Ana içeriğe atla

12 Ağustos

Buraya not düşülecek kadar önemli bir gün mü bugün? Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum! Ancak hayatımdaki önemli günlerden biri olduğu kesin. Evet, bugün 12 Ağustos ve üzgürlüğümü kaybetmemin üstünden tam 365 gün, geri kazanmamın üstündense tam 208 gün geçti...

Geçen sene Temmuz-Ağustos gibi Türkiye'deki gidip gördüğüm-kaldığım illeri sayarak askerliğimin oralardan birine çıkmaması için dua ediyordum. (Bu listede 38 il vardı ve özellikle iki il istemediklerim listesinin başındaydı; 1. Kütahya, 2. Ankara.) İstemediğim illeri sayıyor olmama rağmen İstanbul da beni istemiyordu sanki. Çok sevdiğim bu şehir sanki beni dışlıyordu ve buradan kaçıp gittiğim sürece nereye ve nasıl gittiğimin bir önemi olmadan kurtulacakmışım gibi hissediyordum. Şehirden, iş hayatımdan hemen her şeyden sıkılmış, bunalmıştım. Askerlik bile bir kaçış noktası olarak gözükmeye başlamıştı.

Sonra ne mi oldu? Ankara’da, istemediğim iller listesinin 2. sırasındaki şehirde buldum kendimi. 12 Ağustos günü saat 5'te sivil hayatım giriş kapısının arkasında kalmıştı. Kendimi o kadar hazırlayarak gitmeme rağmen sıcağı kurak, ayazı keskin o pis şehir benim hatırladığımdan da kötüydü. Bunların yanında üniformalı mahkûmlar gibi geçirilmiş ayları da yanımıza eşantiyon olarak verildiler.

Çevremdekiler bilirler; çok fazla askerlikten konuşmayı ve sürekli askerlik anısı anlatmayı pek sevmem. Zaten doğru dürüst bir askerlik yaptığımızda söylenemez. Kaldırım taşı döşeyip, yatakhane etrafına mıcır yaymaktan başka bir iş yapmadım ben. Özür dilerim az daha unutuyordum; iki saat sonra tekrar kapanacak olmasına rağmen kürüdüğümüz karları atlamayayım. Evet, ben ve benimle birlikte çift anadal mezunu bir arkadaş, iki ayrı bölüm mezunu bir abim ve diğerleri (Mühendisler, reklamcılar, teknisyen ve öğretmenler, ekonomist ve iktisadi denetmenler...) Türkiye için ne ulvi ve yararlı bir hizmet öyle değil mi! Askerlik kısaydı ve ite kaka da olsa günleri saymamaya çalışsak da sayarak, bir şekilde bitti. Orada iyi zamanlar da kötü zamanlar da geçirdik. Şimdi dönüp baktığımda dışarıda zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bir kez daha anlıyorum. Teslim olmamın (Evet, bir kaçak gibi teslim olma tabiri kullanılıyor.) üzerinden tam bir yıl geçti bugün.

Bugünü seneye hatırlayacak ve hakkında bir şeyler yazmak isteyecek miyim? Yine dürüst olmak gerekirse; hiç sanmıyorum. Ancak buna rağmen Akif, Emre, Erbil, Erim, Erol, Fatih Abi, Halil ve Serkan'ın isimlerini buraya not düşmek istiyorum. Öyle ki, seneler sonra yeniden okuduğumda bir an olsun güzel zamanları hatırlamak istiyorum. (Hepimize bir kez daha geçmiş olsun arkadaşlar.) Aslında askerlikten soğutma ile ilgili yasalar olmasa ve birilerinin beni ispiyonlayarak yargılanmamı sağlayacaklarından korkmasam daha birçok şey yazabilirdim. Ama malum kısa bile olsa insanın özgürlüğünü kaybetmesinin nasıl bir şey olduğunu artık biliyorum ve bunu ne olursa olsun bir daha yitirmeye niyetim yok.

Yorumlar

  1. Erkancım,

    Artık merak etmeye başlamıştım zati seni.Sen olmayınca yorum yazacak kimsem kalmıyor...

    Biz kadınların bu konu hakkında pek yorum yapacak durumları yok aslında.Ama benimde kuzenim asker şimdi...ki o bayağı bir anlatıyor (hiç durmadan)...En azından şöyle düşün hayata bir süre ara verip,tanımadığın insanlarla dostluklar kurup,kendinle başbaşa kalabildiğin bir yer...

    Valla keşke beni de alsalar ,öyle ihtiyacım var ki.Bir diğer güzel tarafı ise kimse sana gidemezsin demiyor.Çağırırdım diyorsun olay bitiyor...

    Neyse fark ettim ki ben gevezeyim...ve bu yorum kutucuklarını benim için yaratmışlar:)))

    Sevgiyle Kal...

    Not:Yüzünü güldürmek için bayağı bir uğraştım ,hakkımı verirsin artık...:)))

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler düşüncelerini paylaştığın için.

    Evet, olaya kesinlikle o şekilde bakabilirsin. Yani farklı kelimelerle ifade etmek gerekirse; hayatından çalınmış günler. Neyseki geç olsa da ben kurtuldum. Darısı kurtuluşa gün sayanların başına...

    Not: Bazen söyleyecek birşey bulamadığında sessiz kalmanın en iyi yorum oluduğunu düşünüyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç