Ana içeriğe atla

Dik durabilmek

Her zaman çok yönlü olarak yaşıyoruz. Hep biri ya da bir şeyleri idare etmek, ayakta tutmak zorunda kalıyoruz ya da tam tersi olarak birileri bunu bizim için yapıyorlar. Dün bir müşteride konuşurken verdiğim bir örnekten yola çıkarak kendime ve burayı okuyanlara bir not düşmek istedim.

İçinde çay, kahve, şarap veya rakı olan bir bardak düşünün... Her birini içerken bardağın masada ya da her nerede olmasını istiyorsak orada durmasını isteriz. Bize sohbet ederken ellerimizi kollarımızı sallayacak, sarılacak yer ve imkân tanımasını bekleriz. Normal bir bardak bu büyük ihtişamlı işi bizim için rahatlıkla yapacak ve bundan gocunmayacaktır. Ancak peki ya bardağın şekli alışık olduğumuzdan biraz farklıysa... Mesela dibi dar üstü geniş bir huni şeklindeyse (Evet, hani şu kafaya takılanlardan... ;) ) Bu yapıdaki bir bardağı hep elinizde tutmalısınız ya da bardağın durabileceği bir yer veya bir araca sahip olmalısınız. Sürekli daha iyisini geliştirmeli ve kendinize rahat bir ortam oluşturmak için bir devinim içinde olmalısınız. (İşin ilginç yanı bu yaptıklarınız ne bardak ne de içindeki için hiçbir şey ifade etmez diyemiyoruz burada...)

Hayatta bir şeyleri dik tutmak için zamanımızın büyük bir bölümünü harcıyoruz. Arkadaşlarımızla aramızı iyi tutmak için, sevgilimizle kavga etmemek için, aile bireylerimizle bağlarımızı kopartmamak için, mutlu kalmak için, üzülmemek için... Sizde listeye yeni öğeler ekleyip bunu genişletebilirsiniz. Yaptığımız şey ve sonuç hepsinde aynı aslında... Temeli en güçlü ve kuvvetli olan şeyse genelde bizi en az yoran, en çok mutlu eden şey oluyor.

İşin özü; Evet, bir şeyleri ve özellikle kendimizi geliştirmek için elimizden gelenin en iyisinden fazlasını yapmalıyız. Ama başkalarının şekillerini kendilerine bırakmalıyız. Biz kendimizi mutlu eden yanlara bakmalı ve evet bazen destek olmalı, bazen destek olunan olmalıyız. Yani çay, kahve, şarap veya rakı ne içiyorsak içelim kullandığımız bardağın buna uygun olmasına dikkat etmeliyiz. Benim şahsi favorim kesinlikle ince belli çay bardağı ve demli bir çay (İyi ve güzel yönleri tasvir ederdim burada ama birileri üzerine alınır yine ;) )... Ya sizin ki..?

Yorumlar

  1. Bardak dolu bir tepsiyi, bardaktakileri dökmeden götürmenin yolu; Yürürken tepsiye be bardaklara değil önüne bakmaktır.. ;)
    Sen kendini mutlu etmenin yollarını arar ve bulursan seni sevenler de sen mutlu olduğun için mutlu olurlar zaten. Senin mutluluğundan mutluluk duymayanlarda bırak tepsiden düşüversinler ;)

    YanıtlaSil
  2. Eyvallah, çayın şekeri oldu. Çay kaşığı kimde :)

    YanıtlaSil
  3. Bu eski yazınıza rastlamak beni mutlu etti. Dik durabilmek için hayatımızdaki bazı şeyleri dik tutabilmek için sürekli çaba harcıyoruz evet. Sizde umutlu bir biçimde belirtmişsiniz elinden geleni yap ve sonuçlarını gör ama mevcut şekilleri değiştirmeye çalışarak kendini yıpratma şeklinde.

    Yaptığım hata hep bul oldu sanırım elimden geleni yaparken sonuçları da şekillendirmem gerektiğini düşündüm hep. Olmayınca kendime, dünyaya, önüme gelene kızdım.

    Daha farklı bakmak lazım sanırım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Fikriniz varsa buradan buyurun...

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Allahumme ecirna min şerri siyaset"*

*Baştan söyleyeyim başlıktaki söz; "Allah'ım beni siyasetin şerrinden koru" anlamına geliyor ve koca bir külliyata imza atmış Said Nursi'ye atfediliyor. Ortam o kadar kirlendi ki, artık görüş açıklamaktan çekinir oldum. Geçmişim ortada. Sempati duyduklarım da eleştirdiklerim de... Orta bir yol tutturmaya çalışırken desteklediklerim de karşı çıktıklarım da burada yazılı olarak duruyor. FEM’e gittiğim, ilk üniversite yılımda "hizmetin" yurdunda kaldığım da geçmişimin bir parçası. Bir dönem destekçileri olduğum da... Hatta eleştirilerimin tamamını kapalı kapılar ardında yapıp, partizancasına savunduğum dönemleri de hatırlıyordur arkadaşlarım. Bu nedenle "hizmet" denilen olgunun ne olduğunu az çok bildiğimi düşünürüm. Hatta bir dönem içlerindeki hemen herkesin halisane bir şekilde çalıştığına da bizzat şahidim. Ancak o dönem o kadar kısa sürdü ki... Eminim şu an bile deli gibi memleket ve din adına çalışan, ne yapıyorsa bu uğurda yaptığını düşünen bi

Belki üstümüzden bir kuş geçer

Uzunca zamandır okuyorum. Hem de oldukça fazla. Okuduklarından bende yer edenlerin sayısı çok fazla değil. Bir yazarın belki onlarca eserini okuyor ama içlerinden bir tanesine tav oluyorum. Yüzlerce sayfalık bir şiir kitabından bazen sadece bir tane şiir çıkıyor; acaba benim anladığımı mı yazmış şair dediğim. Ya da bir kitabın bir tek cümlesi beni mest etse yetiyor bana. Uzunca zamandır müzik de dinliyorum. Çok farklı şeyler değil. Ama yinede arada yakaladığım bana özel şeyler de oluyor. Bir şarkının tek bir cümlesi ya da tüm albümdeki tek bir melodi beni alıp götürebiliyor çok uzaklara. Dün aklıma gelmemişti adı Yüksek Sadakat'in "Belki üstümüzden bir kuş geçer" şarkısının. Grup çok başarılı mı? Bence değil. Ama öyle birkaç şarkısı var ki; eh be adam nasıl yazdın bunları dedirtiyor. Gül renginde gün doğarken Boğazdan gemiler usulca geçerken Gel çıkalım bu şehirden Ağaçlar,gökyüzü ve toprak uyurken Dolaşalım kumsallarda Çılgın kalabalık artık uzaklarda Yorulu

Zamanı eğip, bükmek

Zaman, fiziki boyutların sanal olan dördüncüsü, elle tutulamayan. Zaman, içinde olayların ardı ardına gerçekleştiği boyut… Bilim adamlarına göre, aynen ışığın bükülebilmesi gibi zaman da eğrilip, bükülebilir ve eğer doğru koşullar gerçekleşirse yani yeterli hız yakalanırsa önce geleceğe ve daha sonra da geçmişe sıçramak mümkün olabilir. Bunu zaman yolculuğu gibi basit kavramlarla karıştırmayın. Bu şu “an” ın da içinde olduğu bir kavram. Öyleyse ne demek bu? Bu soruya cevap verebileceğimi pek sanmıyorum, haddime de değil zaten. Ama bu soru etrafında dolaşıldığında dahi çok farklı yerlere çıkan kapılar bulabiliyor insan. Çok sevdiğim bir çizgi dizide bir keşiş (“Avatar”) hava, su, toprak ve ateşi bükebiliyordu. Tüm dünyayı kurtaracak kişi olan keşişin bile zaman üzerinde böyle bir gücü yoktu. Sonra “Matrix” ve “Neo” var. Ancak o da olaylara hükmeder gibiydi, zamana değil ya da ben öyle algılamıştım. “Aslında bir kaşık yoktu!” ve “Kırmızılı kadın da bir ajandı.” değil mi? Ya “Hiro” iç