Ana içeriğe atla

Normalleştirmek - Normalisation

Dostum,

Sosyolojik olarak öncesinde toplum tarafından uygun görülmeyen ya da onaylanmayan bir davranışın zaman içerisinde yadsınarak “normal” kabul edilmesine ve geniş kitlelerce onaylanmasına kısaca normalleşmek (normalisation) deniyor.

Dün akşam televizyonda Açlık Oyunları serisinin birinci filmi vardı. Film dünyayı kontrol eden merkezi bir güç ve onun refahı ve ihtiyaçları için çalışan, korku ve şiddet ile bastırılmış on iki mıntıkanın hikayesini anlatılıyordu. Her bir mıntıka her sene düzenlenen ve “Açlık Oyunları” olarak anılan oyunlara “Haraç” denilen “çocukları” birbirlerini öldürmeleri için gönderiyor. İşin daha acı tarafı; başkentte, eğlence için düzenlenen ve canlı yayınlanan bu programın mıntıkalarda da yayınlanıyor olasıydı. Yani insanlar çocukları öldürülürken/katledilirken canlı canlı izliyorlardı.

Dostum, işte normalleştirme denilen şey burada devreye giriyor. İnsanlar bazı ülkelerin refahı için ölesiye çalışıyorlar. Kadınların parmaklarında, bileklerinde, boyunlarında ve kulaklarında taşıdıkları siyanür ile çıkartılırken hem çalışanların hem de yöre halkının canına okuyan altınlara çakılı olan kanlı elmaslarını sergiliyorlar. Afrika’da bir çocuk madende çalışmayı reddettiği için kolundan oluyor!

Amerika’daki arabaların motor büyüklükleri bizdekilerin birkaç katı ve o araçların “beslenmesi” gerekiyor. Bu nedenle Irak gibi bir coğrafyada sayıları milyonlarla ifade edilen insanlar ölüyor. Çok sonra yeni bir terör şebekesi ülkeyi kasıp kavuruyor. Ancak petrol kuyularına yani Amerika ve Avrupalıların araçlarının besinlerine dokununcaya kadar katliamlarına göz yumuluyor!

“Afganistan tüm dünyaya terör ihraç ediyordu” diye anlatacaklar sana. Sakın inanma! Onların esas ihraç maddesi uyuşturucudur. Sözde ithal ettiklerini söyledikleri terörü kesen işgal güçleri oradan çıkan uyuşturucu hammaddeleri konusunda hiçbir şey yapmamıştır.

Dostum, Gazze diye bir yer var bu günlerde. İleride belki orayı da Açlık Oyunları’ndaki 13. Mıntıka gibi anlatacaklar. İsyan ettiğini ve yok edildiğini söyleyecekler! Gazze denilen yerin yıllarca yüksek duvarlarla çevrili bir açık hava hapishanesi olduğundan ve insanların günlük ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz olduğundan hiç bahsetmeyecekler. Bölgedeki bazı kamplarda insanların “açlıktan” öldüklerinden de kimse bahsetmeyecek. Varsa yoksa Almanya’nın dünya savaşında Naziler eliyle yahudilere yaptıkları zulümleri dinleyeceksin! İsrail’in 2014 yılında hemen hepsi sivil ve yarısından fazlası kadın ve çocuk olan Filistinlileri öldürdüğünden kimse bahsetmeyecek!

Doğu Türkistan diye bir yer var. Çin’in toprakları içerisinde ve sözde özerk bir bölge. Oradan ne görüntü ne de rakamlar yansımıyor haber kanallarına... Sadece her gün olaylar olduğunun ve sistematik bir şekilde azaltılan Türkmen nüfusunun farkındayız!

Dünyanın dört bir yanında insanlar ölüyor. Katlediliyor! Yanı başımızda gün geçmiyor ki ülkede, şehirde yüzlerce ölüm olduğu haberleri gelmesin. Filmler bizleri şaşırttığı ve içine çektiği oranda başarılı olurlar. Oysa biz her gün bu görüntülerle yaşıyoruz. Çocuklarımız ve kadınlarımız canlı yayında öldürülüyor! Bizler de izliyoruz! Sosyoloji de kahrolası bu olaya NORMALLEŞME diyor!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç