Ana içeriğe atla

Neden “büyük” devlet olamıyoruz?

Üst not: Büyük devlet tanımına takılacak olanlara şimdiden hatırlatma benim büyük devlet tanımıma ABD de Rusya da uymuyor. Belki Küba ya da Japonya olabilir. Maalesef kendisini tanımasam da hatta terörist bir organizasyon da olsa “israil” teorik olarak büyük devlet kategorisine girebilir.

Bir devletin büyüklüğü vatandaşlarına verdiği önem ile ölçülür. Eğer bu vatandaşlar devlet  yani kamu için çalışıyorsa bu önem bir nebze daha artar. Hatta bu hizmet canı ve kanı ile veriliyorsa daha da büyük önem arz eder. Etmelidir. İmtiyaz ya da ayrıcalık tanımlamaktan bahsetmiyorum. Bu kişilere gereken önemin hem devlet yetkilileri hem de diğer vatandaşlar tarafından gösterilmesinden bahsediyorum.

Geçtiğimiz hafta güneydoğuya kısa bir ziyarette bulunduk. Giderken de “milli” havayolumuz olan THY’nin bir başka markası olan Anadolu Jet’i tercih ettik. Uçağa bindikten sonra kabin amiri “bazı evraklar ile ilgili eksiklik olduğu ve birkaç dakika içinde tamamlanmasını beklediklerini” belirten bir anons yaptı. Yarım saatin sonunda yanımıza gelen yetkiliye sorunun ne olduğunu daha açıklayıcı bir şekilde belirtmesini ve gecikmenin daha ne kadar süreceğini sordum. Yine aynı cevabı aldıktan sonra uçaktan bir hareketlilik yaşanmaya başlandı.

Benim oturdum taraftaki kargo bölümünden aşağı önce siyah çantalar, sonra tahta sandıklar ve en sonunda olayın ne olduğunu anlamamı sağlayan özel kılıflarında askeri üniformalar indirilmeye başlandı. Yer hizmetlerinin kargo aracına yüklendi ve en az 35 derece sıcağın altında bekletilmeye başlandı. Hareketliliğin nedeni de işte o zaman ortaya çıktı. Sürekli uçağın açık kapısına gidip gelen ve birileriyle bir şeyler konuşan yolcular, o anda uçakta olan “bordo bereli” askerlerin komutanlarıydı ve sorun pilotun İzmir’den aynı evraklar ile İstanbul’a gelen “bordo berelileri” ve yanlarındaki kendilerine ait mühimmatı uçağında istememesi idi.

Ben bunca detayı nereden mi biliyorum? Gösterdiğim tepki üzerine arka koltuğumda oturan ve aynı tim ya da ekipten olan askerler açıkladı. Onlar da benim tepkilerim dolayısıyla bunu yaptılar. Sonuç olarak büyük devletimiz sorunu çözdü! Geçen 2 saatin sonunda 25 “bordo bereli” ve tüm teçhizatları uçaktan indirildi! Hem de uçaktaki tüm yolcuların gözü önünde. Bir teki dahi tepki vermedi. Bir tek benim hakaret ve “hayır” dualarımı duyan biri bunu onlara verdiğim bir tepki sandığında geri dönüp arkasına baktı. O da tepkinin onlara değil kabindeki pilot ve onları bu duruma düşüren tüm yetkililere olduğunu anlayınca sessiz sakin uçaktan indi. Tek biri efendiliğini bozmadı.

O askerler muhtemelen bir şekilde yine görev yerlerine ulaşacaklar ve içlerinde onları görev yerlerine götürmeyen o pilotun da olduğu diğer vatandaşları korumak adına canlarını tehlikeye atacaklar.

Büyük devlet;
1. Canı ve kanı pahasına bu ülkeye hizmet eden askerlerini böyle bir duruma düşürmezdi. (Hizmet edenin asker olması da gerekmez. O bölgedeki öğretmen ya da doktorun, mühendisin bir farkı yok.)
2. O uçakta oluşan ya da oluşabilecek istihbarı zafiyet ne olursa olsun önlerdi. (Muhtemelen güvenlik nedeniyle uçağın dört yanına yayılarak oturmuş askerlerin hepsi uçaktan tek sıra halinde afişe edilerek indirildi. Gerekirse uçak komple boşaltılıp ondan sonra bu tartışmalar yapılabilir ve o şekilde çözüm yolu aranabilirdi.)
3. Eğer gerçekten askerlerin evrakları eksikse İzmir’den de uçağa bindirmezdi.
4. Yok eğer pilotun kaprisinden dolayı o 25 asker uçaktan o şekilde indiyse (Sivil havacılık kurallarına göre pilotun uçağı kaldırmama yetkisi var) devlet o pilotu o kabinden alır, Türkiye hava sahasında bir daha kağıt uçak bile uçurmasını izin vermezdi.
5. O askerlere ama sivil ama askeri bir uçak tahsis eder ve daha en başından bu hataların önüne geçerdi. Böylece aktarmalar ile vakit kaybedilmez hem de istihbarat zafiyeti oluşmazdı.

Ama bunlar “büyük devlet” olsaydık olurdu. Bizim daha kırk fırın ekmek yememiz lazım!

Diğer bir bakış açısından “büyük devlet” yüzlerce vatandaşını buna şahit etmez. Ne askerini orada mahcup eder ne de diğer sivil vatandaşlarını mağdur ederdi.

Not: Sivil havacılıkta mühimmat taşınabilir. Hatta ülkeler arasında dahi bu yapılabilir. En önemli kural önceden haber verilmesi ve yolcuların ulaşamayacağı bir yerde taşınıyor olması... (Sayfa 14 - http://web.shgm.gov.tr/doc5/shtopsrev1.pdf)

Not: Bu uçuşu ve fotoğraflarını ilgili mercilerede iletecek ve gerekenin yapılmasını sağlamaya çalışacağım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç