Ana içeriğe atla

Eşek Arılarının Kovanını Tekmeleyen Kız (The Girl Who Kicked the Hornets’ Nest)

Milenyum (Millennium) serisinin son kitabını da bitirdim. Diğer kitaplar hakkında değerlendirme yaparken geniş bir şekilde özetini ve canım ülkeme olan benzerliklerini de yazacağımı söylemiştim. Şöyle ki;

İlk kitap olan Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo)’ı yazarken, yazar Stieg Larsson konuyu buraya bağlamayı düşünmüş müydü, bilmiyorum. Ancak konu, çok yakından tanıdığımız bir derin devlet hikâyesine dönüşüyor. İkinci kitap olan Ateşle Oynayan Kız (The Girl Who Play with Fire)'ın tam anlamıyla bir sonu olmadığını ve üçüncü kitabın konuyu doğrudan devam ettirdiğini söylemiştim daha önce.
Konu basit aslında; eski bir Rus ajanın (Alexander Zalachenko) İsveç’e sığınması ve sağladığı bilgiler karşılığında tüm oluşturduğu pisliklerin örtülmesi çerçevesinde şekilleniyor. Bunun için devletin kendisini korumakla görevli kurumun (“Sapö - Security Police”) içinde daha da derin bir yerlere ve hatta devletin tepesine kadar sızan ikinci bir devlet yapısının (“The Section”) nasıl oluştuğunu gözler önüne seriyor. Bu derin devletin sözde kendi devletini korumak adına kendi vatandaşlarını nasıl ve gözünü kırpmadan öldürebildiğini birkaç örnekle anlatıyor. Gücün derin devlet yapılarında ne kadar tehlikeli olabileceğini de gözler önüne seriyor. Küçücük bir kızın (Lisbeth Salander) devlet sırlarının yanında ne önemi var değil mi? Ne de olsa bizdeki gibi orada da devletin bekasının vatandaştan daha önemli olduğuna inanan birçok insan var. Medya patronları sadece bizde değil, İsveç’te de pis işlere karışabiliyorlar bu arada. Ama aynen bizde olduğu gibi bazı şerefli gazeteciler (Mikael Blomkvist)konunun üstüne giderek sümen altı edilmiş gerçekleri kamuoyu önüne serebiliyorlar.

Bu konu bize pek de uzak değil. Ama bizde bazı farklılıklar var! Bizde, derin devlet denilen yapı çok daha inanılmaz işlere imza atabiliyor; toprağın altına tonlarca silah gömebiliyor, kendi halkı, askeri ve polisini gözünü kırpmadan katledebiliyor. Terör örgütleri kurup kendi halkını şiddet sarmalında yok edebiliyor. Yeşil’leri, Çakıcı’ları kimse unutmamıştır herhalde! Bir Yeşil için kaç vatan evladı can vermiş, kaçının anası ağlamıştır acaba? Geçmişte yaptıklarıyla vatana yararı dokunmuş olsa dahi bir tek sivilin dahi canını acıttıysa sonrasında, buna değer miydi?

Seriyi tamamladığımda altını çizdiğim bazı şeyler şunlardı:

- PKK’nın bir İsveç başbakanını öldürmeye varacak eylemler yapabileceği alt notları gördüğünüzde şaşırmak kelimesi anlamını yitirecek. Ancak buna rağmen yazar, PKK’yı bir Kürt Organizasyonu olarak sunabilecek. (Milyonlar satan bir kitapta -sadece bu son kitap 24 milyondan fazla satmış durumda- PKK ve onların Kürt direnişçisi olarak anıldığını gördüğünüzde, neden AB’nin onları desteklediğini –en azından halk bazında- anlamamaya çalışacaksınız.)

- Araplardan ve Filistinlilerden hala korktuklarını gördüm. Onları tüm dünyaya bir tehdit olarak algılıyorlar. (En azından yazar ve çevirmen tarafından algılatılıyorlar.)

- Demokrasinin tek bir olgu üzerinde oturduğunu: onun da “Özgür Konuşma Hakkı” olduğunu. Bunun, her ne düşünürsen düşün ve her neye inanırsan inan, yüksek sesle söylemenin elden çıkarılamaz bir hakkı garanti ettiğini. Bu hakkın, ülkenin tüm vatandaşlarını, ormanda yaşayan çılgın neo-Nazi gruplarından taş atan anarşistlere kadar ve bunların arasında bulunan herkesi de kapsadığını okudum. (Doğru çevirememiş olabilirim. Buyurun İngilizcesi; “Swedish democracy is based on a single premise: the Right to Free Speech (R.F.S.). This guarantees the inalienable right to say aloud, think and believe anything whatsoever. This right embraces all Swedish citizens, from the crazy neo-Nazi living in the woods to the rock-throwing anarchist – and everyone in between.”) Sonra bunun canım ülkemde olup olamayacağını düşünüp bir kez daha hayıflandım.

Lisbeth Salander’ın hikâyesini ve sonunu merak ediyorsanız okumak ve kendiniz öğrenmek zorundasınız. Neyse, tavsiye edilebilecek kadar güzel bir seri olmakla birlikte serinin sonunun çokta düzgün oluşmadığını söyleyebilirim. En azından serinin akışı kadar başarılı bulmadım.

Yorumlar

  1. eşekarıları kovanını tekmeleyen kız yani millenuim üçlemesinin son kitabının türkçe çevirisi saışta mı öğrenmek istemiştim. ben henüz bulamadım ve okumazsam çıldırabilirim ;)
    şşimdiden teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç