Ana içeriğe atla

Hayat

Ne kadar az yazmaya başladım.

Ne yazsam birine dokunacak diye çekiniyorum. Kimi işe, kimi eşe, kimi kardeşe dokunacak onlarca can acıtıcı şey.

Bir süredir liste tutuyorum. İnsanları çok eleştirmek gibi bir meslek hastalığına kapıldığımı farkettiğimden beri doğrudan eleştiri yapmamaya çalışıyorum. İş yerinde hayatımız kritik yapmak ve eleştirmekle geçiyor zaten. Liste dediysem öyle planlı programlı birşey değil. Ama kendi içinde de bir düzene sahip değil desem yalan olur. Aradığım şeyi bulmakta çok zorlanmıyorum.

Liste basitçe şöyle işliyor; eleştirmek istediğim bir olay ile karşılaştığımda olayı sıcağı sıcağına not ediyor; tarih, saat, yer ve kendi düşüncemi de ekleyerek kayıt ediyorum. Sonrada değiştiremeyeyim diye metinden görüntüye çevirip saklıyorum. Bir süre sonra olayın sonuçları/etkileri ortaya çıktığında ne yazdığıma dönüp bakıyorum. Bazılarında yanlış düşündüğümü, olayı tam anlayamadığımı ve eleştiri yapsam haksız olacağımı belki de olayları olmaması gereken bir yöne sevk edebileceğimi görüyorum. Ama sorun şu ki birçok kısmında objektif olarak kendi düşüncelerimi yazıp sonrasında olayın gelişimi tamamlanıp değerlendirdiğimde haklı olduğumu üzülerek görüyorum. Sonrasında etrafımdaki kişilerin hal ve tavılraına baktığımda kayıt altına aldığım olayı ve düşüncemi gözüne sokmak geliyor içimden. Ya olayın başını hatırlamıyor ya ağzından çıkanı inkar ediyor ya da bir parmağı suçlu olarak beni veya bir başkasını işaret ederken diğerleri kendini gösteriyor. Yani öyle basitçe bir "ben demiştim" ile geçiştirilemiyecek kadar büyük sıkıntı var.

Sonra mı? Sonrası basit kendimi daha çok bilememe yarayan kayıtları kısa bir süre sonra siliyor ve unutmaya çalışıyorum. Malum zaten unutamama  problemi olan bana bir seviye daha atlatacak ve beni filler ligine sokacak bir maceraya atılmaya gerek yok. Oluyor mu? Hayır!

Örneğin burası da aslında bir nevi yanılgılar ve haklı çıkmalar manzumesi gibi... Yorum etiketli 180 tane yazı var burada. Kimi günlük hayattan kimi benden büyük konularda yarın dönüp inkar edemeyeyim diye yazılmış 180 yazı... Bunların yanına onlardan daha sağlam eleştiri olduğunu düşündüğüm 53 tane de vecize iliştirebilirim. Cemaat konusunda hem haklı hem de haksız çıktığım, Ergenekon ve benzeri konularda sonuna kadar haklı olduğum, günlük hayatta yaşadıklarımın veciz bir şekilde anlatımları olan cümlelerimin neredeyse hiçbirinin beni yalancı çıkartmadığı gibi örnekler ortada duruyor.

İş yerinde de bazen bu taktiği kullanıyor ve "malesef" yine birçoğunda haklı çıkmanın sıkıntısını yaşıyorum. Konu iş olunca da notunuzu buruşturup çöpe atamıyorsunuz. Aynı çatı altındaki kişilerin sürekli aynı hata ile devam etmeleri zor. İşte de eşte de olmuyor! 

Özel hayat çok mu farklı? Tabi ki hayır! Eşime bundan 4-5 sene önce ne dediysem neredeyse hepsi gerçekleşti. Kronolojik sıra yapıp versem bu kadar olurdu.

Belki kanlı canlı örnekler görmek isterdin. Ama işte orası işe, eşe ya da kardeşe dokunuyor.

Sıkıntı şu ki bazen haksız çoğu zaman haklı olduğunu görmek birşeyi değiştirmiyor. Etrafımdaki duvar hala beni içeriye değil, diğerlerini dışarı hapsediyor. Haklı çıktığım her durum bir tuğla daha ekleyerek duvarı hem yükseltiyor hem de kalınlaştırıyor.

Eş mi, dost mu? Sözlük anlamları itibarıyla bile içi sandığımız kadar dolu olmayan kavramlar... Hele bugün...

Yorumlar

  1. Bazen öyle bir an oluyor ki, haklı olmaktan nefret ediyorum. İnsanların özür dilemesinden de aynı şekilde.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç