Ana içeriğe atla

Hayatımın Kitabı - (Yalan Bir)

Hafta sonu Kadıköy'de bir kitapçıya girdim. Rafların, ortaya dizilmiş kitapların arasında ne aradığını çok iyi bilen biri edasıyla dolaşmaya başladım! Bazı kitapları alıp inceledim. Hafiftiler! Kapak tasarımları ya da başlıkları değildi ilgilendiğim. Bazılarının yazıları çok büyüktü, seyrektiler! Yazarları ya da konusuyla da pek ilgilenmiyordum ama yine de yazarlar konusunda bir ön hazırlığım olmadığı söylenemezdi. Bazı yazarların çok "mantıklı" bazılarının çok "içten" yazdığını biliyordum. Bazı yazarlar içinden geldiği gibiydi! Dersime çalışmıştım! Ama bu da değildi aradığımı bulmama yardımcı olacak şey. Aklımdaki bir şeyi arıyordum! Aradığım kitap biraz ağır ve dolu olsun istiyordum.
Yanıma yaklaşan ve yardımcı olmaya çalışan, muhtemelen kendisinin de okumadığı ama çok rağbet gören bazı kitaplara doğru yönlendirmeye çalışan tezgahtarları zekice sayılamayacak şekilde savuşturuyordum. Sanırım bu eylemim "kitap çalmaya" gelen biri izlenimi yaratıyordu ki kasadaki ve ortalıkta dolaşan patron tipli kişilerin gözü sürekli benim üzerimdeydi. İçimden "Okumak için kitap çalacak biri neden engellenir ki!" diye geçti desem başka bir yalan olurdu. Şu an farklı bir yalandayım.

En sonunda bilgisayar kayıtlarından yararlanarak bana fikir verebileceğini düşünerek en yakınımdaki kişiden yardım istedim. Kısaca anlattım ne istediğimi; "Şöyle kalınca, hani tuğla gibi derler ya işte öyle ağır, mümkün olduğunca yazıları küçük, içi dolu, bir kitap arıyorum! Dipnotları da bol olsun tabi. Ayrıca yazarı da falanca veya filanca olabilir." Tezgahtar önce anlam veremeyen gözlerle bana baktı. Sanırım içinden "Onca dolaştıktan sonra neden beni seçti ki bu şimdi!" diye geçiyordu. Bir de bilgisayarda benim söylediğim özelliklerle nasıl bir arama yapabileceğini çözümlemeye çalışıyor gibiydi. "Falanca kim, filanca diye bir yazar mı var Allah aşkına..." Gözlerinden daha da önemlisi tuttuğu nefesini bırakışından anladım. Sanırım girişteki kasanın yanında duran tezgahtar kız da aynı sesi duymuş olacak ki dikkatini bize çevirdi. Karşımda duran tezgahtar benim için uzunca onun için ömür gibi geçen süreye rağmen aynı tondaki sessizliğiyle bana bakıyordu. Geveleyecek bir şeyler bile bulamamıştı. Acaba mesai saatleri çok mu uzundu?

Bize bakan ve yüzünü göremesem de bu anlamsız sessizlik ve benim isteğim karşısındaki "içinden çıkılmaz" duruma güldüğüne yemin edebileceğim tezgahtar kız yanımıza doğru seğirtti. Arkadaşını hafiften iterek "Ben ilgileniyorum." ya da "Seni kurtarıyorum, bana borçlusun!" der gibi adını bilmediğim tezgahtarı aradan çıkarttı. Yardım önerisini iletirken yüzüne yayılan tebessüm hala gözlerimin önünde. Bana bile gülüyor olsalar, insanların gülümsemesi hoşuma gider. Sanırım bu benim pek gülümsemeyen biri olmamla yakından ilişkili bir konu. İşte böyle ortamlarda klasik bir davranış sergilerim; hemen yelkenlerim suya iner. Ama maalesef aynı nedenle elim ayağıma dolanır ve far görmüş tavşan gibi kalakalırım.

Tezgahtar kız, biraz önceki konuşmaya kulak kabartan ve hatta içinden - dışından gülen o değilmiş gibi yineledi sorusunu; "Size nasıl yardımcı olabilirim?" Aynı kriterleri ona da söyledim ve bilgisayarda nasıl bir arama yapacağını merak ederek beklemeye başladım. Ancak o bilgisayarın başına geçmek yerine kitapçının ön tarafına doğru yöneldi. Aradığım kitabın yerini biliyordu! En azından ben öyle düşünmüştüm. Ancak elinde tuttuğu kitabı görünce bu durumdan yeni bir eğlence çıkartmaya çalıştığı kanısına kapıldım. "Sanırım" dedim, "kriterlerimi biraz daha daraltmalıyım." Elinde tuttuğu kitabı işaret ederek; "Onu metro gibi bir toplu taşıma aracında okuyabileceğimi pek sanmıyorum." Hazır cevap bir şekilde "Ben okumak için istediğinizi düşünmemiştim!" diyerek bir kez daha yüzüne yayılan gülümsemeyi saklama ihtiyacı bile duymayarak ekledi; "Artık kitap okuyarak kız tavlanamıyor. Zaten başınız kitaba gömülüyken etrafınızda olup bitenleri fark edemediğiniz için aslında olmayan şansınızı daha da azaltmış oluyorsunuz! Kitaplar etrafınıza görülmeyen duvarlar örüyor, farkında değilsiniz!" Bu son cümle bünyeme özellikle ağır gelmişti. Çünkü "Etrafımdaki duvar beni içeriye değil, diğerlerini dışarıya hapsediyor"du ve bu da aynı şeyin farklı kelimeler ile söylenmesinden başka bir şey değildi.

Tezgahtar kız üst perdeden hayat dersleri veriyordu. Yanlış yoldan beni çevirmek istiyordu. Madem öyle diyerek ben de uydum bu oyuna. "Öyle diyorsunuz ama geçen gün gördüğüm şu olaya ne diyeceksiniz bakalım; metroda bir adam gördüm ayakta kitap okurken, oturduğu yerden kalkıp koluna yapışan -evet yapışan- bir kız ısrarla oturarak okuması için onu yerine davet ediyordu. Israrını da 'Ama olur mu siz okuyorsunuz, lütfen buyurun' diyerek sürdürüyordu. Sonra ikisi de inecekleri yere kadar ayakta devam ettiler. Çocuk kitabını okumaya, kız da arada sırada hadi diyen bakışlarına..." diye uzun uzun anlattım. "İşte," dedim "ben de bu yüzden şöyle ağır, tuğla gibi, içi ince yazılarla dolu bir kitap edinmeliyim dedim kendi kendime ve işte karşınızdayım. Üzülerek belirtmek istiyorum ki beni hedefime ulaştıracak kitabı bulmakta bir adım bile ilerleyememiş durumdayız!"

Tezgahtar kız "Tam olarak kendimden biliyorum." dedi. "Böyle bir şey beni kesinlikle etkilemez! Ayrıca ben atlar gibi ayakta uyuyabilen insanlar tanıyorum. Sanırım o adam da kitabını ayakta okuyabilirdi!" O bunları söylerken beraberce raflara bakıyor ve istediğim kriterlere uygun kitabı arıyorduk! Sonra birden "Felsefe" dedi, "sizin aradığınız kitapları o raflarda bulabiliriz. Hem daha kültürlü de gözükürsünüz!" Önce yaptığı yorumu görmezden gelmeye çalışarak onu takip ettim. Ama işin kişisel gelişim kitaplarına doğru gidebileceği korkusuyla cevap verdim. "Felsefe," dedim "kültürlü gösterebileceği kadar ahmakça da gösterebilir insanı. Özellikle MFÖ şarkıları dinlemiş benim yaşımda birinin elinde... Ayrıca felsefe okuyanların eğlenceden anlamadıkları gibi söylentiler de duyuyorum." Kayıtsız kaldı.

Sanki yeni farkına varmış gibi önceki tezgahtara da ona da sırasıyla sunduğum kriterleri sorgulamaya başladı; "Kitabı neden kalın istediğinizi anlayabiliyorum! Ama neden küçük puntolarla basılmış olmasını istediğinizi anlayamadım!" Gelen soru bakışlarını cümledeki eksik göndermeyle birleştirerek cevap vermeye, oyuna devam etmeye, karar verdim; "Yolda kitabı açtığımda insanların ne okuduğumu görmelerinden hoşlanmıyorum!" Cevabı kendince yorumlayarak "Yani," dedi "insanların okur gibi yapacağınız kitabı okumadığınızı anlamalarını istemiyorsunuz." Ses çıkartmadım yine. Aradığım kitabı da bulamadık zaten!

Çıkarken önce bana yardımcı olamayan tezgahtara teşekkür ettim. Sonra içeride epeyce bir vakit geçirdiğim tezgahtar kıza döndüm; "Size de çok teşekkür ederim, bana eşlik ettiğiniz için." dedim ve "Adınız neydi?" diye sordum. "Bu da bir başka taktik mi?" diye karşı bir soruyla cevapsız kalmıştım. "Eğer öyleyse üzgünüm ama bu da eski ve başarısız bir taktik!" Garipti!

Kapıdan çıktığımda hala aklımda aradığım kitabın adının ne olduğunu düşünüyordum. Taşınamayacak kadar kalın ve ağır! Okunması küçücük yazı karakterleri ve dipnotları nedeniyle bir o kadar zor olan kitap! En önemlisi başlangıcını ve sonunu bilemediğim bir kitaptı aradığım! İçini hep senin/benim yaptıklarımız doldururdu ama inatla yazarının başkası olduğundan dem vurulurdu. Bir ara durdum! Geri döndüm ve giriş kapısına bakarken "Acaba geri dönüp bir kez daha açıklamaya çalışsam anlaşılır mıydım?" diye düşündüm. Vazgeçtim ve sonra aklımdaki tuğla gibi, ince yazılı kitaba bir dipnot daha düşerek metroya doğru yürüdüm...

Yorumlar

  1. Ne kadar iyi yazan kişiler var blog dünyasında hayran olmamak el de değil...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç