Ana içeriğe atla

Abant'ta hafta sonu

Dostum,

Bu hafta sonu bir iş için Abant'a gittim ve iki gün kaldım. İlk defa kışın gittiğim Abant'ta, ilk defa da bir otelde kaldım. Düzenleme pek iyi olmadığı için vakit daha çok arkadaşlarla muhabbet ederek geçti. Yani mekanlar  yalan, arkadaşlıklar gerçekti. Aynı muhabbet ve eğlenceyi burada da bulurduk, oraya kadar gitmeye gerek yoktu!  Gerçi aynı boş zamanı burada bulamazdık. Ama neyse...

Hafta sonunun dişe dokunur tek olayı geri dönerken yoldan alıp evinin yakınında bir yerde bıraktığımız bir çocuktu. Üzerinde incecik bir mont, sıradan ayakkabılar; elleri, yüzü ve kulakları soğuktan kıpkırmızı olmuş 15 yaşında bir çocuk. Okuyor genç ve muhtemelen eve yardımcı olmak için yarım metre karın içinde yoldan geçenlere kağıt helva satıyor. Sabah sekizde gelip akşam beşte geri dönüyormuş. Öyle sadece ara tatilde değil, hemen hemen her hafta sonu orada oluyormuş. Babası iyi bir aşçıymış ve çalıştığı yerde olan bir patlamada ağır yaralanmış ve hastanede vefat etmiş. Helvaları fırından alıp, sattıktan sonra parasını götürüyormuş. Abant gölüne doğru çıkarken de otostopla çıkıyormuş. Ama bazen uzun süre kimse almazsa otobüse binip iki helva karşılığı seyahat ediyormuş. Bunca şeyi niye mi anlattım? Çünkü çocuk bunları anlatabilecek kadar uzak bir mesafede oturuyordu ve yaşamındaki onca zorluğa rağmen bunlardan hiç şikayet etmiyordu. Her hafta sonu altmış kilometrenin üzerinde bir mesafe gidip gelerek ekmek parası için çalışıyordu. Üstüne bir de bizi evine yemeğe davet etti. "Hiç köy yemeği yememişsinizdir. Hem de bizimki gibisini hiç." diyerek. Tok olduğumuzu söyleyince de, "Bir dahaki sefere inşallah" diyerek davetini yeniledi.

Dostum,

Yukarıdakileri niye anlattım biliyor musun? Çünkü İstanbul'da da Rize'de de birebir bildiğim aynı yaşlardaki çocuklar var. Maalesef onlar bilgisayar karşısında oyun oynamaktan fazla bir şey yapmıyorlar. Kimsenin o çocuk gibi çalışmasını istemem. Kimse muhtaç olsun istemem. Ama en azından görüp ders almalı değil miyiz? Dışarıda ayağında ayakkabı, üzerinde incecik bir montla buz gibi bir havada çalışan ve hayatından şikayet etmeyen o çocuk bize biraz örnek olmalı değil mi? Ailemize biraz destek olsak, derslerimize biraz daha iyi çalışsak fena mı olur!

Bir daha gidersem ve bir daha görürsem o çocuğu evine konuk olamasam bile karşılıklı oturup bir kağıt helvasını paylaşmak isterim. 

İnşallah...

Yorumlar

  1. Kazançlı bir hafta sonu olmuş...

    YanıtlaSil
  2. Erkan abi,

    biraz fazla samimi oldu ama yorum yazmasamda sürekli okuduğum bloglardan biri olduğu için yakın hissediyorum sizi kendime :)

    Etrafında olan bitene bu kadar duyarlı insan sayısı baya azaldı. Bunları farketmiş olmanız sizin adınıza büyük bi güzellik. Ve dünya adına böyle insanların olması umut verici.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç