Ana içeriğe atla

Vurun abalıya!

Üst not: Önce şunu: "Ağaçlarıma Dokunma", sonra da bunu: "Nasıl iktidar olunur ya da iktidarda kalınır?" ve mümkünse diğer ilgili yorumlarıma göz attıktan sonra bu yazıyı okuyun lütfen!

Yazmayacağım diyorum ama uzak duramıyorum. Çünkü ben bu ülkeyi de bu şehri de bu milleti de tüm eksiklik ve kusurlarına rağmen seviyorum. İçi - dışı benim için fark etmez; bu ülkeyi karıştırıp, milleti birbirine düşürüp kendi çıkarı için kullanmaya çalışan mihrakların her zaman karşısında olmaya çalışırım. Hak neyse ondan yana durmaya çalışırım.

Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilenlerden olduğumu düşünüyorum. En azından bunun için azami çaba sarf ederim. Yanlışını gördüğüm güçlüyü de eleştirmekten çekinmem. Çok şükür kimseden korkum yok! Ne yazıyorsam, ne söylüyorsam açık kimliğim ile söylüyor ve yazıyorum.

Gezi olaylarının başında ne tarafta durduğum açık. Bu ülke ve millet üzerindeki oyunları gördüğümde de ne tarafta durduğum açık. Ben ne ondan ne de senden yana değilim. Ne rüzgarla yön değiştirir, eğilirim ne de "dansöz" gibi kıvırırım. Ne söyleyeceksem açık açık söylemeyi tercih ederim. Bu ülkeden, haktan ve mazlumdan yanayım ben.

Polis orantısız bir şekilde, sadece oturanların üzerine "saldırdığında" hiç düşünmeden karşısında dururum. Durdum! Müdahaleye karşı değilim; insan gibi girer, müdahale eder, gerekli görürsen gözaltı yaparsın. Sana da hata yapma imkanı veririm, bir tolerans alanı bırakırım. İnsan gibi muamele etmeyip, etraftaki eylem yapmayan, bırak insanları, dilsiz hayvanları bile düşünmeden on binlerce biber gazı atarsan! Hatta bu fişekleri hedef gözeterek atarsan senin şirazen kaymıştır! Şirazen kayarsa da karşında beni bulursun. Bu karşında buluş beni de al götür amacı taşır! Al götür, savcı ve hakim karşısına çıkart ki gördüklerimi anlatabileyim, haykıra bileyim çıkışıdır bu. Yoksa benim elimde hiç bir zaman taş, sopa, molotof gibi şeyler göremezsin. Ama ben öyle Başbakanın karşısına geçtiğinde inandığından dönecek adam da değilim. Vakti zamanında da dönmedim! Ne düşündüysem yüzüne söyledim. Bilen bilir...

Diğer taraftan haklı bir eylemin başında uğradığın haksızlıktan sonra "eylemci" olarak senin şirazen şaşarsa işte o zaman senin karşında yine ben olurum. Onlarca sivil ve resmi aracı ateşe veriyorsan, sana kapısını açmadı diye esnafa saldırıyorsan, elinde çivili sopalar, kaldırım taşları, sağı sola ateşe vererek yürüyorsan, barikatlar kurup arkasına tüp diziyorsan hiç kusura bakmayacaksın senin de şirazen kaymıştır. İş makinesiyle başbakanlık ofisi basmaya kalkarsan sana dur diyen polisin silahını niye kullanmadığını dahi sorgularım! Kusura bakmayacaksın! Üst geçitlerden polis araçlarının üzerine üç kişinin zor kaldırabildiği taşları atıyorsan ya da attırıyorsan şirazeden çıkmamışsındır! Şirazen yoktur! Bu durumda beni karşında bulduğunda da şaşırmayacaksın. Beni hemen yandaş, yalaka gibi sıfatlarla etiketlemeyeceksin! Yok, bunları ben yapmadım diyeceğin zaman da alet olma diye kaç kez seslendiğimi bir tokat gibi vuracağım yüzüne...

Öldürmek kötüdür! Bunu kimseyle tartışacak değilim. Ancak başbakanı, valiyi, belediye başkanını alamadım aşağı, en azından bir polis memurunu almalıyım anlayışıyla da yürünmez. Kafasına taş yağarken, eli sopalı insanlar etrafını sarmışken, havaya ateş eden bir polis -görüntülerden de anlaşıldığı üzere- birini kaza ile vurduğunda senin kadar üzülmüştür emin ol. Hatta geleceği görüp senden daha fazla üzülmüş bile olabilir! Hele ki o kişi o polise saldıranlar arasında değilse!.. Taksirle adam öldürmekten yargıla ama "cinayet" kelimesini kullanamazsın! En azından bu örnek için. Şimdi ölenin ardından bir gurup kanatları eksik melek benzetmesi yaparken diğer gurupta da kuyruğunu gizleyen şeytan yakıştırmaları göreceksin. Şaşırma! Çünkü siz aynı yolun yolcularısınız! Biri öldükten sonra o yolun dönüşü yoktur, hesabı da artık diğer taraftadır. Öleni yargılamak bu dünyanın hukukunda yok! Ne can vermek ne de can almak kolay değildir. Ancak sen o ateş edip can alan polisin etrafındaki olayları görmezden geldiğinde sonraki ortama çanak tutmuş ve yeni gerilimlere temel atmış olursun! Otur yerdeki taşları, etrafındaki eli sopalı adamları bir say!

Adalet herkese lazım! Evet. Gel Bingöl'deki tecavüz zanlılarının salıverilmesini eleştirelim hep birlikte... Gel bunun için yürüyüşler yapalım... Duralım... Oturalım... Yakmadan yıkmadan sessiz çığlıklar olarak duyuralım sesimizi. Ama görevi başındaki bir polis silahını kullandı diye "şerefsizler" ile aynı kefeye koymayalım. Abalıyı kurşuna dizmeyelim hemen... Bir abalıdan almayalım senin başkalarına olan hırsını...

Sonrasında gel yine polisin uyguladığı aşırı gücü, orantısız müdahale şekillerini eleştirelim ve çözümler üretelim. Gaz kullanımına alternatifler üretelim. Hatta yasaklansın diye konuşalım, koşturalım. Ama yapıcı bir dille... Ne diyordu Kazım Koyuncu, "Baba ben yıkıcıyım ama kendini bilmez değilim..." Kendimizi bilerek hareket edelim. Hareketlerimizin bir amacı olsun ve o hedeften şaşıldığında ilk biz dikilelim yanlışın karşısına... Ama görelim bazı şeyleri... Mesela CNN gibi bir televizyon 9 saatlik canlı yayının arkasına bir bakalım. Tamam faiz lobisiyle dalga geçelim ama faizin %4 seviyesinden %8 civarına fırladığını da görelim. Benim ne faizde ne de borsada param var! Ya senin? Bunlardaki oynaklık bizim işimize gelmez ama birilerini ihya eder. Bunu da görerek hareket edelim. Birileri otelinin kapısını ardına kadar açıyorsa ve oradan yüzlerce kutu ilaç, ilk yardım malzemesi bulunduruyorsa bir bit yeniği olduğundan şüphelenelim.

Yıllardır içine kapalı bir ülke olduğumuz gerçeği ortadayken ve yeni yeni dışarıya açılıyor, bazı haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında sesimiz yükseliyorken bizi yine içimize kapattılar. Terör sorununu ama öyle ama böyle bir hal yolu koymuş gözüküyorduk. Yeni birçok deneme oldu bizi bölmek adına ve başarılı olamadı iç/dış mihraklar. Okyanusu geçtik yahu, derede az kalsın boğulacaktık! İşte Gezi olaylarının sonuçlarının en vahimi budur; bizi yeniden içimize kapatmak. Dün haince bir saldırı ile Irak Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu'nu öldürdüler. Suriye'de hala taraf gözetmeksizin masum kanı akıtanlar ortalıkta geziyor. (Gençliğimde gerçekten özgürlük "savaşçıları" olduğunu düşündüğüm Gurup Yorum, katillere katliama devam etmeleri için destek konseri veriyor.) İsrail, Filistin'i hem de kandil gecesinde vuruyor. Balkanlar sessiz ama karışık. Ermenistan, Azerbaycan meselesi olduğu gibi duruyor. Yahu Afrika'da susuzluk ve açlıktan insanlar ölüyor be ötesi var mı? Dünyanın dört bir yanında bizden ya da değil insanlar acı içinde inliyor ve biz kendi içimizde daha çok nasıl bölünebiliriz onun kavgasını veriyoruz.

Gezi'nin kazanımları olmadı mı? Elbette oldu... Örneğin kimin ne renk aldığını gördük, Gezi turnusol kağıdı oldu! Ama dedim ya işte en büyük kaybımız yine içimize kapanmamız ve kendi içimizde kutuplaşmamız oldu. Maalesef yine tarih tekerrür etti!

Futbol yine 11 kişiyle oynanıp, sonunda hep Almanların kazandığı bir oyun olarak kaldı!

Özet mi? Bulduk bir abalı, madem kimseye vuramıyoruz ona vuralım bari... Vurun abalı polis memuru A.'ya... Adı yok sanı yok! Ama olsun vurun ki bir daha kafasını doğrultamasın! Eee yılanın başını küçükken ezeceksin!

Yorumlar

  1. Üstüne söyleyecek sözüm yok. Eksisi artısı tam da bunlardır benim de düşüncelerim.Elinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç