Bu memlekette bize gelecek planları yaptırmıyorlar. Ecdat ne yapıyordu ne ediyordu diyor musun sende bazen? Dedelerinin dedeleri aynı şehir hatta aynı evde, aynı iklimde nasıl yaşıyordu? Seninde aklına takılıyor mu bu soru? Benim aklım almıyor bazen! Biz geleceğimize bu manada bir yatırım yapamıyor, gelecek planları oluşturamıyoruz. Mimar Sinan bir caminin sadece temeli için senelerce bekleyebiliyormuş. Asırlık bir cami bırakabilmek için kim bilir öncesinde daha kaç zaman düşünmüştür! Biz bir şey yapmaya karar verdik mi bekleyecek vaktimiz olmuyor. Hemen vücuda gelsin istiyoruz. Doğruyu yanlışı gözetmek sonraya kalıyor. Hem yıkmakta hem de yapmakta aynı anlayış. Ne diyor bak Safahat'ında Mehmet Akif:
Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok.
Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok.
Ötmeyin nafile baykuş gibi karşımda, susun.
Mürtecisin be imam? Mürteciyim hamdolsun.
Şimdi binadan girdim ya mevzuya; yatırım deyince senin de aklına hemen ev, araba gibi parayla, maddiyatla ilgili şeyler gelmesin! Hayır, ben bunlardan bahsetmiyorum. Ben beşeri sermayemizden bahsediyorum. Geleceğin bu coğrafyada yaşayacak, dünyayı daha yaşanılası bir yer yapacak insanları geliyor benim aklıma. Mühendis, doktor ya da mimar gibi etiketler de değil benim konum. İnsan! Sadece ve sadece insan!
Gelecekle ilgili temiz düşleri olan adalet ve düzenin korunduğu bir dünyayı oluşturacak olan insan. Bir yeri imar ederken aynı zamanda orayı ihya da etmesini bilecek insan, gelecek düşümdeki kişi... Bir makine tasarlarken seri üretimle maliyetleri kısma derdinden çok insana faydasını gözetecek düşleri olan insan... Öyle Hipokrat dedi diye değil, insan olduğu için; insan için okuyan, yazan, konuşan ve koşan bir insan benim gelecekte gördüğüm. Bir öğretmen bir sözün peşinden koşabilmeli bir harf öğretebilmenin değerini duyduğu ve bildiği için. Yunus Emre zamanında insanlar yine sevmiyordu belki yaradılmış olanı Yaradan’dan ötürü ama bu onun düşüncesi için engel değildi. O öyle olsun diyebiliyordu.
Ama hayır! Hayır, bu coğrafyadaki insanlara yasak artık böyle düşler görmek! Mutlaka kendi kendimize bir engel bulup çıkartırız. Sebep bazen bir kaç ağaç olur. Bazen bir karışlık bir örtü! Aslında ikiside kendi içinde masum ve gelecek planlarımızın yollarına döşediğimiz taşlardır. Biri beşeri sermayenin yeşillenip gelişmesinin önüne engel olarak konulur. Diğeri her gün biraz daha öldürdüğümüz doğamızın önüne set olarak çekilir.
Bazı insanlar para ve siyaset gibi ikisi de kirli olan emellerini bir kaç ağaç üzerinden ortaya dökerler. En olmadık yere tutup bir “ucube” dikmeye kalkarlar. İlle de boğacağız diye diretirler yüz yıllık yaşamları. İşin kötüsü haklı olarak karşılarına dikilenler; bir süre sonra kullanıldıklarının farkında olmadan, üç beş ağaç için neredeyse tüm ülkeyi ve halkı yangına atarlar. Boğazlarına kadar para ve siyasete ve hatta masum kanına batmışlar sarar etraflarını; amaç “ağaçları” korumaktır!
Yine aynı insanlar on yıllardır sömüre geldikleri bir karış bir örtüyü yine karşı sebep olarak sunup bu ülkenin beşeri sermayesinin hafızasında onulmaz hasarlar açarlar. Biri iter bu örtüyü, çamura düşer örtülü! İten ortada yoktur! İtilen yok! Yerlerine bıyıklı kaba saba adamlar konuşur: “Gereğini yapacağız/yaptık!” Bir gurup medeni olmadıklarını düşündüğü için, diğeri okumasının gerekli olmadığını düşündüğü için yok sayar örtülüyü. Ama ikisi de kullanır. Kadın hakları dahi geçerli değildir onlar için. Güç, mevki ve para her şeydir!
Ülke yangın yeridir. Bir nebze katkınız oldu diye hayıflanmaktasınızdır. Gördüğünüz herkesten özür dilersiniz. Çıkarsınız kendi dar çevrenizde “İtidal!” diye bağırırsınız. Cevap gelmez! Biraz daha yüksek sesle bağırmak için bazı görüşlerinizi yıkar, bir çerçevenin dışına çıkarsınız; kuş diline dönersiniz! “Yediğim küfrün haddi hesabı yok!” cümlesi eşliğinde gelen cevap alabildiğine cılızdır. Küfrü eden ile küfrü yiyen aynı cepheden! “Kargalar sussa bülbüller ötüyor aslında hala” dersiniz. Biraz sussak da onlar konuşsa... Karga susar, akbabalar başlar! Heyhat ülkeyi leş sanırlar!
Bu coğrafya onlarca yıldır eza ve cefa içindedir. Çıkar beline kadar çamurun içinden insan! Başını hafif doğrultur, çamurlu yerden döner gökyüzüne başı. Biri bir taş atar ayağının altına, düşürür yüzü koyun! Kalkar düşse de, bir kez daha çevirir yüzünü gökyüzüne ve bu sefer de tepesinde patlayan biber gazları engel olur cânım güzellikleri görmeye… Onlarca dilsiz hayvan ürkmüştür, kaçmıştır, ölmüştür atılan gazlardan, yakılan araçlardan. Bitti dediğimizde, dağıldığında bu toz duman, havai fişekler vardır havada; kuşları kaçıracak, öldürecek olan. Sisler dağıldığında da insanoğlunun yaşlı gözleri engeldir güzellikleri görmeye… Elindeki sopa adaletin kılıcı kesilir. Gözler zaten görmemekte…
Bu coğrafyada izin verilmez güzel, neşeli ve olumlu gelecek planlarına… Çoğunlukla maksat bağı yakmaktır, bağcıda da bağdan üzüm çalanda da…
Son günlerde bu cânım ülkeyi yukarıdaki tablodan ibaret görenler var. Sen de bu coğrafyada güzel şeyler geride kaldı sananlardan mısın? Sahi sen de onlardan mısın? Eğer öyleyse büyük yanılgı içindesin dostum. Bunun en güzel örneğini dün sergiledi bu ülke, bu millet! Aldanma siyasilere, önder geçinenlere ya da sanatçılara! Aç izle ya da gerçekten orada olanlara sor! Dün akşam Atatürk Olimpiyat Stadında on binlerce insan tek bir olumsuz görüntüye sebep olmadan bir şöleni kutladı; Türkçe Şölenini. "Yeni bir dünya" ve "Evrensel barış" çağrıları yapıldı "Sevgi Dili Türkçe" ile... 120 ülkeden gelen, birçoğunun anadili Türkçeden farklı olan, 2.000 çocuk evrensel barış çağrısı yaparken; on binler slogan atmadan, kimseye zarar vermeden, küfür etmeden, bu çağrıyı destekledi.
...VE BU ÇOK GÜZELDİ.
Sevgi dili Türkçe ile bir çağrı: Yeni Bir Dünya
Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok.
Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok.
Ötmeyin nafile baykuş gibi karşımda, susun.
Mürtecisin be imam? Mürteciyim hamdolsun.
Şimdi binadan girdim ya mevzuya; yatırım deyince senin de aklına hemen ev, araba gibi parayla, maddiyatla ilgili şeyler gelmesin! Hayır, ben bunlardan bahsetmiyorum. Ben beşeri sermayemizden bahsediyorum. Geleceğin bu coğrafyada yaşayacak, dünyayı daha yaşanılası bir yer yapacak insanları geliyor benim aklıma. Mühendis, doktor ya da mimar gibi etiketler de değil benim konum. İnsan! Sadece ve sadece insan!
Gelecekle ilgili temiz düşleri olan adalet ve düzenin korunduğu bir dünyayı oluşturacak olan insan. Bir yeri imar ederken aynı zamanda orayı ihya da etmesini bilecek insan, gelecek düşümdeki kişi... Bir makine tasarlarken seri üretimle maliyetleri kısma derdinden çok insana faydasını gözetecek düşleri olan insan... Öyle Hipokrat dedi diye değil, insan olduğu için; insan için okuyan, yazan, konuşan ve koşan bir insan benim gelecekte gördüğüm. Bir öğretmen bir sözün peşinden koşabilmeli bir harf öğretebilmenin değerini duyduğu ve bildiği için. Yunus Emre zamanında insanlar yine sevmiyordu belki yaradılmış olanı Yaradan’dan ötürü ama bu onun düşüncesi için engel değildi. O öyle olsun diyebiliyordu.
Ama hayır! Hayır, bu coğrafyadaki insanlara yasak artık böyle düşler görmek! Mutlaka kendi kendimize bir engel bulup çıkartırız. Sebep bazen bir kaç ağaç olur. Bazen bir karışlık bir örtü! Aslında ikiside kendi içinde masum ve gelecek planlarımızın yollarına döşediğimiz taşlardır. Biri beşeri sermayenin yeşillenip gelişmesinin önüne engel olarak konulur. Diğeri her gün biraz daha öldürdüğümüz doğamızın önüne set olarak çekilir.
Bazı insanlar para ve siyaset gibi ikisi de kirli olan emellerini bir kaç ağaç üzerinden ortaya dökerler. En olmadık yere tutup bir “ucube” dikmeye kalkarlar. İlle de boğacağız diye diretirler yüz yıllık yaşamları. İşin kötüsü haklı olarak karşılarına dikilenler; bir süre sonra kullanıldıklarının farkında olmadan, üç beş ağaç için neredeyse tüm ülkeyi ve halkı yangına atarlar. Boğazlarına kadar para ve siyasete ve hatta masum kanına batmışlar sarar etraflarını; amaç “ağaçları” korumaktır!
Yine aynı insanlar on yıllardır sömüre geldikleri bir karış bir örtüyü yine karşı sebep olarak sunup bu ülkenin beşeri sermayesinin hafızasında onulmaz hasarlar açarlar. Biri iter bu örtüyü, çamura düşer örtülü! İten ortada yoktur! İtilen yok! Yerlerine bıyıklı kaba saba adamlar konuşur: “Gereğini yapacağız/yaptık!” Bir gurup medeni olmadıklarını düşündüğü için, diğeri okumasının gerekli olmadığını düşündüğü için yok sayar örtülüyü. Ama ikisi de kullanır. Kadın hakları dahi geçerli değildir onlar için. Güç, mevki ve para her şeydir!
Ülke yangın yeridir. Bir nebze katkınız oldu diye hayıflanmaktasınızdır. Gördüğünüz herkesten özür dilersiniz. Çıkarsınız kendi dar çevrenizde “İtidal!” diye bağırırsınız. Cevap gelmez! Biraz daha yüksek sesle bağırmak için bazı görüşlerinizi yıkar, bir çerçevenin dışına çıkarsınız; kuş diline dönersiniz! “Yediğim küfrün haddi hesabı yok!” cümlesi eşliğinde gelen cevap alabildiğine cılızdır. Küfrü eden ile küfrü yiyen aynı cepheden! “Kargalar sussa bülbüller ötüyor aslında hala” dersiniz. Biraz sussak da onlar konuşsa... Karga susar, akbabalar başlar! Heyhat ülkeyi leş sanırlar!
Bu coğrafya onlarca yıldır eza ve cefa içindedir. Çıkar beline kadar çamurun içinden insan! Başını hafif doğrultur, çamurlu yerden döner gökyüzüne başı. Biri bir taş atar ayağının altına, düşürür yüzü koyun! Kalkar düşse de, bir kez daha çevirir yüzünü gökyüzüne ve bu sefer de tepesinde patlayan biber gazları engel olur cânım güzellikleri görmeye… Onlarca dilsiz hayvan ürkmüştür, kaçmıştır, ölmüştür atılan gazlardan, yakılan araçlardan. Bitti dediğimizde, dağıldığında bu toz duman, havai fişekler vardır havada; kuşları kaçıracak, öldürecek olan. Sisler dağıldığında da insanoğlunun yaşlı gözleri engeldir güzellikleri görmeye… Elindeki sopa adaletin kılıcı kesilir. Gözler zaten görmemekte…
Bu coğrafyada izin verilmez güzel, neşeli ve olumlu gelecek planlarına… Çoğunlukla maksat bağı yakmaktır, bağcıda da bağdan üzüm çalanda da…
Son günlerde bu cânım ülkeyi yukarıdaki tablodan ibaret görenler var. Sen de bu coğrafyada güzel şeyler geride kaldı sananlardan mısın? Sahi sen de onlardan mısın? Eğer öyleyse büyük yanılgı içindesin dostum. Bunun en güzel örneğini dün sergiledi bu ülke, bu millet! Aldanma siyasilere, önder geçinenlere ya da sanatçılara! Aç izle ya da gerçekten orada olanlara sor! Dün akşam Atatürk Olimpiyat Stadında on binlerce insan tek bir olumsuz görüntüye sebep olmadan bir şöleni kutladı; Türkçe Şölenini. "Yeni bir dünya" ve "Evrensel barış" çağrıları yapıldı "Sevgi Dili Türkçe" ile... 120 ülkeden gelen, birçoğunun anadili Türkçeden farklı olan, 2.000 çocuk evrensel barış çağrısı yaparken; on binler slogan atmadan, kimseye zarar vermeden, küfür etmeden, bu çağrıyı destekledi.
...VE BU ÇOK GÜZELDİ.
Sevgi dili Türkçe ile bir çağrı: Yeni Bir Dünya
Yorumlar
Yorum Gönder
Fikriniz varsa buradan buyurun...