin maalesef bu olduğunu düşünüyorum.

• “Ergenekon!” İsim olarak bunun seçilmiş olması bence de acı. Ayrıca ben böyle bir “terör örgütü” olduğuna inanmıyorum. Ancak ülkede öyle bir zihniyet var ki bunlar tam olarak onları yansıtıyor. Halka rağmen halkı yönetmek ya da “bürokratik oligarşi” olarak isimlendiriyorum ben bu yapıyı. Bu yapıda ki bir oluşumda bir lider bulmak ya da örgüt çökertilmesi gibi bir şey yapılabileceğine inanmamakla birlikte bu soruşturmanın yapılacak kötü niyetli eylemleri engellemek için başlı başına yeterli olduğunu düşünüyorum (İçeride tutulan masum olabilecek insanlar adına ben de üzülüyorum. Sadece bunlarla ilgili değil, hapishanelerde tutuklu olan %60 civarındaki insanlar içinde. Malesef hala bir takım eylemlerin devam ediyor olmasını da üzüntüyle izliyorum.)

• Demokrasinin bir amaç değil araç olduğuna inanıyorum. Bana göre amaçsa insanın daha hür olarak yaşaması. Ancak bu yukarıda bahsettiğim zihniyetinki gibi benim gibi olmayan ya da benden olmayan yaşamasın veya karar hakkı olmasın şeklinde değil. (Bunu da çoğunlukla hükümetin yaptığını söylemekle bunu söyleyenler alasını yapıyorlar.)

• Ülkemiz ordusunda bir problem olduğunu kabul etmeyenleri anlamıyorum. Tamam, diyelim ki hiçbiri bu ülkenin kötülüğünü istemiyor. Peki, neden kendi işlerini düzgün yapmamalarını sorgulamıyorsunuz? Karakollarımız basılıp askerlerimiz ölürken ve bir de üstüne üstlük daha önceden istihbari bilgi olduğu da ortaya çıktıysa… Bu görevlerde bulunanlar için ihmal de bir suç değil mi? Diyelim ki, askerleri kötülemek için birileri askerlerin envanterinde olması gereken silahları önce toprağa gömüp sonra da onları polise ihbar ediyorsa ve hatta bizzat bunu yapan polisse… Bu, ordu içinde birilerinin işini eksik yaptığı anlamına gelmez mi? En son yapılan Han Tepe açıklamasını okuyun mutlaka, işte burada. Sonra bir de aşağıdaki teknik bilgilere bakın:



3. Heron, insansız casus uçak (30.000 ft = 9.144 m)


Şimdi yukarıdaki bilgileri birbiriyle bir kıyaslayıp bana haksızsın deyin. Heronun görüntü aldığı yer ve yüksekliğe ne helikopter ne de savaş uçağı gidemezdi, o askerlere kimse yardım edemezdi deyin. Asker elinden geleni yapmıştır, sen “halt” ediyorsun deyin. Lazer güdümlü füzeler, bilgisayar destekli obüs topları v.b. silahların hepsini es geçiyorum. Orada ölen askerlerin pisipisine ölmediğini birileri anlatsın bana. (Heron denilen meret nokta pozisyon verir. Yani güdümlü silahlarla oraları vurmak pekte zor olmasa gerek. Peşin cevap: Asker değilim ve hiçbir askerden iyi bildiğimi iddia etmiyorum.)

• Askerlerin iki de bir siyaset yapmaları (karışmaları değil) sizi de rahatsız etmiyor mu?

• Yargı mensuplarının iki de bir siyaset yapmaları (karışmaları değil) sizi de rahatsız etmiyor mu?

• Bürokratların iki de bir siyaset yapmaları (karışmaları değil) sizi de rahatsız etmiyor mu?

Bu liste uzayıp gider. Maalesef, Türkiye’de kötü şeylerin listesi iyiler kadar kısa olmuyor. Her neyse şimdi önümüzde iki seçenek var. Artık uzun uzun dua ediyorum; etrafımdakilerin arzuladığı hükümet ya da hükümetler kurulur diye. Ondan sonra ne mi olacak? Etrafımdaki herkes iki şeye hazır olmalı; birincisi, “benim bir ben demiştim seansıma” daha hazır olmalılar. Çünkü en kötü ihtimalle ben çiftçilik yapıyor olacağım. Ancak bu şehirde kalmak isteyenlerin ne yapacağı ya da yapabileceği bugün umurumda olduğu kadar ilgilendirmeyecek beni o zaman. İkincisi, bunları okumuş ya da günlerce benim boşboğazlığımı ve kıt görüşümü çekmiş herkes gelip bana “halt etmişsin” diyecek. Sonra o günlerin tadını beraber çıkartacağız ve ben de herkesten özür dileyeceğim.

12 Eylül’de oy kullanmıyorum/kullanamıyorum ve “hayır” çıkması için dua ediyorum. Ayrıca en kısa zamanda yapılacak olan seçimlerde umarım “çok sayın değerli selefinin nasıl gittiği ortada olan muhterem insan büyük kurtarıcı” Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun CHP’si büyük çoğunlukla birinci parti olup bu ülkenin başına geçer. Sonrasını da çok beklemeyiz diye düşünüyorum. Malum, hazır paraya dağlar dayanmaz. (Peşin cevap: Kimse bu dileklerim ve sonuçları konusunda benden vebal soramaz.)

Bu benim ülkem de olan bitenler hakkında yazdığım son siyasi içerikli yazı olacak. Ta ki, “ben demiştim” ya da “özür dilerim” demem gerekene kadar…

Yorumlar

  1. Erkanım padişahım :)
    Boş ver takma bu kadar siyasi meseleleri kafana. Hep başa gelenlerin yaptıklarını iyi yada kötü olarak yorumluyor insanlar. Ama bu başa gelenler nasıl geliyor ve sonrasında bizim istediğimiz gibi yönetiyorlar mı? ülkeyi. Ne bileyim bir istanbul milletvekili çıkıp da diyor mu? ki "beni seçenler istemiyor bu köprüyü" diye.
    Hep bir partici, tarafçı anlayışla seçiliyor vekiller. Sonra da şunu öyle yaptılar, bunu böyle yaptılar diye insancıklar kendi aralarında maç yorumlar gibi yorum yapıyorlar. Takım tutar gibi partilere taraf oluyorlar. Seçtikleri vekilin kim olduğunu dahi bilmiyorlar çoğu zaman sadece o parti de liste başı olduğu için seçiliyor o vekiller (epeyce de bir para karşılığı liste başı olunuyor).
    Olması gereken senin görüşlerini temsil edebileceğine inandığın bir adamı seçmek ve o adamın seni temsil etmesi için gerekli geri beslemeleri yapabilmektir. Yoksa Türkiye de siyaset mevcut çizgisi dışına geçemez. Niye geçsin ki zaten ceplerini mevcut düzenle dolduruyor bu adamlar.

    Kısacası mevcut düzen ile başa gelmiş. Tek başına güçlü olarak başa gelmiş her hükümet döneminde (bakınız ANAP, AP) ekonomi iyiye gitmiş ve tek adam yönetimine doğru yol alınmıştır. Mevcut düzenle başa gelmiş hiçbir hükümet "daha çok demokrasi" için değil. Kendi sürekliliği ve kazancı için çalışmıştır. Hiç ummayın ki "benim için bir şeyler yapılıyor" diye. Yapılıyorsa ancak "bir parmak bal" niyetinedir. Ondan sonrasında kıçını kollaman gerekir...

    Son olarak iyi bir şey yapmış ve bu yazılara son vermişsin. İşleyişine müdahale edemediğin ve başkasının kullandığı bir aracın hangi virajdan uçacağını bilemezsin ve istediğin yöne gitse bile seni istediğin yerde indireceğini ummaman gerekir. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç