Ana içeriğe atla

Distopya

Kızmayın! Şaşırmayın! Üzülmeyin!

Bu dünyayı elbirliğiyle var ettik. Kitabı okumadık. Doğru yol yerine hep tali ve yanlış yolları tuttuk. Adaletin ırzına geçtik! Oysa titizlikle ayakta tutmamız emredilmişti.

Ülkedeki her kurumun, kavramın içini boşalttık. Bilindik ne kadar güven veren yer varsa hepsini gömdük! Üzerini de balçık ile kapattık. Doğru hiçbir uygulamamız, politikamız, görüşümüz kalmadı. Günümüze ait ne varsa karaladık. Geçmiş zaten karalanmıştı!

Kirletecektik tüm renkleri, önceliği beyaza verdik! Devlet kurumları ile başladık. Milli bir eğitimimiz zaten yoktu. Ordumuzu el birliğiyle yıktık. Adaleti insan eliyle dağıtacak olanda adalet olmadı mı bize ne kalacaktı ki! Adalet kendi çatısının yıkıntıları altında kaldı. Çatıyı yıkanda temizliğin simgesi kardı!

Meclis bizi temsil etmiyordu! Oradaki herkes çıkarcı, yalancı ve hırsızdı; bizlerden farklı olarak! Ulusal yardım kuruluşlarımız bir bir tükaka edilmişti. Sivil toplum örgütlerimize sıra geldiğinde onları da birbirine düşürerek yıktık. Oysa açmayın örtün deniyordu. Biz saçtık!

Geriye tek bir unsuru bırakmıştık. Millet! O da 15 Temmuzdan sonra yine elbirliğiyle yıkılıyor. İnsanlar fişleniyor, aileler dağılıyor. Milletin sahibi olduğu kurumlar yerle bir... Millet, milletten nefret ettiriliyor. Milletin çimentosu olabilecek her değer yok edildi/ediliyor. Kötü örneklerden bütüne vuruluyor. 28 Şubat sürecinde dahi bu kadar alçakça ve bel altı salvolar görmemiştik.

Tüm değerlerimiz, kurumlarımız, inanç sistemimiz yerle bir oldu. Dün burada yazdığım birlik olma yazıları tek tek anlamlarını yitirdi. İçeridekiler dışarıdakileri, dışarıdakiler içeridekileri anlayamaz oldu.

Bir ütopyayı gerçekleştirmek adına hızlı ve büyük adımlarla yürüyorduk. Tüm etrafımız ile birlikte bir distopyada yaşamaya mahkum edildik. Evet, şu an içinde yaşadığımız şey tam olarak bir distopya... Her değerimiz, bizim de desteğimizle, yerle bir edildi, edilmeye de devam ediyor.

PKK, DHKP-C, DAEŞ, İŞİD, ABD, EU, BM, UN ya da israil; Türk abecesindeki tüm harfleri kullandık terröristleri isimlendirmek için... Gözlerimiz akıl almaz, insalık dışı eylem, müdahale denilen caniliklere de şahit oldu. Kültürlerin nasıl yok edildiklerine de şahit olduk.

Sayılar yüzbinler hatta milyonlarla ifade edildiğinde bireysel önemlerini yitirdi. Kendi bencil dünyamızdaki tekil kayıplarımızı kutsadık. Lahitler, anıt mezarlar eşliğinde anma törenleri yaptık. Peki ya ölen çocuklar? Hayır isimleri konmuş, varlıkları kanıtlanmış olanlardan bahsetmiyorum. Gerçekten isimsiz olanları soruyorum! Sayılarından dahi emin değiliz ya hesaplarından nasıl emin olabiliyoruz?

Tüm dünya olarak dibe vurduk dediğimiz noktada daha kötüsü geliyor. Sırada ne var acaba?

Şu karanlık gecelerin de vardır inşallah sabahı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç