Ana içeriğe atla

10 Kasım

Yine ilginç bir inatlaşma ve söz dalaşı var ortada. İktidar demokratik [s]açılım meclise açılımını (Nihayetinde herkesten sonra) 10 Kasımda gerçekleştirmek üzere karar çıkarttı meclisten. Çıkarttı çıkarmasına da yine bir ton gereksiz tartışmaya neden oldu.

Zaten [s]açılım denilen şeyin uygulanış şekline karşıyım. O yüzden ne tartışılacağı veya açıklanacağı çokta umurumda değil aslında. Ancak bunu yapmak için öyle bir günü seçtiler ki; resmen kışkırtma. CHP ve MHP’den tepki gelmeyeceğini düşünmüş olmaları mümkün değil. Bunun büyük tartışma yaratacağını mutlaka bekliyorlardır. Ancak hepimiz bir şeyi atlıyoruz. Aynı şekilde basın ve muhalefet de bunu yapıyor (Ben bilerek yaptıklarını düşünüyorum.) Ne zaman “önemli” bir şeyler konuşulacak olsa içerikten ziyade şeklinde takılıp kalıyoruz.

Önceki sene Başbakan yurt dışı gezisine giderken hava alanında bir laf attı ortaya “Siz Atatürk’ün resimlerini para ve resmi dairelerden kaldırttınız.” diye. Başbakan yurt dışından dönene kadar bunla yattık bunla kalktık. Kimse yahu bu adam yurt dışına niye gitti diye merak etmedi. Herkes onun ettiği bir laf üzerinde döndü durdu.

Bakın ülkenin içinde bulunduğu kısır tartışmalara. Bizim gözümüz, kulağımız bu safsatalardayken neler yapılıyor neler. Sanmayın ki bu şimdiki iktidarın bulduğu bir şey. Geçmişten günümüze tüm siyasetçi ve dolandırıcılar bu yöntemi kullanmışlardır; İpe bir cambaz çıkartırsın bir de çığırtkan tutarsın, bağırır durur “Bak düşüyor! Düştü! Düşecekti!” diye, halk bunu izler-dinlerken yan kesici toplar herkesin cebindekini. Şimdi de tam olarak bu yapılıyor. Kuş-domuz gribi, kene gibi şeyler çıkartıp insanları ürkütüp duruyorlar. En basitinden biri “türban” diğeri “başörtüsü” deyip üniversitelerin ne kadar kötü durumda olduğunu gizlediler senelerce. GDO (Genetiği değiştirilmiş organizma) ile ilgili yönetmelik yayınlıyorlar, tepki gelince biz ülkeye girişini yasaklayacaktık diyorlar. Siz biliyor musunuz ki kaç senedir biz o ürünleri zaten yiyoruz. Yani bu da kısır bir tartışma (Bu ülkede güzel şeyler de oluyor. Mesela eski Anadolu tohumlarını canlandırma çabası içinde olan kurum ve insanlar da var ve sayıları hiç de az değil. Bu gibi güzel ve yararlı bilgilerin ekranlarda ve gazetelerde neden yer bulamadığının kararını da size bırakıyorum.) Şimdi de son örneğini yaşıyoruz tüm bu göz boyamaların. [S]Açılımın ne olduğu 10 Kasımda mecliste İçişleri bakanı tarafından açıklanacak. Biz yine şekline saplanacağız.

Ne iktidarı iktidar ülkemin ne de muhalefeti muhalefet. Hadi iktidar kötü niyetli diyelim. Muhalefetin derdi ne? Her şeyi evirip çevirip Atatürk’ün ve rejimin üstüne tartışmalara çevirip hiçbir üretkenlikleri olmadıklarını kanıtlıyorlar resmen. Medya denilen tek dişi kalmış canavar en iyi destekleyicileri zaten her ikisininde.

Ne güzel demiş Atatürk, anlayana. İktidarından anlaması beklenmeyen, muhalefetinde sadece işine gelenlerini anladığı bazı deyişleri aşağıda Kurucumuzun (Bence herkes anlıyor da, işine geldiği gibi...):

Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvelâ büyük adam olmak lâzımdır; der ve bunun için bir de örnek seçer, onun gibi olmayınca memleketin kurtulamayacağı inancında bulunur, bu, adam değildir. ( 1908 )


Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz nasihatim budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belâsıdır. İlk önce kafası kırılacak adam budur. Mensup olduğum Türk Milleti'nin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım, şerefim vardır. Asla başka değilim. ( 1923 )


Beni görmek demek, behemehâl, yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir. ( 1929 )

Bakın cambaz ipin üstünde. Düşüyor! Düşecek! Düştü! Düşecekti..!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç