Ana içeriğe atla

Dün ve gün

Dün için kendini tanımla deseler hiç düşünmeden "vefasız" derdim kendime. 

Sene 1997 çok zor ve uzunca bir dönemin ardından yeni bir işe geçiyorum. Bir lise arkadaşım vesile oluyor, İskender. Her işte çalışabilecek ben, bu sefer de tezgahtarlığı deniyorum. Büyük bir mağazalar zincirinin ayakkabı reyonunda, kadın ayakkabı. O günlerde kazınıyor aklıma kadınlar için çalışmanın zor olduğu düşüncesi ve uzun bir süre katlanamayıp müdüre rica ediyorum başka bir reyona geçmek için. Mağazanın çeşitli bölümlerinde çalışıyorum.

Öyle mağaza dediğime bakmayın kendi içinde ayrı bir dünya. Ayrı ayrı her biri hikayesini yazsa roman olacak cinsten insanlar. Aynı kıza "aşık" iki genç mesela. Arkadaşını korumak isterken silahla tehdit edilen biri. Sonra aynı iki kişiye alın sizin değer verdiğiniz kişi bu dedirtecek olaylar. Entrika, hırs ve umursamazlık gibi pembe dizi hikayeleri. 

Bir sene kadar çalıştım o mağazada. En çok oyuncak reyonunda çalışmayı sevdiğimi anımsıyorum şimdi. En güzel zamanlar o reyonlarda geçmiş. Onlarca insanla tanışmıştım orada. Kimi sadece işine odaklı, sabah gelip akşam olsun da evime gideyim diye çabalayan kimi can sıkıntısından kendini dahi kaybetmiş kişilerdi. Kiminin kişilikleri yoktu! Mesela lise arkadaşım ilginç bir tipti. Aslında çok zeki çocuktur. Çizimleri, özellikle kara kalem çalışmaları çok iyidir. Çok sonraları müzik ve şiire de yeteneği olduğunu öğrenmiştim. Sanatçı ruhlu biridir yani. Seneler sonra bir akşam Galata da elinde gitar, şarkı söylerken görmüştüm. Biraz muhabbet ile geçen zamanın kısa bir özetini paylaşmıştık birbirimizle. Sonra o programına başlamış ve çok geçmeden kız arkadaşı gelmişti. Ondan sonra anlamıştım neden uzun zamandır görüşmediğimizi! Zamanın bazı insanları hiç değiştirmediğini... Bazı erkeklerin en büyük zaafını tekrar görmüştüm.

Her şeye rağmen İskender güzel bir şeye vesile olmuştu; Savaş ile tanışmıştım o mağazada. Deli dolu, delikanlı, dobra gibi bir çok nitelemeye tabii tutabileceğim bir Karaderelidir Savaş. Her şeyden önce dürüst çocuktur. Kendimden çok başkalarının hakkını savunmak için koştururken. Yönetimle aram bozulmuştu bir dönem. Tipik ben! Ek mesai ücretini rulo yapıp müdürün masasına bırakırken, "Ne yapacağınızı siz benden iyi bilirsiniz!" diyerek mağazadan ayrıldığımda bir tek o gelmişti arkamdan. Müdür bir tek onun beni geri çevirebileceğini düşünmüştü. İşe yaramasa da, o "tıynetsiz" müdür bile bir tek ona güvenmişti. Sonraları da arada görüştük Savaş ile. O askere gittiğinde Ankara'ya, ben de Kütahya'da okula başlamıştım. Birkaç kez ziyaretine gittim. Sonra birkaç kez memlekette buluştuk. Bir ara yüz yüze olan iletişimimiz kesildi. Malum hayat şartları! Ama o, yine de evleneceği zaman beni aradı buldu ve içten bir şekilde davet etti. Gittim bende. Davete icabet etmek gerekirdi. Beş dakikalığına uğradım, tebrik ettim ve çıktım. O kadar... Şimdilerde de ara ara görüşüyoruz. Bazen yüz yüze bazen telefonda. Bir sıra gözetmiyoruz. O tarz bir arkadaşlık değil bizimkisi. Ama Savaş o kısacak merasime katılımım ve askerlik sürecindeki bir kaç ziyaretimi hiç unutmamıştır. Bana da pek unutturmaz!

Dün yine aradı Savaş. Her zamanki gibi havadan sudan konuşacaktık, ben onun aile ve çocuklarını soracaktım, o da aynısını yapacaktı. Yüz yüze sık sık görüşemediğimiz için günlük hayatın curcunasından bahsedecek ve benim bitmek bilmeyen durumumdan konuşup, birbirimizin sesini duymanın verdiği mutluluk ile kapatacaktık telefonu. Öyle sandım ben. En son iş yerimde sohbet etmiş birkaç çay içmiştik. Gülmüş, eğlenmiş, anılardan bahsetmiştik yine. Birkaç ay olmuştu konuşmayalı. Dolayısıyla "Kusura bakma arayamadım bu aralar." diye başladı her zamanki giriş cümlemizle. Ona göre bir kaç küçük talihsizlik gelmişti başına! 96'da benim de başıma gelenlerin bir benzeri. Arayıp sormadığım için geç haberim olan talihsizlikler. Olaylara rağmen arayamadım diyen oydu! Şimdi o sık "görüşemediğim" arkadaşımın yerine koyuyorum kendimi. Ben olsam böyle mi derdim? Onun gibi mi yaklaşırdım? Karşımdaki Savaş olunca belki! Ama yenide kendime bugün "vefasız" sıfatından başka bir sıfat bulamıyorum!

Yorumlar

  1. Hayat işte, insan bazen hiç ummadığı sıfatların sahibi olarak görüyor kendini..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç...

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu...

Nebula Bilişim 20 yaşında!

Bir misyon bir okul 20 yaşına ulaştı. Nebula Bilişim bugün itibariyle 20. Yılında… Bir masanın etrafında toplanmış dört kişi kafa kafaya ne yapacağımızı konuştuğumuz günleri dün gibi hatırlıyorum. Marka adı, logo-fatura-irsaliye-kartvizit tasarımları, muhasebe işlemleri, ofisin bulunması-dekorasyonu, kuruluş için gerekli resmi hazırlıklar. Neredeyse tüm işlemleri kendimiz yaptık. Elbette bazı arkadaşlarımızın desteklerini de hiç bir zaman unutmayacağız. Nebula’nın ilk kurulduğu günlerde maliyetlerimiz artmasın diye evimdeki masa üstü bilgisayar ve ekranlarımı ofise taşıyışım ve aylarca onları kullandığımız hala hatırımda. Mesela faks cihazına bütçe ayırmamak için yaptıklarımız bugünkü nesle çok komik gelirdi. Muhasebe yazılımı olarak kullandığımız çözümü adam etmek için az çaba sarf etmedik. Mutfak gereçlerimizi temiz tutmak için yaptıklarımızı kime anlatsam inanmaz! Aşağıdaki fotoğraflar çalışma ortamımızın ilk fotoğrafları olabilir. Yok merak etmeyin, bunları o eski günler ede...