Ana içeriğe atla

Nasıl iktidar olunur ya da iktidarda kalınır?

Birinci sorunun, nasıl iktidar olunur, en hızlı ve basit cevabı nasıl muhalefet olduğunuzdur! Geçen hafta iktidar bir yanlışa imza attı; Taksim'deki Gezi Parkını "yerle bir edip" oradaki ağaçları sökerek yerine eski bir binayı, Topçu Kışlası'nı, yeniden ihya etmeye kalktı. Sonrasında çıkan olaylarda polisin orantısız müdahalesi daha başka olumsuz hareketleri doğurdu ve gözlerini dikmiş bekleşen fırsatçılara bir kapı aralanmış oldu. Yetkililer çok geç bir açıklamayla geri adım attılar, ama olanlar çoktan olmuştu! Sonra Başbakan bir kez daha tüy dikti!

Bize ne katacağı, halka ne faydası olacağını bir türlü anlamadığım Taksim Topçu Kışlasını yeniden imar edeceklerdi de ne olacaktı? Üstelik bunun yine üst gelir gurubunun kullanacağı bir "rezildans" ve AVM olarak kullanılabileceği yönünde beyanatlar bizzat Başbakanın ağzından duyuldu. Hatada ısrar eden, geri adımı bir türlü içine sindiremeyen Başbakan, söylemlerini yumuşatsa da açıklamaları hala tehditkardı: "AVM ve 'rezildans' olmasa da kışlayı yapacağız!" Olayların en başında küçük bir direniş sergileyen ve parkı "kaybetmek" istemeyen -ben de onlardan görüyorum kendimi- bir gurup parkta oturma eylemi yapmaya başladı. Biz masum bir isteğimiz için çıktık yola! Hatta bazıları çadırlar kurarak geceleri orada kalmaya başladılar ve çok geçmeden ne kadar isabetli bir karar verdikleri ortaya çıktı. Gecenin bir yarısı belediye "taşeronları" kepçe ve dozerlerle parka resmen saldırdı. Bunun üzerine de parkı savunanların sesleri biraz daha kuvvetli çıkmaya başladı. Sonrası malum; gazlı, sulu orantısız polis müdahalesi!..

Başbakan ipin ucunu kaçırdı ve "yine" ne olursa olsun biz kararımızı verdik gibi üst perdeden açıklamalar yapmaya devam etti. İşte bu noktadan sonra karşısında, küçük bir gurup değil; solcu, sağcı, komünist, ülkücü (Devlet Bahçeli hiçbir şekilde olayların içinde olmadıklarını açıkladı.), ulusalcı ve hatta benim gibi "hükumet yandaşlarını" da içeren devasa ve ürkütücü bir gurup buldu. Biz cuma namazını orada kılarak yanlışa karşı olduğumuzu göstermek istedik. Ancak engellendik! (Ben gelen haberlerden sonra ofisten bile çıkamadım.) Saatler ilerledikçe kalabalık ve istenmeyen olaylar arttı. En sonunda, günler sonra, vali, belediye başkanı ve emniyet müdürü ortak bir açıklama ile kıvırtmaya çalışan bir özür dilediler ve yalan dahi olsa Topçu Kışlası'nı yeniden ihya etmelerinin önünü tıkayan açıklamalar yaptılar. Çok geçmeden bölge idare mahkemesi kararı geldi. Mahkeme belediyenin proje hakkındaki yürütmesini durdurmuştu (Belediye meclisinden kararın oy birliği ile geçtiği, bu açıdan orada olan muhalefete ne kadar inanılabileceğini ve mahkemenin kararı açıklama zamanlaması ayrıca değerlendirilmeli!) Mücadele kazanılmıştı! Masum direnişimiz geçici veya değil olumlu sonuçlanmıştı. Gezi Parkı "kalesi" polis tarafından istila edildiyse de düşmemişti!

Evet, ilk mücadele kazanılmıştı. Biz diyeceğimizi demiş, yapacağımızı yapmıştık. Basiretli bir iktidarın kendi ayağına sıkmaktan başka bir işe yaramayacağını görmesi gereken; "despot" ve hatta polis eliyle yaptığı "faşist" müdahaleler ise muhalefet etmek isteyenlerin yanına kar kalmıştı. (Sosyolojinin çok doğru bir çıkarımla, toplulukların aptal olduğu ve marjinal gurup veya kişiler tarafından rahatlıkla yönlendirilebileceği ve kullanılacağı öngörülmeliydi.) Muhalefet bunu çok iyi kullanabilir ve iktidara bir adım daha yaklaşabilirdi. Nasıl iktidar basireti bağlanmış bir şekilde olayların gidişatını okuyamadıysa, muhalefet de her zamanki gibi yağ bulmuş mağribi anlayışına sarıldı. "Kale" düşmemişti, ama istila altındaydı ve acilen düşmandan yani polisten arındırılması gerekiyordu! Böylece hükumeti haksızken haklı,  bizi ise yaptığımıza yapacağımıza pişman olacağımız bir eylem ile haklıyken haksız duruma düşürmüş oldular! Halkı sokaklardan çekeceklerine "kale"yi geri almak için savaşmaya çağırdılar!

Muhalefet ve hükumet "düşmanları" haklı bir davayı eylemlerin ucunu kaçırarak haksız hale soktu. Bir tek Sayın Bahçeli, bu tarz olaylarda her zaman olduğu gibi, bir muhalefet lideri olmasının gereğince arada sağa sola laflar "sokarak"da olsa, itidal çağrısı yaptı. Ya diğerleri? Sokak olaylarının önüne geçip "Tamam, haklı davamızda istediğimiz sonuç alınmıştır!" diyemediler. "Aptal kalabalıklar"* da, tüm iyi niyete ve engelleme çabalarına rağmen provokatörlerin arasında kaybolup gitti. Sosyal medyadan yayılan aman haksız duruma düşmeyelim mesajlarını sadece biz yazdık, biz okuduk! Amacı yakıp yıkmak olanların ne mesaj okumaya ne de yazmaya zamanı vardı! (Halkı iki taraflı galeyana getirmeye çalışan mesajları saymıyorum.) Bu uçlar, onlarca polis aracını ve noktasını yaktı, sağa sola taş ve sopalarla saldırdı, dükkanlara, yoldan geçenlere zarar verdi. İş düşmanlık seviyesine vardı ve Beşiktaş'taki başbakanlık ofisi ve diğer illerdeki bazı Ak Parti binaları saldırıya uğradı. Hatta bu yazıyı yayınladığım anda zarar vermeye devam ediyorlardı. Böyle olunca da olaylar doğa savunuculuğundan iktidar ve hatta "din" düşmanlığına vardırıldı. Yine bilindik sloganlar havalarda uçuşmaya başladı; "Biz Atatürk askerleriyiz!", "Hükumet devrilene kadar devam!", "Atatürk'te birleştik, AKP'yi yıkacağız!" falan filan. Hatta bazıları "faşist iktidara" askeri marşlarla meydan okudu! İdeolojiler yine haklı davanın önüne geçti! Hükumetin bir yanlış girişimi, başbakanın tavrına olan tepki, hükumeti devirme girişimine dönüştü!

Demokrasilerde halkın hakkını istediği gibi arayabilmesi gerektiğini söyleyen muhalefet, iktidar olmak için sandık başına gidilmesi gerektiğini yine unuttu. (Gösteri ve yürüyüş hakkı anayasamızla verilmekte ve korunmaktadır: Madde 34. - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve  özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.) Herkes ilgili maddenin ikinci ve üçüncü kısmını es geçti! İşin başında haklıyken haksız duruma düştük ve bu maddenin ikinci kısmına kendi ellerimizle davetiye çıkarttık.

Muhalefet, bugün hükumet istifa etse ya da erken seçime gitse ne olacağını yine göremedi. Şimdi hükumet çıkıp; "Bakın görün biz geri adım attık. Bir yanlışımızı düzelttik. Sorumlular hakkında inceleme başlattık. Açıklamalar yaptık. Hatta istedikleri gibi meydanları boşalttık! Ama muhalefet yine ne yaptı? Vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar!" diyecek. İşin kötü tarafı ortaya çıkan görüntülerden sonra yine haklı gözükecekler. Çünkü ne başlama ne de bitirmenin zamanını ve şeklini bilmiyoruz! .okunu çıkarıyoruz! Sonra da bu ülkede niye protesto yapılmıyor diyoruz! Nasıl yapılsın ki... Hepsinin sonucu dönüp dolaşıp aynı oluyor. Şimdi ben bir daha bu tarz bir eylemin içinde olur muyum?

Sahi siz, muhalefet, ne yaptınız? Yanınıza çekmeniz gereken beni bir adım uzağınızda iken göremeyeceğiniz mesafelere attınız. Yapıcı bir eylemi yine şirazesinden çıkartarak, durulacak yeri bilmeyerek haklı davamızda bizi yine haksız duruma düşürdünüz! Oldu mu istediğiniz? Bir şey elde edebildiniz mi? Türk baharı mı? İşte o başka bahara...

Evet, 31 Mayıs 2013 tarihi Türkiye için çok önemli bir gündür. İktidara her iş istediğiniz gibi at oynatabileceğiniz babanız çiftliği değil mesajı vermiştir. Bazen halk inisiyatifi ele alabiliyor diye göstermiştir. Hatta büyük ihtimalle hükumeti korkutmuştur. (Sayın Erdoğan'ı biraz kızdırmıştır hatta!) Bu orantısız güç kullanmalarını da açıklar (Haklı çıkartmaz!) Ama belki de Ak Parti iktidarını yıkan bir kaç ağaç olacakken yine "bir" şans daha kaçmıştır! Bugün öyle hatırlanacaktı. Olmadı! Muhalefet ve ideolojik yaklaşımlar bunu da "piç" etmeyi başardı.

Başta sorduğum soruyu hatırlatayım. Nasıl iktidar olunur?

El cevap: Adam gibi muhalefet ederek!

Şu dakikadan sonra insanlara hala sokağa çıkın diyen adamla/kadınla konuşulacak bir şey kalmamıştır. Ha özür beklediğiniz Başbakan ha siz! Köprüde karşılaşan iki keçiden zerre farkınız yok! Dilerim topluca yardan düşersiniz.

Başlıktaki ikinci soruya gelince: Nasıl iktidarda kalınır?

Tüm hatalarınıza rağmen canım ülkemdeki gibi bir muhalefete sahip olarak!

Şunları bir de bu zaviyeden bakarak okumak isteyebilirsin:



*Aptal Kalabalık: Toplulukların zekası olmadığı anlamındadır ve bireylerin tek tek ne kadar zeki olduklarıyla ilgili bir konu değildir.

Not: Desteklediğim eylemin ilk hedefi Gezi parkındaki üç-beş ağaç gibi gözükse de biraz iktidarı sarsmak ve kendine getirmek amacı taşıdığını da itiraf ediyorum. Ama muhalefet etmekle düşman olmak arasındaki o kalın çizginin de farkındayım. Velhasıl muhalefet ettiğim için ne üzgün ne de pişmanım. Ancak müsebbibi olmadığımı düşünsem dahi benim istediklerim ve amaçlarım dışında gelişen tüm olaylar dolayısıyla başlangıçta desteklediğim eylemin çevreye verdiği tüm rahatsızlıktan dolayı kendi adıma tüm mağdurlar ve ülkemden ÖZÜR DİLERİM.

Not: Valilik, belediye, polis ve hükumetin ne tavrını ne de uygulamalarını tasvip etmiyorum. Ancak onları herkesten dinleyeceksiniz zaten. Umarım onlar da gereken dersi alır.

Not: Düşmanca eylemlerde başı çeken sanatçı bozmalarının görüntü ve söylemlerine bakmayın. Nerelerde ve nasıl yaşadıklarına bakın! Örneğin oturdukları tek bir villa gezi parkındaki kadar ağaca mal olmuş olanlar var aralarında. Bu nedenle onları hiç kale almayın. Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!

Yorumlar

  1. Üzerine ne yorum yapılabilir bilmiyorum.Sadece ''Doğruya doğru'' diyesim geldi.Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Keşke herkes gerçekleri bu kadar 'net' görebilse

    YanıtlaSil
  3. İnanılsın inanılmasın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın diğer %50'yi evlerinde zor tutuyoruz söylemi beni kızdırmıştı. Sanki biz paralı askermişiz gibi...

    Ama günlerdir devam eden olaylara rağmen, yapılanların hem şehirlere ve sakinlerine hem de ülkeye büyük zarar verdiğini herkesin görmesine rağmen; "sanatçı" görünümlü kişilerin ve "sözde" toplum önderlerinin hala sokağa, yürüyüşe, direnişe çağrılar yapması karşısında benim de sokağa çıkıp, başlarda yanında olduğum kalabalığın karşısına dikilip, Üstad Necip Fazıl'ın Destan'ında haykırdığı gibi "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!" diye haykırasım var!

    Şu "dış mihrakların" iç çatışma kapıda tahrikleri olmasa belkide çoktan sokaklarda bulmuştum kendimi kalabalıklar karşısında...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç