Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni kararlar

Adete uyuyorum ben de... Konuya ortasından bir giriş yapıyorum. Sevmiyorum aslında böyle şeyleri. Doğum günlerini, yıl dönümlerini ya da yıl başı kutlamaları, yazıları ve sözlerini... Sen bunları bilmiyorsun tabii. Neden sevmediğimi bilmiyorum yalanına sığınmayacağım! Biliyorum aslında. Beni görürsen bir gün, belki o zaman açıklarım nedenini. Geçen yıl şunu yaptım, öncekinde bunu diye sıralamayacağım. Bunda da yalana sığınmayacağım. Sevmediğimden değil. Herkesin aynı şeyi yapmasından dolayı. Ama farklı olmak için değil kesinlikle! Dostum, ben zamanı bölüp parçalayıp ölçüler tanımlayıp sonra bir sürü beklentiye girmeyi sevmiyorum. Şu vakitten sonra bunu, bundan sonra şunu yaparım gibi şeylerden sıkıldım. Yapmadığımdan değil, sürekli bunları yaptığımdan, bu şekilde yaşadığımdan. Hayatımı ikiye bölüyorum sanki. Gitmeden öncesi ve döndükten sonrası diye. Gitmek? Nereye? Dönmek? Nasıl? Ben yalan söylemeyi de söyleyeni de sevmem. Aslında söyleyeni değil de bunu yaparken çok

Karakter analizi

Kısa ve öz... Benim yıllarımı alan kendimi tanıma yolculuğum başkaları için bir an sürmüyor mu? İşte buna bayılıyorum... Hayır, bir ima falan yok. Gerçekten bayılıyorum. Hoş gerçi benim kendimi ne kadar tanıdığım da ayrı bir tartışma konusu ya... Neyse... Haklısın dostum, benim hakkımda ne düşünüyorsan haklısın. Kısa ve öz...

Anti-fenerlilik

Uzun "fenerbahçelileştirme" çabalarının sonucunda dün Şükrü Saracoğlu stadında Fenerbahçe - Sivas maçını izlemeye gittik (Suat sağ olsun, yerimiz çok iyiydi.) Anlattıkları kadar varmış; santra esnasında stada girdik, iki dakika bile sürmedi. Çıkışta da 5 dakika da çıktık stattan. Maçta hiç ruh yoktu. Ancak yaklaşık 15 sene sonra seyrettiğim ilk stat maçında seyircinin etkisini ilk kez yerinde fark ettim. Tabii bu arada uyuyan seyirciyi uyandırmanın en iyi yolunun basit bir iki tane hakem hatası olduğunu da... Alex olmasa maç benim için tam keyif olacaktı! Ama neyse o kadar da olur... (Yukarıdaki kare 77. dakikadaki Alex’in serbest vuruşu esnasında çekildi.) Not: Bir maçla “anti-fenerlilikten” “fenerliliğe” geçmem tabii ki mümkün değil! (Gerçi böyle bir ihtimal olduğunu dahi sanmıyorum.)

Kendi kendini tekrar

Dostum, hani ben buraya işle ilgili şeyler yazmayacağım dedim ve bu kararıma uymaya çalışıyorum ya. İşte tam da bu noktada dönüp dolaşıp öyle şeylere saplanıyorum ki çıkış noktası yine mesleğe dayanıyor. Ama bu işle ilgili konu sayılmaz değil mi? Uzun süre uzak kaldığım konulara çalışıyorum son bir aydır. Örneğin programcılık konusu. Şimdi bilen bilir program yazarken kendi kendini çağıran kodlar (recursive functions/procedures) yazılabilir. Hatta bazı durumlarda sadece bu yöntem seni istediğin sonuca ulaştırır. (En basit örneğiyle faktöryel hesapları ve Fibonacci sayıları bu yöntemle oluşturulabilir.) Hayatım da böyle bazı zamanlarda. Kim ne derse desin, hangi yollardan geçersem geçeyim sonuçta bazen tek çözüm içimden geliyor. Kendi yaşadıklarımın şekillendirmediği ve benlik süzgecimden geçmemiş hiçbir sonuç doğrulanmıyor ya da eğreti duruyor. İşte bu durumlarda geçmiş çok büyük önem kazanıyor. Kendi kendini çağıran bu yapıda eğer bir mantıksal hata ya da yapısal bir bozukluk vars

Yük taşıyanlar

Son günlerde işle ilgili bir kitap okuyorum. Orada sürekli olarak bir örnek kullanılıyor bir konuyu anlatmak için; “Elinize ağır gözüken ve büyükçe bir koli alın, içeri girmek istediğiniz binanın (korumasız olduğunu düşündüğünüz) kapısına doğru yürüyün. Göreceksiniz ki birileri size kapıyı açmak için orada olacak.” Bunu hayatlarımıza da uygulayabiliriz değil mi? Ne zaman üzgün birini görsek buyur ederiz özelimize. Omuzlarında taşıyabileceğinden fazla yük olduğunu düşündüğümüz birini gördüğümüzde yardım etmek isteriz. İstersin sen de değil mi? Hiç değilse o biraz daha az ağlasın diye biz de biraz gözyaşı dökeriz değil mi? Dökersin sen de değil mi? Yok! Yok böyle bir şey artık, belki önceden vardı. Evet evet vardı önceden. Ben dahi hatırlıyorum. Yani o kadar da eski olmamalı. Ama şimdi ağlıyorsa biri, sebebi kendi derdini unutmak için başkasına ağlıyormuş gibi yapması. Yükü paylaşmak dedikleriyse iki omuzda dengede olan şeyin dengesini bozmaktan başka bir şey değil. Ayrıca o kutunun iç

Sen ne anlarsın öğrencilikten!

Bildiğin gibi ben müzmin bir öğrenciyim. Beş yaşında başlayan okul ve öğrencilik hayatım hala devam ediyor. İşte bu yüzden bu konuda ahkâm kesme hakkımı kullanabileceğimi düşünüyorum. Ayrıca başka bir yönüyle daha bu konu üzerinde hakkım var. (Sonuna kadar okumayacaksan lütfen burada bırak!) Hakkım var öğrencinin nasıl olması gerektiğini söyleyebilmek için. Daha ilkokul sıralarında okuldan atılmamak için zekâ testi yaptırılıp, doktorun yazılı isteği ile beni oraya yollatanları hastaneye geri yollatanda benim. Çünkü ben bugün üç beş satır okuyup da ben oldum diyenlerin aksine ömrümün son günün de dahi bir şeyler okuyabiliyor, birilerini dinleyebiliyor ya da -belki- yatalak yatağımdayken; elim - ayağım tutmaz, gözüm görmez, kulağım duymaz dahi olsa bir şekilde bir yerlerden ders çıkarmaya çalışıyor olmayı dileyen kişiyim. Çünkü böyle gördüm ve öğretildim… Okumanın -öğrenciliğin- önemini beni hiç zorlamayan ailem öğretti öncelikle bana. Sen bunu bilmezsin. Bilmezsin babamın beni nasıl

Fırsatçılar

Hiç hoşlanmıyorum şu fırsatçılardan. Zorda kalmış insanların durumundan faydalanan insanları sevmiyorum. Hani şu birkaç bin liralık yeni "oyuncaklara" verilen paralara dahi bu kadar acımıyorum. Ama onun da bir ala vere dala veresi var. Dışarıdaki üç kuruşluk cihazları kakaliyorlar bize. Neyse beni esas irite eden şey şu sağlık sektöründeki şerefsizlik; söyle ki basit bir medikal ürünü hem de aynı marka aynı modeli için biri 75 lira bir başkası 55 lira, internette 35 lira ve pazarlıkla medikalciden 37 liraya alabiliyorsunuz. Alacağınız yeri bilmiyorsanız, durumunuzda acilse "giydiriyor" şerefsizler.  Geçtiğimiz senelerde babamın ameliyatı için lazım olan iki platin çivi için bizden on katına yakın para istemişlerdi. Durum acil olduğu için ben de vermiştim. Doktorumuz tanıdık olduğu için medikalciyi geri çağırıp bir güzel "sıvadıktan" sonra, özür dileyerek farkı geri iade etmişlerdi. Bu sene kurban bayramı için kurbanlık bakarken satıcının teki "Abi

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak

Uzunca bir zaman, karşılaştığım ve karşılaşabileceğim her soru için bir cevabım olmasını önemsedim. Şimdi kendime ait soruların varlığıyla yetinmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki bu dünya, cevap verebileceğim türde açık ve anlaşılır sorular barındırmıyor. Vazgeçtim cevaplardan. Ellerimi cebime koyup, yerdeki çizgilere basmamaya gayret ederek yürüyorum. Cevaplar için sürekli başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyordum, oysa kafamda o kadar çok soru var ki artık etrafımda kimsecikler olmasa da olur. Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi. * Tarık Tufan'ın Bir Adam Girdi Şehre Koşarak adlı eserinden.

Samimiyet

Yüzüne yakından bakın gülen kişinin, gizlemeye çalışmadığı kırışıkları ne kadar sık güldüğünü size söyleyecektir ya da ne kadar içten olduğunu.