Ana içeriğe atla

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor.

Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bir sürü insan vardır!

Benim “hizmet” tanışıklığım 20 sene öncesine kadar gider. Yani öyle dünkü çocuk muamelesi yapılamayacak kadar bilgi sahibiyim. Daha önemlisi dün, bugün ve yarın kıyaslaması yapabilecek kadar uzun zaman geçirdim ve insan tanıdım. Canını dişine takanı da sırf ekonomik çıkarları dolayısıyla içlerinde olanını da gördüm, tanıdım. Ama arada sırada kör gözlere, sağır kulaklara ihtiyaç duyulduğunda çatışmalarımız kaçınılmaz oldu. Maalesef gözlerim hiç kör, kulaklarım hiç sağır ol(a)madı. Arada sırada ağır işitsem de o kadar yüksek sesle konuşuluyordu ki duymamazlıktan gelemedim. Hareketler o kadar çirkindi ki bazen gören gözlere bile gerek kalmadı! Egoları “seçilmişlik” sanrısıyla şişirilen ve nispeten etraflarındaki birçok kişiden gerçekten de daha başarılı ve “zeki” olan, geçmişin parlak gençleri şaşırdı. Benliği yok etmesi gereken kaldırım taşları birer büyük abideye dönüşerek putlaştı.

Sonra iki binli yılların başında ortaya bir parti çıktı: Ak Parti. İçindeki isimlerin tamamına yakını tanıdık simalardı. Öyle aman aman yeni bir söylem ile de gelmemiştiler. İçlerinde dürüstlüklerinden şüphe ettiklerim dahi vardı! Hatta vitrininde dahi... Ancak bir rüzgarla büyüdüler, çalıştılar ve herkes adına konuşamasam da benim çok şikayetçi olduğum bir zihniyetin devlet içine çöreklenmiş kadrolarını temizlemeye giriştiler. En azından deşifre ettiler. Bu deşifre işlemini de kendini hep dışlanmış hisseden halka çok iyi sundular. Böylelikle serilip, serpildiler...

Yanlış anlaşılmaları baştan engelleyeyim: Ergenekon, balyoz gibi isimler, örgüt yakıştırmaları benim için hiçbir zaman bir önem taşımadı. Bu işin bir zihniyet meselesi olduğunu ve terör örgütü olarak nitelenemeyeceklerini ancak temizlenmesi gerektiğini defalarca söyledim. Bugün gelinen noktada hala aynı şekilde düşünüyorum. Adil yargılanma konusu yüksek yargının takdirinde zaten. Bu soruşturmaların içinde birilerinin ayağına bastı diye haksız yere yargılanan ve içeride tutulanların hesabı da sorulmalıdır. Ancak bu eski, kirli zihinlere yeniden yaşam alanı açılarak yapılamaz/yapılmamalı. Kendi askerini öldüren, ölümüne göz yuman. Ortalık karışsın diye halkını öldüren zihniyetin yeniden hortlamasına kesinlikle izin vermemeliyiz.

Maalesef "parti" de selefleriyle aynı hataya düştü. Güç sarhoşluğu yaşamaya başladı. Bu kirlenme bugün değil 4-5 sene öncesinde başlamıştı. O zamandan beri bunu söyleyegeldim. Hükümet, devlet kurumlarından şikayetçi olduğum o kirli zihniyeti temizlerken, bir başka benden/toplum genelinden olmayan zihniyetin önünü açtı. Tıpkı harf devriminde yaşadığımız gibi bu da bir devrimdi ve bırakın "cahil halkı" yetişmiş aydınlar dahi yeni harflere bir anda alışamadılar. Ama devrime hazır olanlar da vardı! Varmış! Problemli bir zihniyeti dışarı atarken bir başka zihniyetin aynı yöntemlerle devlet kadrolarına yerleşmesine izin verilmiş oldu. Masum ve kadirşinas ve hatta adaletli olduklarını düşünüyorduk. Hoş ben hala içlerinde haktan yana olanların olduğunu düşünmek istiyorum!

Bu iki gurup arasında bir kaç ay öncesine kadar su yüzüne çıkmış hiçbir problem yoktu. Çünkü Ak Parti ve "hizmet" aynı yörüngede gidiyorlardı. Biri diğerinin yelkenini dolduruyordu nefesiyle... Sonra "öküz öldü"! Öküz ne idiyse artık!.. Yollar ayrıldı.

Siyaset güç sarhoşluğuna aşinadır. Hele ki üç dönem oylarınızı arttırarak iktidarda kaldıysanız. Bu sarhoşluk başka hiçbir şeye benzemez. Buna alışığız. Etkilerini de sonuçlarını da geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. Ancak dini temeller üzerinde yükselen bir hareket güç sarhoşluğuna düştüğünde... İşte o zaman söz tükeniyor. İnsanın nutku tutuluyor. Olamaz diye geçiyor içinden. Çünkü güç, günümüz dünyasının yeni ve yegane putudur. Topluma iletilen her mesaj güçlü değilsen adaletli de olmazsın, mazlumu da koruyamazsın şeklindedir. Ancak ahlak kuralları üzerinde yürüyen bir yapı güce tapamaz! Ahlak güç ile aynı terazinin kefelerinde tartılabilecek bir şey değildir. Sonra putları yıktığımızı düşündüğümüz “baltayı” yeni bir “put” olarak kimse önümüze koyamaz. Koyamamalı... Güç paylaşımı için savaşanla aynı yolda yürüyemem. Yürünmemeli... Ne güzel diyor Özdemir Asaf; İnsansız adalet olmaz / Adaletsiz insan olur mu? / Olur, olmaz olur mu! / Ama, olmaz olsun.

Parti siyaset denilen çamur havuzuna gönüllü olarak atladı ve getirilerine de götürülerine de kendisi katlanacak. Bu nedenle "tepemde oturan" bir siyasetçiyi öyle çok da zorlanmadan def edebilirim! "Tepemde oturduğunu" zannetmesi yeter! Öyle ki her dört senede bir seçim var. Bir çalkantıda ne oldu görüyoruz. Zaten "ezeli" rakipler haline gelen taraflardan "cemaat" de Ak Parti lideri R. Tayyip Erdoğan'a fanilik ve geçicilik uyarısı yapıp duruyor. Bir yandan da parmağını sallamayı ihmal etmiyor! Peki ya bir cemaat üyesi aynı çağrıyı –henüz hayattayken- Fettullah Gülen için yapabilir mi? R. Tayyip Erdoğan’a yönelttiği cümlelerin benzerlerini lideri olarak gördüğü kişi için söyleyebilir mi? Örneğin Mavi Marmara için söylediklerini eleştirebilir mi? Geçmişte ayetleri yanlış yorumladığı gibi bir açıklamasını okumuş mudur? Hiç sanmıyorum.

Buradan çıkan sonuç ne mi oluyor? Senelerdir her gördüğüm ve duyduğuma kol kırılır yen içinde kalır düsturu ile baktım. Eleştirmekten hiç geri durmadım ama yıkıcı da olmadım. Hem partiyi hem de cemaati uygulamalarından dolayı eleştirdim. (Bakınız Mavi Marmara konusu ve Gezi olayları...) Ne oldu? Nasıl oldu da Yezid oluverdik? Siyaset zaten sakınılacak bir konu ve parti bugün var, yarın yok! Ancak "İnsanlarının güveni kaybetmektense, para kaybetmeyi göze alırım." diyemeyen bir yapı gözümde çok büyük bir güven kırılmasına neden oldu. Türkçe olimpiyatları, her ne kadar samimiyetine inanmasam da TUSKON gibi örgütlerle ihtiyaç sahibi ülkelerle onları sömürmeden gerçekleştirilen ticari faaliyetler, Kimse Yok Mu gibi yardım kuruluşları gerçekten olumlu şeylerdi. Ancak bunları da bugün yaptıklarıyla yerle bir ettiler. Geri dönülemez bir çıkmaz sokağa soktular bizi/Türkiye'yi. Cüsse o kadar büyük ki ne ileri ne de geri hareketi söz konusu değil! Sıkıştık kaldık!

Bunları neden mi yazıyorum? İçimde bir burukluk, kırılmışlık hissi hakim de ondan. Aldatılmış gibi değil ama tarihteki diğer örneklerinde de olduğu gibi ihanete uğramış, terk edilmiş hissediyorum. Sırf kendi adıma mı? Mazlumları sırtlayacağını düşündüğüm bu millet adına... İçinde tüm unsurlarıyla, birini diğerinden ayırmadan... Bu kadar birbirimize düşmemizi/düşürülebilmemizi gerçekten anlayamıyorum! Birbirimize taş atmayı bırakıp, o taşları ihtiyaç sahiplerine yuvaya dönüştürsek fena mı olurdu?

Ne diyordu Said Nursi? “Allahümme ecirna min şerri siyaset...” yani "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru..."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç