Ana içeriğe atla

Haliç'te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat (Hanefi Avcı)

Ben Hanefi Avcı’nın yaptığı gibi en sonda değil, seni hiç yormadan en başta açıklayacağım görüşlerimi; Bu devlete geçmişte de bugün de kendi menfaatleri adına komplolar kuran, kendi vatandaşına tavır alan ve hatta hunharca iftira atan ya da öldüren kim varsa karşısındayım. En büyük cezalara çarptırılmalarını canı gönülden istiyorum. Ama asker, hukukçu, siyasetçi ama cemaat…

Ayrıca çok âdetim olmadığı üzere kitabın sonunu da söyleyeceğim. Hem de seni daha fazla yormadan; Kitabın sonunda Hanefi Avcı, devleti, halkı ve cemaati daha duyarlı olmaya ve kitapta anlattığı ve delilleriyle ortaya koyduğunu söylediği hukuksuzluğu durdurmaya çalışmaya (durdurmak değil, çalışmak) çağırıyor.

Merak etme ben kendisinden daha kısaca bölümlendireceğim anlatımlarımı… Ancak biraz uzun bir açıklama olacak idare et artık.

Kitap nasıl yazılmış?
Kitap, benim okumayı başardığım süreden daha kısa sürede yazılmış ve baskıya hazırlanmış gibi duruyor;
devrik cümleler, anlam kaymaları ve tekrarlarla dolu. Beş yüz küsur sayfa sanki bir oturumda yazılmış gibi duruyor. Hatta üzerinde editöryal çalışma yapılmamış gibi... (564. Sayfa da 2010 ait bir olaydan bahsetmesi gösteriyor ki kitap o tarihlerde ancak hazırlanmış.)

Kitap neden yazılmış?
Hanefi Avcı, daha önceden bu faaliyetlerin tamamından haberi olduğu ve hatta bazılarının alt yapılarını kendisinin oluşturduğu, bu işi yapan birçok kişiyi ilgili mevkilere gelmeleri için kendinin desteklediğini önceki bölümlerde anlatmış olduğu halde, bu kitabı yazmaya ancak cemaatin kendini de dinlemeye başladığı ve bununla ilgili girişimler yaptıktan sonra bir sonuç alamayacağını düşündüğü için yazmaya karar veriyor. (Sayfa 485)

Kitaptaki bölümler neler?
Kitap sadece iki bölümden oluşuyor.
Birinci bölümün, Devlet, neden yazıldığını kitabın sonlarında “Bütün kurumlar ve kişiler kof mu?” başlığı altında kendisi cevaplıyor (Sayfa 556); “Bu kitabın birinci bölümünde devlet kurumlarının kof olduğunu, basit sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını anlatmaya çalıştım…

İkinci bölümün, Cemaat, konusunu ise yine aynı sayfada; “Bu bölümde ise bir cemaatin birkaç adamın çalışması sonucu her şeyin yerle bir olduğunu, koca devletin içten içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz hale dönüştüğünü, bu durumun farkında olan devlet görevlilerinin buna karşı durmadığını anlattım.

Yukarıdakiler Hanefi Avcı’nın kendi cümleleriydi. Benimkiler şimdi geliyor. Emniyet Müdürü Hanefi Avcı birinci bölümde nasıl güzel işler başardığını, terör ve teröristlerle nasıl mücadele ettiğini, o olmasa memleketin buralara kadar dahi gelemeyeceğini anlatıyor. Kendisi olmasa memlekette kimsenin iş yapamayacağından dem vuruyor. Bazen bir köylünün operasyon için planlar yaptığı ve bu memleketteki hiç kimsenin o güne kadar bir köylünün düşündüğünü dahi düşünemediğinden de bahsediyor. Ayrıca “Ergenekon” denilen örgütün varlığını kendisinin bildiğini ve yaptıklarını tasvip etmediğini üstüne basarak aktarıyor. Geçmişte JİTEM denilen organizasyonunun kurucularından olan Cem Ersever’i tanıdığı ve hatta çok samimi olduğunu da anlatıyor. Üstüne Cem Ersever'in yaptıklarını bildiği hatta yapmaması için kendini uyardığını da aktarıyor. (Yaptığı katliam ve bombalamaların tamamından haberi olduğunu aktarıyor. Ayrıca yine aynı Cem Ersever’in Ankara’da infaz edilişini de tüm detaylarıyla anlatıyor. Ancak hukuki hiçbir şey yok bunlarla ilgili.) O kadar ileri gidiyor ki kendisi ve saydığı birkaç arkadaşı dışında herkesi “kof” olarak niteliyor.

İkinci bölümde, öncelikle gözüme çarpan şey tutarsızlıklar. Bir sayfa da “Ergenekon” var bir diğerinde düzmece diyor. İlk bölümde söylediği şeyleri ezip geçiyor. Cemaat hakkında öyle şeylerden bahsediyor ki içeriden biri olmasa bunların onda birini dahi bilemez dedirtiyor. (Daha fazlasını bilen birilerinin iddialarını okumak istiyorsanız internet elinizin altında, Nurettin Veren yazın, arayın ve görün.) Üstüne bir de gizli olması gereken, kendi görev sahasına girmeyen onlarca olayın adli kayıtları ve delillerinden bahsediyor. Cemaatin herkesi ve her şeyi yönettiğini söyleyip bağlıyor konuyu.

Hanefi Avcı ayırmamış olsa da yukarıda söylediğim sonuç kısmı ayrı bir bölüm olarak değerlendirilebilir. (Devlete, halka ve cemaate öneriler..)

Kitap hakkındaki genel görüşlerim?
Kitap öncelikle bir gaz alma/verme kavramı üzerine oturtulmuş. İlk bölümde benim dahi anlatabileceğim –kulaktan duyma bilgilerimle- örneklerle devletin yeteneksizliğini ve basiretsizliğini anlatmış. Daha sonra da kendi telefonlarının da dinlenmesi ve başına geleceklerden (hazırlanacak komplolardan) korktuğu için cemaat hakkında bildiklerini yazıya dökmeye karar vermiş gibi gözüküyor.

İlk okumaya başladığımda görmezden geldim, sonra altlarını çizmeye başladım ve en sonunda vazgeçtim. Neden mi? “Bence”, “bana göre”, “mutlaka böyle olmalı”, “aklım başka türlüsünü kabul etmiyor”, “şöyle değilse böyle olmalı” gibi o kadar çok ibare var ki saymak mümkün değil.

En çok garibime giden konulardan biri, Hanefi Avcı gibi bir emniyet müdürünün hiç kullanmadığı, daha şifreleri kazınmamış ve başkasının üzerine alınmış olan hatlarının olması ve hatta bu hatları kullanmak için kayıt dışı olarak 2 haftada bir şarj ederek aktif durumda tuttuğu cep telefonlarının bulunması. Bir emniyet müdürü eğer farklı amaçları ya da çekindiği bir şeyler yoksa neden böyle bir yönteme başvurur. (Telefon dinlemeleri artık vaka-i adiye ve çok fazla da umurumda değil benim için.)

Bir diğeri de dinlendiği söylenen asker, polis, hâkim, savcı ya da siyasetçi herkesin uçkurunun çözük olması. Cemaatin bunları yasa dışı yoldan dinlettiği, izlettiği, fotoğraflarını ve videolarını çektirdiği sonra da bunları tehdit unsuru olarak kullanarak bunlardan faydalandığından bahsediliyor genel olarak. Bunun devleti çökerteceği ve bu yasa dışı dinleme ve izlemelerin bir an önce önüne geçilmesi gerektiğini anlatıyor kitap.

Ulan” tamam bunların hepsi yasadışı da bu “sütüne su kattığımın” memleketinde bir tanemi düzgün adam kalmadı. Biri karısını, diğeri kocasını aldatıyor. Deniz Baykal tuzağa düşürülüyor. Uçkurunun hiç suçu yok. Bir komutan bir otel odasında uygunsuz bir şekilde basılıyor, fotoğraflanıyor. Bu yüzden istifa etmek zorunda kalıyor. Cemaat de tüm bunlardan faydalanarak devleti ele geçiriyor. Eğer bu cemaat böyle “şerefsizleri” böyle bastırıp devleti ele geçirdiyse helal olsun! Küçük hataları olanların hatalarını büyük ve de inanılmaz gibi gösterip onları kullanıyorlarmış. Bu şerefsizleri kullananların o şerefsizlerden hiçbir farkı yoktur benim gözümde. Uçkurunu çözen de memleketi satan da bunları bilip ortaya dökmek yerine komplo hazırlayanlarda “puşttur”.

Cemaat hakkındaki genel düşüncelerim
Üç beş sene önce sorsanız çok daha farklı şeyler söyleyebilirdim. Ancak bugün dışarıdan baktığım için daha açık ve net olabiliyorum. Geçmişte özveriyle çalışan çok insan gördüm, en üst düzey toplantılarına dahi şahit oldum. İnsanlara ve devlete nasıl yaklaştıklarını bizzat gördüm ve duydum. Ancak o zaman rüzgâr onlardan yana esmiyordu ve şerefsiz tayfası henüz bal kavanozuna parmak çalıp yalamaya başlamamıştı. Bu kadar güçlenip büyüyeceğini de düşündükleri sanmıyorum. Ancak Hanefi Avcı’nın anlattıkları çarpıtılmış ve abartılmış olmakla birlikte görünenin (güç anlamında) sadece suyun üstündeki kısım olduğunu söyleyebilirim. Bugünü bilmemekle birlikte geçmişte tanıdığım hiç kimsenin Hanefi Avcı’nın söylediği puştlukları yapacağını sanmıyorum. (Evet, ben de aynı dili yani kendi zannımı kullandım!)

Devlet hakkında genel düşüncelerim
Maalesef kitapta da görüleceği gibi devletin kendi halkını kendi halkına kırdırttığını, dahası kendisinin kırdığını bugün herkes biliyor. Devletin kendisinin kendi koyduğu yasalara uymadığı da ortada. Zaten Hanefi Avcı’da geçmişte kendisinin de bir sürü yasal olmayan iş yaptığını söylüyor. (…ki kendisi en temizlerden olduğunu iddia ediyor.) Bu halde daha fazla ne denebilir ki…

Kitap sayfalarına karaladığım notlar
02 Aralık 2010
Bunların zıttı da olasıdır. Hatta inançlı olmaktan inançsızlığa geçmek çoğu zaman daha da zor olsa gerek. (Sayfa 10)

21 Aralık 2010
Ben de üniversitede aynı şeyi yasamış, hatta iki gün üzerimdekilerle uyumuştum. (Sayfa 30)

Değişen hiçbir şey yok o günden bugüne...
Mahkemeyi etkilemeye çalışmak, mahkemelerin ideolojik kararları, hepsi aynı... (Sayfa 62)

25 Aralık 2010
Yalancı bir ihbarcının neler yapabileceğini anlatırken Türk güvenlik güçlerini yerin dibine sokan, günümüze dair imalar içeren alabildiğine acemi bir dille yazılmış bölüm. (Sayfa 110)

Devlet köylüden operasyon dersi alıyor. Ne güzel! (Sayfa 124)

Teknik alt yapıyı onun kurdurduğu olayı tamamen bir yalan. Hatta bunun böyle olmadığını kendi kelimeleriyle söylüyor. (Sayfa 146)

26 Aralık 2010
Hani JİTEM diye bir örgüt yoktu! (Sayfa 187)

Cem Ersever sana bunu dedi de sen ne yaptın? (Sayfa 193)

30 Aralık 2010
Buna benzer o kadar hikâyeyi birinci ağızdan dinledim ki çok da şaşırtıcı gelmiyor. (Sayfa 229)

08 Ocak 2011
Bu ne amaçla yayınlanmıştır ya da neden yahoo.com gibi bir eposta adresi kullanılmış olabilir. (Sayfa 478)

Peki, kendisini dinlemeseler ve bunu öğrenmemiş olsaydı ne yapacaktı şahsi muhterem... (Sayfa 485)

Yönettiği değil zaten, kol kola oldukları söyleniyor ki Perinçek ve Küçük in fotoğrafları bunu çokta güzel açıklıyor... (Sayfa 514)

09 Ocak 2011
Cemaatin polisleri yöneten imamı olduğu söylenen kişi... (Sayfa 535)

Şu sitelerin içinde ikisi hariç diğerlerini hiç duymadım. Hem de bu işin göbeğinde ve ortalama on saat internet başındayım. (Sayfa 545)

Rezaletin dik alası. Ulan herkes puşt, sahtekâr ve hain olmuş. Uçkuruna hakim olamayanların içinde bir ben yokum. (Sayfa 546)

Âlem puşt olmuş...(Sayfa 547)

Sen neden eski dönemde sesini çıkarmadın o zaman... (Sayfa 556)

Sonuç
Son tahlilde bir kez daha belirteyim bunun siyasetle uzaktan yakından alakası yok. Yani sözümün arkasındayım. Ayrıca yukarıdaki notlar sadece benim sayfa kenarlarına bazı bölümler için karaladığım notlar. Çok sayıda bölümün altını çizdim. Ancak hepsini buraya almam mümkün değil. Beni eleştireceksen hepsini cevabını vermeye çalışacağım söz veriyorum.

Altı yüz sayfaya yakın bu kitabı okumaya değer mi? Bu gerçekten tartışılır!

Peşin cevap: Eğer kitaptan çok yazardan bahsettiğimi söylersen bunun nedeni yazarın daha çok kendinden ve kendini kurtarmaya, yırtmaya çalışmasından kaynaklanıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç