Ana içeriğe atla

"Oku"mak

Oku! "Oku" diye başlıyordu kitap. Ben de bir yerden başlamak lazım diye başladım okumaya. Yaş neredeyse yolun yarısı oldu! Hala ilk emirdeyim; "Oku!" Henüz yedime basmamıştım okula başladığımda. Lakin okumaya başlamam ondan da önce olmuştu. Büyüklerimin defter ve kitaplarından "arakladığım" bilgiler ile okula başladığımda bir adım öndeydim! Önde miydim gerçekten? Belki de bu yüzden çok fazla boş vaktim olduğunu düşünür ve dersleri dinlemezdim. Dinlemediğim dersler nedeniyle de sürekli şikayet konusu olurdum. Bu yaşantı lise sonrası iki senelik ve askerlik nedeniyle bıraktığım bir senelik boşluk dışında hep devam etti.

Şimdi dönüp baktığımda bir fiil yirmi beş seneyi tamamlamışım. Ama nereye geldim diye baktığımda sanki hala aynı yerdeymiş gibiyim. Hala ilk emirde takılıp kalmış durumda; "Oku."

Son bir kaç ayda iki kitap okudum. Beni yeniden en başa götüren. Biri Adnan Demircan hocanın Ali Muaviye Kavgası diğeri ise Ellias Canetti'nin Sözcüklerin Bilinci kitaplarıydı. İlki ne az şey okumuşum, geçmişimiz hakkında da ne az şey biliyormuşum dedirtti. "Biz," dedim bittikten sonra, "yine de şanslıyız; olanca hatalarımıza rağmen o dönemi gördüğü, birebir yaşadığı halde sapanların hatalarına şu gün dahi düşmüyoruz." (Allah düşürmesin.)

İkincisi yani Canetti'yi okumaya başladığımdaysa her şey çok güzel gidiyordu. Bazı bölümlerin altını çiziyor. Bazen sayfaların kenarını kıvırıyordum. Bir çok pasajı şirketteki "tek dişi kalmış canavara" kapılıp gittiğimiz ortamı dağıtmak için arkadaşlarıma okuyordum. Hiroşima ve doktor Haşiya'nın atom bombası sonrası yaşananları anlattığı güncesinin yorumu olan bölüme geldiğimde aslında bir terslik olduğunu sezmiştim! Yüksek gerilim hattı kopmuş, aç ve kızgın bir yılan gibi yerde kıvranıyordu. Ama aldırış etmedim. Sözcüklerin bilincini kavramaya çalışmakla meşguldüm!

Sonra Kafka ile ilgili bölüm geldi. Kafka'nın Felice'ye yazdığı mektuplara değinen, onlardan alıntılar yapan ve Kafka'nın eserlerine -güncelerini de kullanarak- göndermeler yapan bir Canetti yorumu. Bu Kafka yorumu -kendisi öyle miydi çok bir fikrim yok- o yerde kıvrılıp duran gerilim hattının bana sarılması oldu. Zaten okuduklarının içine çok fazla çekilen ben kendimi Kafka gibi hissetmeye başladım. Birçok yönümüzle ayrışsak dahi ne kadar onun gibi düşündüğüm beni sarstı. Evet, doğru kelime tam olarak bu. Bu bölüm beni sarstı! Yaşamlarımızın uzak yakın hiç alakası yokken, Kafka'nın Fellice ya da bir arkadaşına yazdığı satırların nedenini Canetti'den daha iyi anlıyormuş hissine kapıldım. Kendimi Kafka zannettim! Rahatsız oldum özelimin bu kadar ortaya saçılmasından.

Okudukça yeni isimler, yeni kitaplar, yeni olgular çıktı karşıma. Soluğu Kadıköy'de kitapçılarda aldım. Birkaç saat bir ona bir diğerine şeklinde adı geçen kitapları karıştırdım. Sonra insan ömrü ne az diye düşündüm! Şuradaki kitapların çoğunu okuyamadan gideceğiz. Bir hüzün duydum içimde. Oradan başka bir yere evrildi düşüncelerim. Yine bu sene okuduğum bir sosyoloji olgusundaki hayattaki her şeyin bir metin olduğu ve ancak doğru okunduğunda anlaşılabileceği kavramına tosladım.

Neydi? Bir din üzerineydik ve o dinin bir sürü emri vardı. Ben neredeydim peki? Hala ilk emirde! Hatta daha onun "Elif"inin ucundaki kıvrımda bile değildim. Değilim... Neydi? "Oku!" Ben ne yapıyorum? Yazıyorum... Şimdi de başa dönüp yazdıklarımı tekrar okuyorum! Bir döngü... Ağır bir döngü...

Yorumlar

  1. Okuyorum...Ve işte hem kitapları okurken hem de böyle güzel yazıları okurken mutlu oluyorum (mutluluk çok güldüğümüz anlar değildir) Ben ,benden isteneni yapıyorum gerisi elimden gelmiyor..Okumaya çalışıyor ve düşünüyorum...Olabildimce İNSAN kalabilmek benim görevim..Gerisi (öncesi şimdisi de) hep O'na kalmış...

    İyi ki blog açmışsın...

    YanıtlaSil
  2. Sözcüklerin Bilinci'nin bitiş paragrafını da buraya almasam olmayacak...

    "Hiçlikte kalmaktan hoşlanabilecek kimseyi hiçliğe itmeyeceksin. Hiçliği yalnızca ondan çıkış yolunu bulmak için arayacak, bu yolu da herkes için işaretleyeceksin. Acı ve çaresizlik içinde kalmakta başkalarını bunlardan nasıl kurtaracağını öğrenmek için direneceksin, yoksa mutluluktan nefret ettiğin için değil; çünkü insanların birbirlerini insanlıktan çıkarmalarına ve parçalamalarına karşın, onların layık olduğu bir şeydir mutluluk."

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç