Ana içeriğe atla

Kirli Gündem

Yolda yürürken dahi başımı kitabımdan kaldırmak istemiyorum artık. Bu nedenle yerlere döşenmiş sarı "kör" kılavuzlarını kullanabilmek adına izin isteyeceğim yetkili merciyi arıyorum!

Elimdeki bastonla olmasa da kitapların kılavuzluğunda dolaşmak istiyorum dış dünyada... Kapalı gözlerle okuyabileceğimi bilsem bazen hiç açmayayım gözlerimi diyen düşüncelere kapılıyorum.

Haber sunucuları, siyaset ya da spor yorumcuları, hatta siyasetçi ve sporcular konuştukları yerlerde ellerinde kitaplarla çıksalar kürsüye ne güzel olur. Mesela bir teknik direktör hakemin kötü yönettiğini, rakibin kırıcı ve sert oynadığını düşündüğü bir maçtan sonra çıksa basın toplantısında Don Kişot okusa! Gurup toplantısında çıkıp konuşacak bir genel başkanın elinde Mesnevi ya da Yunus Külliyatı olsa çok şey kaybeder miyiz gerçekten?

Tamam kitap okutma fikri biraz uçuk gelmiş olabilir. Şiir okutalım o zaman. Yok o da mı olmaz? Şarkı, türkü söyletelim! Altından geçilmediği sürece söğüt dalına yuva yapmış bir mandadan kime zarar gelir ki! Gönülden gönüle kurulmuş köprülerden bahseden bir türkü kimi yaralayabilir? Kim zarar görür bir meclis konuşmacısı kürsüde Mohsen Namjoo'nun sevdiğinin rüzgarda dalgalanan saçlarına özlemini dile getirdiği şarkısını mırıldansa? Kim? Maç sonrasındaki basın toplantısına; rakip takım oyuncusuna "Yorulursan yaslan bana" diyen bir oyuncuyu çıkartsak birçok yanlış bilinen doğrumuz sarsılmaz mı? Jokeyler at binmek yerine oturup sohbet etseler atlarıyla... Ne kaybederdik?

Ses sanatçıları mesela biraz sussa konserlerde, evrenin müziğini dinlesek hep beraber! Yıkılmaz mı algılarımız? Davulcu çıksa daha fazla vurmayacağım bu gergin aletlere dese, gitarist çekiştirmeyeceğim bu telleri diyerek kenara bıraksa gitarını... Güzellik yarışmasındaki kız "Artık balinalar ölmesin!" dediğinde hep beraber üzülsek! Bu kadar kirlenir miydik sahi? Koşmasak kapıları kapanan metroya!.. Şöyle kalabalığın ortasında durup öne eğsek başımızı bir süreliğine... Sürekli yapageldiklerimizi terk etsek bir süreliğine. Sırf aradaki farkı görme için olduğumuz kişi gibi davranmazsak bir süre dünya da dönmeyi mi durdurur?

Ne bileyim? Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil! Kitap dediğin başımı gömdüğüm kum. Şarkılar dediğin kulaklarımdaki pamuk. Dedikoduyu "ölü arkadaşının etini yemek" olarak niteleyen bir kitabın ümmeti canlı canlı birbirini yiyor! Bana, bize susmak düşüyor! Kusura bakmayın ama bu elbise üzerimize hiç yakışmıyor...

Neydi? Nasıldı?

Sahi o sarı kılavuz taşlarını kullanmak için kimden izin alıyorduk?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç