Ana içeriğe atla

Melekler ve Şeytanlar

Hani bir hikâye vardır. Her kar tanesinin yeryüzüne bir melekle indirildiğine dair. Kimin inancıdır, hangi din ya da ırktan gelmektedir, çokta umurumda değil aslında. Burada beni ilgilendiren konunun ana fikri. Hatırladığım kadarıyla, daha doğrusu kafamda çizdiğim kadarıyla görevini tamamlayan melekler insanoğluna yardım etmek üzere yeryüzünde kalırlarmış. Şimdi bir düşünün ne kadar uzun zamandır uzun süreli kar yağışı görmediniz ve ne kadar uzun zamandır insanlar kuraklık, küresel ısınma ve savaşlar gibi problemlerle uğraşıyorlar. Acaba melekler yeryüzüne inmekten mi vazgeçti? Yoksa onların ulaşım aracı olan kristalleşmiş su damlacıklarının yağmasını engelleyecek koşullar oluşturarak biz mi engelledik yardıma gelmelerini? Ne yapabiliriz diye düşünüp, yeniden davet etmek için onları çok mu geç kaldık? Sizde hatırlıyor musunuz benim gibi bembeyaz kışlarınızı! O kışlarda abilerinizin, ablalarınızın ve hatta anne - babanızın merdivenlerden kızaklarla gülüp, eğlenerek geçirdiği günleri...

Bir de düşünün şimdi gökten sürekli metal kar taneleri düşüyor. Biri bin oluyor bazen ve yıkıyor hayallerimizi. Ne dersiniz bunları şeytanlar indiriyor olabilir mi düşmemeleri gereken yerlere? Bir bebek ölürken yıkılan duvarın altında izliyor mudur doğaüstü bir varlık zevkle! Yoksa biz insanoğlu kendi kudretini mi ispatlamaya çalışıyor! Can vermek yerine can alarak başarılabilir mi bu? Hemen her inançta kutsal bir parçası olan bizler kendi ellerimizle yıkmıyor, kirletmiyor muyuz temiz ruhlarımızı kanlı ellerimizle?

Evet, şimdi yine birileri çıkacak ve ne tutarsız ne saçma düşünceler diyecek. Evet, yine birileri "Mutluluk için bile ilahi ve var olmayan şeylerden yardım almayı mı umuyorsun?" diye soracak. Çocuk gibi hayallere dalıp peşinden koşmak istiyorum evet. Eleştirin beni kıyasıya, ne de olsa o yüzden burada bu yazı. Ama yine de dinleyin beni, bir fırsat verin. Küresel ısınma denen felaketi biz yaratmadık mı? İki ayakları üstünde yürüyüp konuşabilen ama yinede sorunlarını kavga ederek ve hatta olayı bireysel olmaktan çıkartıp kitlesel imha silahlarıyla birbirini öldürerek çözmeye çalışan başka bir canlı türü daha var mı bildiğiniz?

Şimdi siz söyleyin bana bir melek olsaydınız; Gelir miydiniz o kar taneleriyle dünyaya ya da kar tanesini alıp sırtınıza koşar mıydınız biz insanoğluna yardıma? Duyar gibiyim yine eleştirileri "Madem melek onlar neden yargılıyorlar bizi!" diyen. Be hey âdemoğlu uyan gafletten ve bak etrafına... Yok öyle melekler etrafımızda artık, belki de hiç olmadı. Belki de insanlar meleklerdi eskiden. Şeytanın da kuyruğu ve boynuzları yok artık. Ne de kırmızı rengi derisinin cehennemden yeni cıkmış gibi. Ne bombaları taşımalarına gerek var sırtlarında. Ne de aramızda dolaşıp duruyorlar bizi bize düşürmek için. Bizleriz her biri, şeytan ve melek.

Seçin artık ne olduğunuzu ve başlayın ne yandaysanız o şekilde yaşamaya. En büyük yalan olan tarafsızlığı sürmeyin sakın ileriye! Bir gülümseme vererek başlayın sokakta pardösünüzün eteğini çekiştiren çocuğa. Emin olun dünya daha güzel bir yer olacak o zaman ve yeniden inecek melekler kar taneleri üstünde yanımıza. Her birini göreceğiz aramızda dolaşırken işte o zaman. Emin olun tam düşerken omuz verecek biri, yanınızda olacak bir diğeri el vermek için...

Yorumlar

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Ne çok şey oluyor oysa...

Günlük tutmaya eli gitmiyor insanın. Ne çok kişi göçtü geçtiğimiz yıl diye yazıyordum birkaç yazı önce. Ama o zaman daha kayıpların bitmediğini bilmiyordum. Beklemiyordum. İnsan beklemediği yerden yara alıyor. Bir, iki, üç... Bitmiyor. Eksiliyorum. Giden gidiyor da geri kalan her seferinde biraz daha eksiliyor. Yazamadım. Çocukluğumdan büyük bir parça gitti. Gençliğimin en sert, en güzel, en mert anıları gitti. Yazamadım. Öğretilerim, öğretmenlerim, dostlarım, akrabalarım gitti. Biriktirdiklerimi de alıp gittiler. Yazamadım. Bunu not düş tarihe, tarihinde not düş diye düşündüm çok zaman. Elim gitmedi bir türlü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Kişiye nasihat olarak ölüm yeter" buyurmuş. Geriye bakıp düşündüğümde ölümle gerçekten tanıştığım ilk zaman 17 yaşında olduğumu hatırlıyorum. Ölümün ne olduğunun musallada yatan abim ile tek başıma kaldığımda fark etmiştim. O günü hiç unutmadım. O gün gibi hiç üzülmedim. Ama bu sene bir başka... Artık kayıplardan, cenazelerden, bizzat içi