Ana içeriğe atla

Gündoğdu, Rize'de aslında ne oldu?

26 Ağustos günü Gündoğdu’da bir felaket senaryosu gerçek oldu. Yörenin en yaşlı insanı bile buna benzer bir şey hatırlamıyordu; bir tek ona da babasının anlattığı benzer bir olay vardı. Tam bir asır önce…

26 Ağustos günü Rize’de metrekareye 166 kilogramdan fazla yağmur düştü. Ancak bu ölçümler Gündoğdu’da ki yağışı değerlendirmek için doğru bir istatistik sunamaz. Orada olanlar 2 metre ötesini göremeyecek kadar yoğun ve kuvvetli bir yağış olduğunu söylüyorlar. Hatta hayatta ki hiç kimse böyle bir yağışı hatırlamıyor. Tabii bu normal bir yağmursa! Aşağıda neden böyle söylediğimi de anlatacağım.
Rize’ye gitmeden önce ben de çay ekimi ve arazi yapısının bu felakete yol açtığını düşünmüştüm. Evet, bunun da etkisi var mutlaka. Tarım politikaları, yöre halkının cahilliği, ağaçsızlaşan araziler bunların hepsi bu felakette etken. Ancak bu kadar da basit değil.

Bu felakette Gündoğdu deresi taşarak 130’dan fazla aracı önüne katıp sürükledi ve hepsini kullanılamaz hale getirdi. Bizim evimizin önündeki köprünün altından yedi tane araç çıkarıldı. Ancak şükürler olsun ki, araçların içinde bir tek kişi dahi yoktu. Heyelanlar yarım saat önce veya bir saat sonra yani iftar veya teravih vaktinde olmuş olsa sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum. O yolda çalışan minibüslerin, araçların tıklım tıklım dolu olarak yolda olduğu saatler bunlar.

Gündoğdu deresinin sicili epey kalabalıktır. Normal zamanında suyun yüksekliği bir karışı geçmez. Ama biraz yağmur görmeye görsün. Hemen metrelerce yüksekliğe ulaşır. Bu sefer yağmurlarla birlikte her yüz metrede bir yukarılardan kopup gelen heyelanlarla birlikte küçük barajcıklar da oluşturdu. Onlarca metre uzunluktaki senelik ağaçlarda kopup bu barajları destekledi. Tüm bu bileşenler derenin siciline bir taşkın daha ekledi. Ancak dere taşması hiç kimsenin canına mal olmadı.

İşin aslında ne oldu kısmı çok karışık. Ben orada değildim. Ancak ikinci günü gidebildim. Evet, yukarıda saydıklarımın hepsi etken. Bunun yanında da bazı görgü tanıkları bir hortumun Gündoğdu vadisine girdiğini görmüşler. Kıyıdan epey içerilerde de balıklar bulunmuş. Bu her yüz metre de bir çaprazlama olarak oluşan toprak kaymalarını, yarım asırlık ağaçların yerlerinden nasıl söküldüğünü açıklayabilir. Meteoroloji neden bunları açıklamadı derseniz. Devletimin Türkiye’nin en çok yağış alan bölgesinde tam teşekküllü bir istasyonu yok cevabını alabilirsiniz. Hiç şaşırmayın!
Resim: bu resmi seçmemin sebebi ağaçlık alanlarında aynı akıbeti paylaştığını göstermek.
Tüm olanlardan sonra devletten işini yapan bir tek Kızılay vardı ya da en azından ben sadece onları gördüm. Başbakan bölgeye geldiğinde tek cümle söylemiştim; “Umarım siz gittikten sonra da bu çalışmalar devam eder!” Kendisi geldiği gün çalışan 70 makineden o gittikten sonra yalnızca 3 tane kaldı. Gerçi zaten onlarında bir şey yaptıkları yok. Tüm odaklarını dereye ve onun kenarlarını duvar yapmaya yöneltmiş durumdalar. Ki, bunun yaşananlarla çok fazla ilgisi de yok. Evet, yapılması gerekiyor ama ilgisi yok. Sonuçta ülkemde yine otoritenin gözü boyandı ve gerisi boş verildi.

Biz mi? Ailemde sağlık açısından hiçbir problem yok çok şükür. Yaşanan stres ve ölenlerin üzüntüsünden başka bir derdimiz yok.

26 Ağustos günü Rize’de ne oldu? Validemin sözleriyle; “Kıyametin bir provası yaşandı.” Tıpkı 17 Ağustos depreminden sonra depremi yaşayanların söyledikleri gibi…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç