Ana içeriğe atla

Yakınlara Yollar - Yeniden...

Yıl 1998, yani yakınlara yollara kendi aracımla ilk kez bundan 15 sene evvel düşmüşüm. Bazı seneler birkaç kez gidip gelmişim. Rota standart aslında; bir ucu İstanbul bir ucu Rize olan yolculuklarımın. Ama hep aklımın bir köşesinde bir seyyah gibi, geçtiğim illerde konaklayarak hedefe varmak olan bir hayal vardı. Vardı diyorum çünkü bu sene bir kısmını gerçekleştirdim.

Bir çoğu ilk üniversite yıllarımda ve devamında olan şehir gezilerimde 42 ilde konaklamış ve kısa geziler yapmıştım. Ancak bunların çoğu iç anadolu, ege ve akdeniz illeriydi. Kütahya'da okumanın getirisiyle bir çoğu onun çevresindeydi. İzmir başta olmak üzere Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Isparta gibi illerle başlamıştım şehir gezilerine. Gerçi ilk zamanlar bir şehre gidip orada gerekirse tiren garında sabahlayıp, şehrin meydanlarında gezmeyi işten sayıyordum. Ne de olsa öğrenciydik ve tiren yolculukları bile bu geziler için yeterliydi. O gezilerin en sıkıcıları Ankara'ya yapılanlardı. Ancak orada da bir dost vardı ve gidilmezse olmazdı.

Son bir kaç senedir Konya başta olmak üzere; Edirne, Çanakkale ve nihayetinde sürekli geçtiğim ama bir kez olsun durup adam gibi gezmeyi beceremediğim Karadeniz illerine gitme planları yapıp yapıp erteliyordum. En sonunda bu sene bir imkan doğdu. Önceki planın Edirne, Çanakkale yapıp tura oradan devam etmekti. Ancak Edirne ve Çanakkale'yi gezi güzergahından çıkartmak zorunda kaldım. Bir başka bahara...

Güzel bir İstanbul sabahında Eskihisar üzerinden Yalova'ya geçtik önce. Oradan Bursa - Gemlik'teki bir dosta, İsmail'e, kahvaltıda konuk olduk. Oradan ver elini Karabük - Safranbolu. Geceleri Safranbolu soluk alınamayacak kadar kirli bir havaya sahipmiş onu öğrendik. Dağların arasında kalan şehir merkezi yakılan sobaların dumanı altında adeta eziliyor. Safranlı - tarçınlı sabun bu kiri gidermek için en güzel bileşim olabilir. (Ek - 26 Eylül: Türkiye'nin 4. büyük mağarası olan Bulak Mencilis Mağarasını fotoğraflarıyla beraber atlamışım, oralara giderseniz görmeden dönmeyin.)


Bir daha fırsat olmaz diyerek Kastamonu - Taşköprü üzerinden Türkiye'nin en kuzey ucuna, Sinop - Karaburun'a, geçmeye karar verdik. Bir on beş dakika daha erken gidebilseydik güneşim batışını ülkenin en kuzeyinden izlemek güzel olacaktı. Yetişemedik! Yinede güzel bir gecede, otelin yetersizliklerine rağmen, Sinop manzarasına karşı balkonda sallama olmasına aldırış etmeden içilen çaylar güzeldi. Bir de cevizli - yoğurtlu Sinop mantısı... Ertesi gün Sinop Cezaevini görünce Sabahattin Ali başta olmak üzere orada görüşleri nedeniyle mahpusluk çeken herkes adına üzüldüm. Utanç duydum. Hele o çocuk bölümü...


Ertesi gün Samsun'a geçtik. Bafra pidesi Bafra'da İstanbul'da yapıldığı kadar iyi yapılmıyormuş, yol üzerinde onu öğrendik! Samsun? Samsun artık bir büyük şehir! Eskiden içinden geçtiğim şehrin yerinde bambaşka bir şey var! Sahil şeridi inanılmaz güzelleşmiş. Belediye başkanı çok güzel işler çıkartmış. Amazon temalı ada park ve parkın içinden geçen yapay kanal oldukça güzel olmuş. Karadeniz'in üzerinde kara bulutlar varken gün doğuşunu sahilde karşılamak ayrı bir güzeldi. Sahilin tenhalığı ve temizliği ise oldukça ilginç. İstanbul'da olsa... Ayrıca Samsun'a uğrayıp da Bandırma Vapurunu gezmeden olmazdı. Mustafa Kemal'i İstanbul'dan Samsun'a götüren "gemi"nin nasıl bir şey olduğunu birebir kopyasını görünce daha iyi anlıyorsunuz. Onca haksız eleştiriye saydırıp duruyorsunuz gerçeği görünce...

Ordu bir ilginç şehir. Hem Karadenizli hem değil! Boztepe'ye çıkan teleferik ilk açıldığı günden beri aklımdaydı. Ancak her sene bir bahane bulmuştum. Bu seneye nasipmiş o da... Gerçi teleferikte cüzdanı bırakıp sonra baya bir telaş oldum ama duyarlı bir vatandaş güvenliğe teslim etmiş sağ olsun...

Trabzon - Akçaabat'dan geçerken Cemil Usta'da köfte yemeden olmaz. Bunu neredeyse her sene yapıyorum artık. Servis kalitesi gün geçtikçe düşse de tadı yerinde... Bu sene bir de Sümela'ya çıkıldı. Manastır eski manastır. Artık daha kısa bir yoldan varılıyor hepsi bu. Ama o manzara, o doğa harikası yer!..


Son durak her zaman ki gibi Rize. Rize'nin alışıldık yerleri; Kale, Dağ Maran, balıkçılar, köyler, yaylalar. Eş, dost, akrabalar...

Bir de bu senenin sürprizi... Rize'deki herkes hayatının şokunu yaşadı sanırım. Güzel günler, vakitlerdi. Gezilip görülenler, yenilen yemekler bahane... Tüm bunları yalnız yapmamaksa şahaneydi!

Tilki mi? Yine kürkçü dükkanında...

Yorumlar

  1. Harika!...

    Anlatımda, fotoğraflar da, gezmiş olman da ..Darısı başımız inşaallah..

    YanıtlaSil
  2. Çocukluğumdan beri benim de hayalim İstanbul'dan köye kadar giden yolu tatile dönüştürmekti. Beğendiğim yerlerde konaklamak, dilediğim yerlerde dinlenmek, istediğimde sahilde oturup rüzgarın sesini dinlemek falan. Ama benimki hala bir hayal. Sizinkinin gerçekleşmiş olmasına sevindim. Darısı başıma.

    YanıtlaSil
  3. Rize'de yaklaşık 2 ay kalmıştım. Bir daha gitmek nasip olmadı. Ama oradaki yeşili hiç bir yerde görmedim ben..Hani neredeyse toprak görünmüyordu hiç.. Fotoğraflar muhteşem..

    YanıtlaSil
  4. İnşallah herkes bu tarz yolculukları memleketin her yönü ve yerine doğru yapar. Ne de olsa gitmediğimiz/gidemediğimiz köyler bizim değil!

    (Ek - 26 Eylül: Türkiye'nin 4. büyük mağarası olan Bulak Mencilis Mağarasını fotoğraflarıyla beraber atlamışım, oralara giderseniz görmeden dönmeyin.)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç