Ana içeriğe atla

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu

Bu sene memleketten uzak kaldım. Muhtemelen bayramlarda da gitmeyeceğim. Bu nedenle olsa gerek Validem sürpriz yapıp bayram için İstanbul'a geldi. Bu vesileyle defalarca dinlediğim büyük dede ve ninelerimin hikayesini bir kez daha sordum. O anlattı, bir kez daha sordum.

Büyük dedem Çanakkale'de şehit düşmüştü. Bunu biliyordum. Ancak 1. cihan harbinde memleket topraklarımın nasıl işgal edildiği, insanların ne zor şartlarda neler yaşadıklarını hiç sorgulamamıştım ve bilmiyordum! Balkan harbinin bizimle ne ilgisi olabilirdi ki! Benim için ne ayıp değil mi? Ninemin üç küçük çocuğunu birden alıp kaçamayacağı için birini geride nasıl bıraktığını hiç bilmiyordum. Büyük ve eski acılar konuşulmaz bizde, çünkü konuştukça yenilerinin çıkacağına inanılır. Bu seferde aynısı oldu. Dedemin çocukluğundaki yokluk yıllarında ağabeyinin koyun pisliğini nasıl zeytin sanıp toplayıp eve geldiğini öğrendim. (Hem de babasının cenazesinde...) Bugün burun çevirip yolumuza gideceğimiz şeyler için kilometrelerce nasıl yüründüğünü, başında çatı olmadan insanların günlerce yollarda nasıl yaşayabildiğini dinledim. Yokluk neydi? Bir kez daha duydum, duyumsadım. Bugün oralarda dahi çok uzak görünen gerçek köy hayatının ne olduğunu dinledim. Memleketimde buğday yetiştiğini ve buna rağmen bugün milyonarcasını çöpe attığımız "beyaz" ekmeğin ne denli "değerli" ve de az bulunan bir şey olduğunu dinledim bir kez daha. Defter, kalem ve silginin yokluğunda lastik tabanları kullanılarak eski defterleri silmenin ve bunu yaparken yapraklarını zedelememenin önemi çivi gibi çakıldı hafızama. Büyük dedem, o gün her yerine Rusya dedikleri, Kafkaslardaki Türk topraklarından küçük bir kayıkla ailesini nasıl taşımıştı? Öğrendim! Daha bir sürü şey vardı yöreme dair. Bir sürü eski, hikayeleşmiş olay...

Nereden çıktı bu sorular? Nasıl oldu da sürekli konuşup da günün sohbet konusu yapıp geçtiğimiz şeylerin bu kadar içine düştüm? Bir kitap bazen, bir mektup ya da bir resim çekip alır düşüncelerinizi günümüzden. O günlere gidersiniz. Hayal meyal hatırladığınız kişiler, mekanlar canlanır gözünüzde. Tanıdığınızı sandıklarınıza aslında ne kadar yabancı olduğunuzu anlarsınız. İşte Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı'nı okurken Bana olanlar da bunlardı. Buna benzer şeyler anlatmış mıydı daha eskiler? Muhacirlik ne, bilmiş miydiler? Savaş onların da ocağında savurgan bir rüzgar olarak esmiş miydi? Onların da geçmişinde anlatılmamış ve bilinmemiş bu denli kabarık hikayeler var mıydı? Sorular dönüp duruyor kafamın içinde...

Uğramıştı o kara günler bizimkilerin de yanına. Roman diye okuduğumuz o kelimeler onlarında hafızalarına yazılmıştı. Yaşanmıştı. Bizimkilerin elinde o günlere dair ne yazılı ne de basılı hiç bir şey yok! Bir fotoğraf dahi... Sadece bazı eskilerin çok sonraları anlatırken kaydedilmiş ses kayıtları var olayları bir masal ya da hikaye tadında anlattıkları! Tabii işin acı detaylarına hiç bir zaman çok fazla girmedikleri... Ama yaşanmıştı işte. Coğrafya aynı, insanlar aynı, olaylar aynı... Aynı zor günler, aynı zor yaşam koşulları...

Okuyun Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı'nı. Bilmem size de atalarınızı, atalarınızın yurdunu hatırlatır ve gözlerinizden yaş getirtir mi? Bir roman belki Nar Ağacı ama araya serpiştirilmiş gerçeklere ilgi gösterin. Benim gösterdiğim ilgisizliği göstermeyin ne Nazan Bekiroğlu'na ne de kendi geçmişinize...

Yorumlar

  1. :) Okunmuştur.Belki ağlanmamıştır ve fakat hatırlanmıştır mutlaka sevgiyle.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi