Ana içeriğe atla

Şiddet

Bildiğin gibi son dört senedir sosyolojiye ilgi duyuyorum. Bu nedenle bir çok araştırma, makale ve kitap okuyorum. Belki de popüler bir konu olduğu için en çok karşıma çıkan ve ilgimi çeken konu da kadın - erkek ayrımcılığı ve kadına karşı, aile içi şiddet konuları oluyor. Ama bir o kadar ilginçtir ki ne üniversite hocalarının yazdıklarında ne DPT gibi ciddi bir devlet kurumunun yazdıklarında ne de herhangi bir siyasetçinin söyleminde -istisnalar var elbette- sorunun doğru tespiti ve çözümüne yönelik bir şey göremedim.

Bir kere sorun şiddet uygulanan da değil uygulayanda. Hemen hiç kimse konuya buradan yaklaşmamış. Kadını daha iyi eğitirsek, kadına daha fazla çalışma imkanı verirsek, kadın daha fazla para kazanırsa şeklinde şiddeti önlemeye yönelik söylemler. İyi de bu bir tedavi değil ki sadece ağrı kesici. Dışarı doğru itilen kadını şiddetten uzaklaştırma denemelerinden başka bir şey değil. Bu şiddet uygulayan kişinin tavrında bir değişikliğe yol açıyor mu? Araştırmalar gösteriyor ki; hayır! Her eğitim ve gelir düzeyinden kişiler hem şiddete maruz kalabiliyor hem de şiddet uygulayabiliyor. Bu memlekette profesör iki eşten biri diğerinin kafasına kavanozda biriktirdiği dışkıyı attı. Daha ötesi var mı?

Kadını eve hapsedelim demiyorum. Aklı başında hiç kimse de diyemez zaten. Ama kadını dışarıya iterek de bu sorun çözülmüyor. Bunu da görmek lazım. Yine espiri konusu gibi algılanacak olsa da her şeyin başı eğitim ve bu eğitimin en önemli ayağı da ev. Feminist tayfanın gözleri dönerdi bunları okusa muhtemelen; ama bir kadının anne olduktan sonraki en önemli ve hayati "işi" çocuğunu iyi yetiştirmektir. Buradan erkek dışarıda çalışsın, baba olmak bu demektir şeklinde anlam çıkartacak kişi zaten şiddete meyillidir! Lütfen burada bıraksın okumayı.


Aklına "İleride eşler anlaşamaz ve boşanırsa ne olacak?" diye bir soru geldi değil mi? İyi de sen bütün planını bu olumsuzluklar üzerine kurarsan, ister fiili dua de adına ister evrenin çekim yasası, umduğunu bulursun! Kim bir evliliğe ileride biterse diye başlar ki! (En azından ben başlamam.) "Peki kadını bağımlı konumdan nasıl kurtarırız?" diye soracaksın. O da sosyal politika konusu. Şöyle ki;  evde çocuğunu yetiştirmeye adanmış anneye dışarıda kazanabileceği geliri sağlayarak annenin maddi sıkıntıya düşmesini engelleyeceksin. İlk dönemler gerekirse başlarına bekçiler dikeceksin erkekler tarafından rahatsız edilmesinler, uygulamayı suistimal etmesinler diye. Bir de kadınları eğiteceksin. Gelecek nesillerin öğretmenleri olacak kadınlar en nitelikli olması gereken kişiler sonuçta. Asla çocuklarını ihmal etmeyecekleri, toplum ve çalışma hayatına katkı yapabilecekleri ortam ve koşulları hazırlayacaksın. Hemen her konuda görüşlerini soracak, uygula(ya)masan dahi ne düşündüklerini bileceksin. Erkekleri eğitmek mi dedin? İşte o konu beni aşar! Bunu daha işi bu olan profesörler bile çözemedi!

Hala 21. yüzyılda şiddet sarmalından çıkamadıysak ve hatta bu şiddet katlanarak artıyorsa, bugüne kadarki uygulama ve yaklaşımlarımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. Hele ki şiddetin her türlüsü kendinden zayıfa yöneliyorsa; toplumsal ölçekte bir problem var demektir!

Medya her gün en az bir kadının öldürüldüğü/katledildiği haberini veriyor. Haber bültenleri sürekli şiddet görüntüleri yayınlıyor. Bir psikolog ya da sosyolog da çıkıp demiyor ki; "Bu yaptığınızla şiddeti olağanlaştırıyor, evinde şiddet olmayanı da konuyu görmezden gelecek hale getiriyorsunuz." Medya belki konuyu gündemde tutarak iyi bir şey yapıyor ama yöntemi yanlış. Şiddet uygulayan kişiyi bundan vazgeçirecek, şiddet uygulananı da yardım istemeye ikna edecek yaklaşımlar sergilemeliyiz. Biraz "Kol kırılır yen içinde kalır" sözünü aşmalıyız. Kolu komşuyu karı-koca arasına girilmez diyerek şiddet olaylarını kendi evinden dinlemek ve izlemekle yetinmekten vazgeçirmeliyiz.

Yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki! Bunlar burada sıralamakla bitmez. Örneğin; şiddet uygulayan bireyi daha en başta uzmanlar vasıtasıyla bundan uzaklaştırmaya çalışmalıyız. Bu işe de daha ana okulunda olan bireyden başlamalıyız. Hatta özellikle anneleri erkek çocuklarına verdikleri mesajların geleceğin pisikopatlarını hazırlayabileceği konusunda eğitmeliyiz. Büyüklerde bu uzman yardımı işe yaramıyorsa, yaptırım safhasına geçmeli ve gerektikçe bu yaptırımları sertleştirmeliyiz. Şiddete vardırmadan! Şu sıralarda eleştirilen bir Hollanda kurumu var; yabancıların çocuklarını ellerinden zorla alıp Hollandalı ailelere veren. Onlar gibi de olmamalı tabi uygulamamız. Bana dokunma diyen şiddet mağduru için farklı yardım yöntemleri bulmalıyız. (Ki onlar ortada şiddet yokken dahi hem aileye hem de çocuğa bizzat kendileri şiddet uyguluyorlar.)

İşin en uç noktasındaki yaptırım ise çok daha yanlış. Siz şiddet uygulayan bir bireyi üç beş aylığına hapse atarsanız sonrasında daha kötüsünü beklemelisiniz. Bazı doğa ortamındaki hayvanlar kafese konulduklarında belirli bir süre sonunda kafesten çıkartsanız bile uzaklaşmazlar. Yani evcilleşirler. Ama bazıları kafeste daha da hırçınlaşır ve kendilerine ve etraflarına bilinçsizce zarar vermeye başlarlar. Böyle bir hayvanı evcilleştirmek neredeyse imkansızdır. Bu nedenle ya size zarar vereceği endişesi ile ömür boyu -ya da yeterince uzun da denebilir- içeride tutarsınız bu hayvanı ya da kendi doğasından hiç almaz ve siz onun yaşam ortamından uzak durursunuz. Yanlış anlaşılma olmasın ben hiç bir hayvanın kendi doğasından uzaklaştırılarak ehlileştirmek adı altında hapsedilmesi taraftarı değilim. Burnuna halka takılmış bir ayıyı gördüğümde onu doğasına götürüp o halkayı onu oynatanın burnuna takmak geçer hep içimden.

Buradan hareketle ailesine ve eşine şiddet uygulayan kişiye takarsınız bir elektronik pranga ve kendi doğal ortamına bırakırsınız (Sürersiniz nereden geldiyse oraya.) Doğa parkları gibi içeriden dışarıya, dışarıdan da içeriye kaçaklar olmayacak şekilde elektronik bir kafesle çevirirsiniz etrafını olur biter. Mutlu mesut kendi doğal ortamında yaşar. Tedaviyi kabul edenler bu guruba dahil değil zaten. (Bu arada hakarette bir şiddet türüdür ve yukarıdaki örnek kesinlikle ve tamamen hayvanlarla ilgilidir! Şiddet uygulayana bir gönderme içermez!)

Velhasıl, teşhis yanlış olursa tedavi de ona göre yanlış oluyor. Önce sorunu doğru tespit edip doğru çözüm yolunu işletmeliyiz ki bu sarmaldan çıkalım. Sorun bir kadın sorunu değil! Bir şiddet uygulayan  sorunudur (Şiddeti uygulayanın erkek ya da kadın olması fark etmez.) Bu öyle üç beş sene de olacak bir şey de değil. Bu nedenle kafes alternatifi her zaman bir seçenek. Ama son seçenek! Ta ki eski medeniyetimizi hatırlayıp, cennetin bir kadının ayakları altında ne işi olduğunu yeniden keşfedene kadar ya da doğruluğu pek önemli olmayan o hikayedeki "Bu da benim hanım" göndermesinin anlamını yeniden kavrayana kadar bu çaba sürmeli...

Yorumlar

  1. Alkışlıyorum sizi ben kadınların srorunlarına değinen bir dernekte, kadın haber sitesinde gönüllü muharbilirlik yapıyorum. Bu yazdıklarını ben de onlara aynen iletmiştim, ama bu eleştiriyi görmezden geldiler ve kendilerini savundular. Bu durum Kangren hastasının kangren olan kısmını kesmeyip neden kangren oldu acaba diye düşünmeye benzer. Ne yazık ki bizim ülkemizde sosyoloğum diyen hocalar bir kaç tane ingilizce makaleyi çevirmekten, bunun akademisyenlik olduğunu iddia ederek. Toplumundan zerre kadar haberi olmayan kendini sosyolog sanan insanlarla dolu çevremiz. Sorun çözülmüyor sadece sorundan geçici bir süre uzaklaşılıyor. Dediğiniz gibi bir erkek neden şiddet uygular? ilk önce bunun cevabı bulunmalı. Psikolojik boyutu konusunda çok bilgili değilim, ama erkeklerin toplumsal cinsiyet yönünden kadınlardan daha çok baskı altında olduklarını düşünüyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç