Ana içeriğe atla

Dikili ağaç

Bunca yıl bir dikili ağacım yok diyerek gezdim şu dünyada. Bu sabah demir ve betondan oluşan bir ağacım oldu! Oldu ama ben buna pek de sevinemedim! Üzerimden bir yük kalkmış gibi hissetmem ilginç aslında. Çünkü "dikili ağacım" olmayışına dair söylemim bir serzeniş değil bir gurur kaynağıymış aslında. Gurur duyuyormuşum üzerimdeki hırkadan başka bir şeyim olmayışıyla... Sanki biraz gururum kırıldı bu sabah.

Bir tek tesellim var; köklerimin olduğu, ilkokul, orta ve liseyi okuduğum mekandan, Fatih'ten, ayrılmadım. Ayrılmayacağım! Her şeye rağmen o beton yığını "modern" sitelere sıkışmayacağım ben. Çocukluk anılarım köşe başlarında karşılayacak beni, değişen insanlara rağmen. Çıkıp yukarı yürüdüğümde ulaştığım Yavuz Selim'i görünce; beş yaşında sokağımdan tek başıma ilk ayrıldığımda avlusunda nasıl kaybolduğumu hatırlayıp gülümseyeceğim. Yana yürüdüğümde tüm ihtişamıyla karşıma dikilecek Fatih; acı tatlı anılarım canlanacak gözümde. Teravihler niyetiyle evden çıkıp avlusunda top kovaladığım zamanlarım gelecek gözümün önüne. Avlularındaki ağaçlara daha sıkı sarılacağım şu günlerin yüzü suyu hürmetine. Yavuz Selim'in arkasındaki manzara çekiciliğini hiç kaybetmeyecek gözümde. Süleymaniye, her vaktinde tek saf ile kıyamda durulan uhrevi mekan, uzaklaşmayacak.

Benden sonrakilere anılarım kalacak bu sokaklarda...

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç...

Nebula Bilişim 20 yaşında!

Bir misyon bir okul 20 yaşına ulaştı. Nebula Bilişim bugün itibariyle 20. Yılında… Bir masanın etrafında toplanmış dört kişi kafa kafaya ne yapacağımızı konuştuğumuz günleri dün gibi hatırlıyorum. Marka adı, logo-fatura-irsaliye-kartvizit tasarımları, muhasebe işlemleri, ofisin bulunması-dekorasyonu, kuruluş için gerekli resmi hazırlıklar. Neredeyse tüm işlemleri kendimiz yaptık. Elbette bazı arkadaşlarımızın desteklerini de hiç bir zaman unutmayacağız. Nebula’nın ilk kurulduğu günlerde maliyetlerimiz artmasın diye evimdeki masa üstü bilgisayar ve ekranlarımı ofise taşıyışım ve aylarca onları kullandığımız hala hatırımda. Mesela faks cihazına bütçe ayırmamak için yaptıklarımız bugünkü nesle çok komik gelirdi. Muhasebe yazılımı olarak kullandığımız çözümü adam etmek için az çaba sarf etmedik. Mutfak gereçlerimizi temiz tutmak için yaptıklarımızı kime anlatsam inanmaz! Aşağıdaki fotoğraflar çalışma ortamımızın ilk fotoğrafları olabilir. Yok merak etmeyin, bunları o eski günler ede...

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu...