Ana içeriğe atla

Gündem

Uzun zamandır ülke gündemini takip etmiyorum. Daha doğrusu eskiden takip ettiğim gibi etmiyorum. Artık sadece gülmek ve eğlenmek için günlük olayları izliyor veya okuyorum. Geçen hafta, ay hatta yıl ne konuşuyorsak şimdi de aynısını konuşuyoruz. Arada sadece küçük farklar var. Kuş gribi değil de domuz gribi konuşuyoruz mesela. Yine birileri darbe ve ortalığı karıştırma girişimlerinde bulunuyor bir taraftan. Diğer taraftan yine terör konuşuyoruz. Ama farklı bir açıdan; Bu sefer teröristlerin kendilerinin kabul etmedikleri –başka bir ülke kurmak için uğrunda savaştıkları- ülkeye geri dönüşleri var gündemimizde.

Aslında yukarıdaki konuların hemen hepsi ile ilgili bir komplo teorisi bulunabilir ya da üretilebilir. Ama ben işin biraz daha eğlenceli kısmından bakmaya çalışıyorum. Mesela A Gribi –namı değer domuz gribi- mevzusu. Artık o kadar saçma salak bir hala aldı ki konu kimse bir şey anlamaz oldu. En son bu sabah haberlerde yine bir uzman; tüm dünyada bildiğimiz sayının aslında 80 –yazıyla seksen- ile çarpılması gerektiğini çünkü hastalanan herkesin doktorlara başvurmadığını ve bu yüzden kesin sayıyı asla bilemeyeceğimizden dem vuruyordu. Absürtlüğü bakar mısınız? Diyelim ki tüm dünyada kayıtlara geçen hasta sayısı bin ve bu hastalıktan ölen kişi sayısı seksen. Bu ne demek oluyor? Bu hastalığa yakalananların binde sekseni ölüyor demek oluyor. Kayıtlardaki istatistiğe göre bu böyle ama gelin görün ki kayıt dışı istatistik bu olayın öneminin tamamen kaybolmasına neden olmuyor mu? Oran binde seksenden bir anda binde bire geriliyor. Bunun üstüne bakanlığa bağlı sağlık üst kurulundan bir yetkili çıkıp; “Şu an Türkiye’de grip olan herkes domuz gribi. Çünkü daha mevsimsel girip başlamadı.” demez mi? (Üstünüze afiyet muhtemelen ben de o mazlum hastalığın pençesindeyim o halde. Tevekkelli değil bu günlerde kendimi domuz gibi hissediyorum.) Her neyse bu açıklamalara bakıp her şeyden de korkmamak lazım. Bu medya, devlet el ele verip herkeste Nosofobi (Nosophobia – Hastalığa yakalanma korkusu) oluşumuna sebep olacak.

Darbe girişimi haberleri konusunda da yine kantarın topuzu kaçmış durumda. Allah aşkına siz şu ülkenin geçmişini, tarihini hiç mi okumadınız? Osmanlı ve Türkiye’yi bir bütün olarak düşündüğümüz zaman darbe ve darbe girişimlerinin sayısı bile belli değil. Bir grup “bana darbe yapacaklardı,” diye ciyak ciyak bağırıyor. Diğerleri: “Yok vallahi biz değil de bir kısım kendini bilmez bunu yapmış olabilir!” diye kendini savunuyor. Bir kısmı kendi bile ne dediğini bilmiyor. Adama sormazlar mı senin emrindeki adam senden habersiz ne haltlar çevirmiş önlemini niye almadın diye. Diğer gruba da sormazlar mı? Bu subay elindeki belgeyi niye beş ay saklamış. Yahu hiç mi kafanız çalış mıyor? Neymiş savcılar Genel Kurmay’dan ilgili birimin bilgisayarlarını istemiş. İşin uzmanı bile olmaya gerek yok. Al eline bir çivi bütün bilgisayarların disklerini elinle taş plaklara çevir. Soruyorum: Ne bulmayı planlıyorsunuz da bilgisayarları istiyorsunuz? Siz o bilgisayarlarda ancak üçün birini bulursunuz. Bu da benim uzman görüşüm.

Gelelim terörün yeni konuşulma biçimine: Demokratik Açılım (Kürt Açılımı). Ben mi yanlış biliyorum yoksa bu memleketin ilk sivil cumhurbaşkanı kürt değil miydi? Bu memleketinin şu an ki meclisindeki milletvekillerinin kaçı, bakanların kaçı ve hatta üst düzey bürokratların kaçı kürt. Madem o bölgenin sorunu terör niye bu adamlar çözmedi. (Burada iyi bir fikrim var. Dağdan inenler yerine onları yargılayıp tutuklayalım.) O bölgenin aşiret, ağalık düzeni yıkacağınıza siz gidin katilleri, teröristleri dağdan indirin. Eminim bu bölgenin bütün sorunlarını çözecektir. Bu konuyu çok fazla deşmeyeyim. Ağzımdan çıkacak kelimelerin kokusu beni bile rahatsız edecek. Aklından geçirirken bile katlanamıyorum nitekim. Ancak son bir şeyi de eklemeden yapamayacağım. Dağdan inen teröristlerin tamamı (kandilden gelenler galiba) domuz gribi şüphesiyle tedavi altına alınmış. (Amerikalı ve avrupalılarla bu kadar haşı neşir olursanız olacağı buydu. Ne bekliyordunuz ki...) Ben de bu medyanın yalancısıyım. Ancak eğer bu doğruysa inanın gülmekten kırılırım. Ne de olsa Allah’ın sopası yok! (Ayrıca bu katillere bu kadar pozitif ayrımcılık tanınacaksa bize de bir katma değer sağlanmalı değil mi? Detaylar için yazdığım Açık Mektup’u okumanızı tavsiye ederim. –Açık Mektup’u iki anlamda kullandım; 1. Muhatap olarak tüm yetkilileri kapsasın, 2. İsteklerime bir sınır koymayım ki sonradan aklıma gelenleri de ekleyebileyim.)

Bu arada nur topu gibi hem yeni hem de eski krizimizi de unuttum sanmayın. Azeri “dostlarımız” Türk bayraklarını indirmişlerdi ya hani ülkelerindeki. Onlara Tarkan Çiçek’ın bir resminden alıntıyla cevap vereyim: Yalnızın, yalnıza attığı kazıktır yalnızlık...

Velhasıl ülkemin gündemi akıl almaz bir şekilde, kimsenin bir şey anlayamadığı ama herkesin bildiği şeyler evirile çevrile farklı tip ve kelimelerle ısıtılıp ısıtılıp canım ülkemin biricik vatandaşlarının önüne servis ediliyor. Ben de ancak “GÜNAYDIN !” diyebiliyorum.

Yorumlar

  1. Gundemden bıraz ondan bıraz bundan bahsetmıssın ama grıp te olmussun:)
    gecmıs olsun.. dıyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç