Ana içeriğe atla

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana.

Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara.

Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor.

Gül renginde gün doğarken
Boğazdan gemiler usulca geçerken
Gel çıkalım bu şehirden
Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken


Dolaşalım kumsallarda
Çılgın kalabalık artık uzaklarda
Yorulursan yaslan bana
Sarılıp uyuyalım gün batımında

Belki üstümüzden bir kuş geçer
Kanadından bir tüy düşer
İner döne döne gökyüzünden
Hiç bir yüz güzel değil senin yüzünden
Haydi kalk gidelim bu şehirden
Gün doğarken ya da güneş batarken
Belki kuşlar geçer üstümüzden
Kanatlanır senin ellerinden...
Ellerinden...

"Hiç bir yüz güzel değil senin yüzünden" Eh be adam bu övgü mü serzeniş mi şimdi? Ben birçok şeyde kendimce okurum yazılanları. Hatta bazen küçük değisiklikler yaparım. Örneğin benim için Emre Aydın'ın şu mısraları; "Bin bıçak var sırtımda. Biriyle de adaşsın. Her biri hayran sana." şeklindedir benim belleğimde. Çünkü insan binlerce kişiden binlerce bıçak darbesi alır sırtına ve fakat sadece diğerlerinin hayran olacağı kadar sert ve haince saplanmış olana şiir ya da şarkı yazar. En azından bence... Burada da suçlama anlamını okuyorum her defasında "senin yüzünden" diye her dinlediğimde.

Uzunca bir zamandır yazıyor, çiziyorum kendimce. Bazı küçük kodlamalar yapıyorum. Belki de sayfalar dolusu daha yazacağım ömür devam ederse. Hepsinin güzel olması, herkes tarafından beğenilmesi gibi bir gayem yok zaten. Ama benden sonra en azından bir tane olsun "eser" denebilecek, "Abi acaba bunu mu demek istemiştir? Bu kadar da olur mu?" dedirtecek tek bir satırım ya da kod parçacığım olsa yeter gibi geliyor. Yok yok şimdi değil. İlla yüzüme değil! Ulu orta arkamdan da değil! Öylesine, sessizce içten söylenmiş bir şekilde. "Abi ben bunu okumuştum!" ya da "Şu ne işime yaramıştı!" dedirtecek cinsten.

Belki... Bir gün...

Yorumlar

  1. Yazınız okundu efenim...<üstüne yorum bırakamıyorum..Duygu/düşüncelerinizi güzel ifade etmişsiniz vesselam..


    Not:Bazen öyle bloglar/siteler oluyor ki ''Neden bu siteler daha fazla kişi tarafından takip edilmez''diye merak ederim..Biliyorum sizin böyle bir kaygınız yok ve olmaz da...Ben yine de yazılarınızın çok daha fazla kişi tarafından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum...Saygılar...

    YanıtlaSil
  2. Okunulanların/dinlenilenlerin içinden yer edenlerin/kazınanların sayısı konusunda hemfikiriz.Benim için de aynen öyledir.
    Yüksek Sadakat'in sözleri müthiş gerçekten.

    En çok da ''bıçak darbeleri''...
    Öyle güzel ifade etmişsiniz ki....

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç